19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Deprem ve mimarlık

Bizler, depremin neden olduğu yıkımları, kalitesiz inşaat ve denetimsizliğin sonucu olarak açıklamaya şartlanmışızdır. Doğruluk payı çok yüksek olan bu nedenlerin evvelinde, yapılaşma sürecinin mimari proje çalışmaları, jeolojik araştırmalar, statik hesap ve projeleri ile başladığını her nedense fazla düşünmeyiz.

Ekim ayı sonlarında Güney Marmara’da oluşan ard arda iki deprem, çok şükür ki şiddetlerinin düşüklüğü sayesinde can ve mal kayıplarına neden olmadı. Bu depremler, Marmara Denizi diplerinde biriken gerilim sonucu oluşacak büyük depremin habercisi mi, tetikleyicisi mi tartışmalarını bilim insanlarına bırakalım; konunun pratik yönleri üzerinde duralım.

Aslında, hiç unutulmaması gereken husus, depremlerden en az zayiatla çıkabilmek için yapılacak çalışmaların ve alınacak önlemlerin süreklilik göstermesi gereğidir. Ama ne yapalım ki, Osmanlı’nın deyimi ile, ‘hâfıza-i beşer nisyan ile malûldür.’ (İnsan belleği unutma özürlüdür.) Tarih boyunca geçirdiğimiz depremleri çok çabuk unutuyor, kısa zaman sonra konuyu gündemden düşürüyoruz. Halbuki deprem, yurdumuzun bir yazgısı. Onunla, hazarda sefere çıkacakmış gibi hazırlanan bir ordu gibi devamlı mücadele etmemiz ve önlemler almamız gerekiyor. Örneğin, önemli bir fay hattı üzerindeki Japonya, deprem âfetini yenmiş bir ülke.

Deprem olayına dünya çapında bir göz atarsak, yurdumuzun Avrasya plâkası ile Afrika plâkası arasında sıkışmış olduğunu görüyoruz. Yâni, Uzakdoğu’dan gelip Hindistan’ın Kuzeyini kat eden ana fay hattı, Anadolu Yarımadası’nın Kuzeyine ulaşıyor. Bizden sonra da Atlantik’in ortasına kadar gidip Kuzey-Güney yönündeki fay hattı ile birleşiyor. İşte bu ana fay hattının ayrımı ile, mağma üzerinde adeta yüzen, karaları ve denizleri de içeren adalarda yaşıyoruz. Biz de bu iki plaka ayrımının üzerinde bulunuyoruz. Sanki dinsel öğretilerdeki cehennem tasviri gibi fokurdayan mağma eriyiği, zaman zaman kabararak oluşturduğu basınçla fay hatlarını kırabiliyor, böylece enerji açığa çıkarak deprem oluşuyor. İşte, yalın bir anlatımla deprem bu. Osmanlıca’daki ‘hareket-i arz’ deyimi galiba deprem olayını daha iyi ifade ediyor.

Deprem âfetinde insanları öldüren bu doğa olayı değil, bizâtihî insanların yaptıkları yapılardır. Her halde mağara adamları, düşen taşlar dışında, bizim kadar ölmüyorlardı. Kötü inşa edilmiş binalar ve alt yapı tesisleri, sabitlenmemiş mobilyalar yanında kötü plânlanmış mîmârî ve statik projeler, insanların depremde yaralanmalarına, ölmelerine, özetle can ve mal kayıplarına neden oluyor.

Burada dikkatinizi bir noktaya yönlendirmek istiyorum. Bir yapının depremde yıkılmasında iki neden vardır: Proje hatâları ve yapım hatâları. Hepimizin ilk aklına gelen, yapım hatâlarıdır. Yapım hatâlarında niteliksiz malzeme, kötü işçilik ve bilgisizlik söylenegelmiştir, ve de doğrudur. Proje hatâlarında ise genellikle mühendislik projeleri üzerinde durulur. Bir binayı tasarlayan ve oluşturanın, mühendisten evvel mimar olduğu genellikle dikkate alınmaz. Statik projelerde, deprem mühendisliği başlı başına bir teknoloji konusudur. Binaların ayakta kalması ve kalıcılığı yanında çeşitli yönlerden gelebilecek deprem dalgalarına mukavemet ederek yapının stabilitesini koruması için gerekli teknoloji son yıllarda çok gelişmiştir. Bu teknoloji ile yapılan çok katlı yapılar ve gökdelenler, nitelikli malzeme ve işçilikle yapılsa dahî kötü proje yüzünden yıkılan 2-3 katlı binalara nazaran çok çok güvenli yapılardır. Ama burada, kurduğu sistemle mühendisi yönlendiren, kaptan görevini üstlenmiş mîmardır.

Ofis binalarında, merdiven, asansör, servis ve tesisat hacimleri, tesisat şaftları gibi elemanları toplayan, çekirdek tabir ettiğimiz bölgelerin ağırlık merkezinden uzak tertibi gibi, E, H, L,T gibi harflere benzer plânlardaki blokların ayrımlarında (dilâtasyon) yapılan yanlışlar gibi, farklı kotlarda bodrum katlar tertipleyerek topal binaların yapılması gibi daha bir çok mîmarî yanlışlarda israr ederek statik projeleri zorlamak, ileride telâfisi mümkün olmayan zararlara neden olmaktadır.

Bunların dışında, mîmârî projelerde yapıla gelen bazı fâhiş hatâlardan, teknik detaylara girmeden, aklıma geldiği kadarı ile bahsetmek istiyorum:

Bir umumî binada giriş ve çıkışlarla beraber yatay ve düşey dolaşım-iletim (sirkülasyon) elemanları, bir bakışta algılanabilmelidir. Bunlar, giriş holleri, koridorlar, merdiven ve asansörler gibi yapı elemanlarıdır. Doksan derecelik dönüşlerle oluşturulmuş lâbirent koridorlardan ve çatal ayrımlardan olabildiğince kaçınmak gerekir. Zorunlu köşe dönüşlerinde holler tertiplenmesi, çatal ayrımlarda ana yolun daha geniş yapılarak belirtilmesi akla ilk gelen önlemler. Çünkü deprem, yangın terör gibi olaylarla oluşan ürkü (panik) sonucunda, insan duvarlardaki işaretlere, oklara dikkat etmez, tabii insiyaklarla hareket eder.

Başka bir önemli husus, umumî kat merdivenlerinin hiçbir zaman çıkışı olmayan bodrum katlara devam etmemesi gereğidir. Bodruma devam eden merdivenler dolayısıyla bodrumda mahsur kalarak felâkete uğrayan veya kurtarılmayı bekleyen insanlar olmuştur. Bu nedenledir ki, dışarıya çıkışı olmayan bodrum katlara ayrı bir yerden ve ayrı bir merdivenle inilmelidir. Bizde böyle bir binaya rastladınız mı bilmiyorum.

Yine başka bir önemli hatâ da, umumî binalarda iç kapıların oda içlerine, dış kapıların bina içine açılmasıdır.Batı ülkelerine gidenler bilirler. Oralarda siz hiç alış veriş ettiğiniz mağazalarda dahi içeriye açılan kapı gördünüz mü? Soruyu tersinden sorayım: Siz hiç yurdumuzda dışarıya açılan kapı gördünüz mü? Ürkü anında dışarıya çıkmaya çalışan ve kapılara yığılan halk, o basınçla içeriye açılan kapıyı açıp da kendini dışarıya atamaz. Can havli ile kapılara yığılan insanlar biri birlerini ezerek ölümlere neden olurlar. Zannedersem bir tarihte Kayseri Stadının içeriye açılan kapıları yüzünden ezilerek ölenler olmuştu. Bayındırlık ve İskân Bakanlığının düzenlediği projelerde bu lâzime yerine getirildiği halde uygulama sırasında ne hikmettir bilinmez, herkes yine alışageldiği detayları uygulamıştır. Lûtfen okul binalarının giriş çıkış kapılarına dikkat edin. Acaba kaç tanesi projeye uygun yapılmıştır? Okullarda yapılan deprem güçlendirme ameliyesi yanında bu gibi hatâların da düzeltilmesini diliyorum.

Konutlarda ve ofis binalarında duvara sabitlenmemiş dolaplar da depremde devrilerek önemli yaralanmalara, hattâ ölümlere neden olabilmektedir. Vestiyer, gardırop, dosya dolaplarının inşa sırasında gömme tabir edilen sabit dolaplar olarak yapılması gereklidir.

Bu saydıklarım, ilk akla gelenler. Peki, bu ve bu gibi çok basit detaylar niçin yapılmaz? Çünkü mîmârî ve inşâî standartlar yurdumuzda bir türlü yerli yerine oturmamıştır. Oturmayan standartlar, sadece depremle sınırlı değildir. Örneğin konutlardaki yüzme havuzlarının derinliğini 2.20 metrelerden 1.40 metreye daha yeni indirebildik. Balkon korkuluklarımız daha 1.10 metreye çıkmadı. Parmaklık demirleri yatay yapılmaya devam ediyor; herhalde çocuklar merdiven gibi çıkıp düşsünler diye. Neyse, bunlar ayrı bir yazı konusudur.

Bütün bu yazdıklarımı özetlersek:

Doğru proje + Doğru yapım = Kurtuluş

Doğru proje + Hatâlı yapım = Hasar veya yıkım

Hatâlı proje + Doğru yapım = Yıkımla ve ürkü ile gelen ölüm

Hatâlı proje + Hatâlı yapım = % 100 ölüm.

Tabii ki yanlış araziye, mimarsız ve mühendissiz, gelişigüzel yapılmış kaçak yapılar, gecekondular ve imara uygun da olsa denetimsiz inşa edilmiş yapılarda oturan ve çalışanların encâmını Tanrıya havale etmekten başka elimizden gelen bir şey yok. Unutmayalım ki İstanbul’umuzun % 60 tan fazlası kaçak yapı ve gecekondulardan oluşuyor. Bu yüzdeye ne kadar olduğunu bilemediğim hatâlı ama imarlı yapıları da ilâve edersek, kentimizi ne kadar büyük bir felâketin beklediğini tahmin etmek için Nostradamus olmaya gerek yok
Yayın Tarihi : 3 Kasım 2006 Cuma 17:42:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?