Bilmem, ilginizi çekti mi? ‘5. Dünya Su Forumu’ 16 Mart 2009 günü İstanbul’da çalışmalarına başladı. Forum, ‘Birleşmiş Milletler Dünya Su Günü’ olan 22 Mart 2009 Pazar günü sonuçlanıyor. Forum çalışmaları, Haliç’te eski salhane olan, yeni Sütlüce Kongre ve Kültür Merkezi’nde, seremoniler Çırağan Sarayı’nda yapıldı. Japonya Veliaht Prensi, Marsilya merkezli Dünya Su Konseyi ve Türkiye tarafından organize edilen foruma 20 binden fazla katılım olduğu söyleniyor. Bu forumla Türkiye’nin en büyük kongresi gerçekleşmiş oluyor. Genel Sekreter, Alman Çevre Bakanının ‘çevre maestrosu’ olarak nitelendirdiği danışmanı Prof. Dr. Oktay Kabasaran. Amerika’da olsun, Avrupa’da olsun, iftihar ettiğimiz değerlerimizden biri. Bu gibi değerlerin, Türkiye’de kalıp tu kaka olmaktansa, değerbilir ülkelerde çalışmalarında isabet var.
5. forumun ana teması, ‘Su için farklılıkların birleştirilmesi’ olarak seçilmiş. Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ev sahipliği ile devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı bir de ‘mini zirve’ gerçekleşti ve dünya hükümetlerini su konusunda önlemler almaya davet eden bir metin yayınlandı. Ve de sınır aşan sularda işbirliği yapılması gündeme getirildi. Forumun, su yatırımlarında çokuluslu şirketlere olanak tanımak ve kredileri bu ön koşulla sağlamak amacını güttüğü anlaşılıyor. Küreselleşme paralelinde çalışan bu foruma itirazların olması doğal karşılanmalı idi. Ne yazık ki öyle olmadı. Doğal dengenin bozulmasına, suyun uluslar arası özelleştirme ve pazarlanmasına karşı çıkan protestocular, silâhlı-taşlı eylem yapmadıkları halde polisin haşin müdahalesi ile karşılaştılar. Dünya su gününde su ile püskürtüldüler. Amerika’dan gelen bir kısım gençler sınır dışı edildiklerinde, fikirlerini ifade etmeye bile tahammül edemeyen Türkiye’nin tutumunu protesto ettiler. Bizimkilerden içeri alınan 20 kadar genç, her halde polisten dayak yemeyi kanıksadıkları için olsa gerek, polis kıskacı altında fazla direnmeden ‘Vatan hainleri’ diye bağırmakla yetindiler.
Bu vesile ile biraz ‘su’dan bahsedelim. Dünyada yaşam, suda başlamış daha sonra karaya intikal etmiştir. Bizler, varlığımızı suya borçluyuz; bedenimizin üçte ikisi sudan oluşur. Lavoisier’nin ‘Hiçbir madde yok olmaz, yoktan var olmaz, ancak şekil değiştirir’ yasası, sular için de geçerlidir. Sular, bulut-yağış-buharlaşma evreleri ile dünya yüzeyinde ‘hidrolik döngü’ sergiler. Ne var ki atmosferik şartlar, suyun yeryüzündeki dağılım oranını eşit kılmamıştır. Su alan bölgelerde bile zaman zaman iklim değişiklikleri ile kuraklık yaşanabilmektedir.
Türkiye’de, 50 yıl evveline kadar yeraltı ve yerüstü su rezervi açısından yılda kişi başına düşen su rezervi 3 bin metre küpken, son yıllarda artan nüfusumuz ile yılda kişi başına düşen su rezervi 1400 metreküpe kadar gerilemiştir. Dünyada 3 bin metreküpün altındaki ülkeler su fakiri olarak nitelenir. Su kıtlığı çeken 26 ülkeden 14’ü Ortadoğu ülkeleridir. Biz henüz bu kategorinin içinde değilsek de gelecekte su rezervimizin yeterli olacağı söylenemez.
Tarım-sanayi, içme-kullanma suları tüketiminde, sulak bölgelere ve atmosfer olaylarına bağımlı olmamız düşünülemeyeceğine göre, suları belirli yerlerde depolamak ve belirli yerlere ulaştırmamız gerekir. Bu çalışmaları, yurt ölçeğinde ve kent ölçeğinde ele alalım: Yurt ölçeğindeki çalışmalarda, sulu tarım için baraj, regülatör, gölet, sulama kanalları, enerji üretimi için de yine baraj inşaatları önem kazanmaktadır. Baraj inşaatı konusunda başarılı çalışmalar yapmamıza karşın, şu anda hidrolik potansiyelimizin yüzde 30 kadarını kullanıyoruz. Demek ki gerek sulamada gerekse enerji üretiminde kat edecek çok yolumuz var. Her yatırım gibi baraj inşaatının da artı ve eksi yönleri vardır. Baraj inşaatları, yüksek inşa maliyetleri yanında elektrik üretimindeki düşük işletme masrafları ile tercih edilen yatırımlardır. Enerji üretimi yanında tarım sulaması da yaparak bir taşla iki kuş vurmuş oluruz. Baraj gölleri ile kurak mevsimleri atlatır, sulu tarıma geçer, bölgeye balıkçılık ve su sporları olanakları sunarız. Böylece enerji ve sulamanın beraberinde bölgeye sosyal gelişim de gelir. İklim değerlerinde de müspet oluşumlar yaşanır. GAP çalışmaları sonlandığında bölgenin ekonomik ve sosyal çehresinin değişeceğine hiç şüpheniz olmasın. Bütün bunlar yatırımın artı yönleri; baraj göllerinin doğal çevreyi ve bazı yerleşimleri, özellikle arkeolojik değerleri sular altında bırakması eksi yönleridir. Hasankeyf’in baraj suları altında kalması, Anadolu kültürüne darbe niteliğindedir. İşte, yurt planlamasının doğru yapılması gereği burada da karşımıza çıkıyor.
Şimdi de konuyu kent ölçeğinde ele alalım: Bu gün modern ve yeterli temiz su ve atık su şebekesini kurmayan bir kent düşünülemez. Ancak bir insanın günlük su tüketimi ülkelere, bölgelere, eğitim düzeyine ve sosyal sınıfına göre değişim gösterebiliyor. Tüketimin azami ve asgari değerleri, amprik bir yaklaşımla şöyle: Kişi başına banyo için 60-120 litre, el yıkama ve diş fırçalama için 6 litre, tuvaletler için 20 litre, yemek, bulaşık, çamaşır yıkama, ev temizliği için 60-120 litre, içmek için 4 litre günlük suya gereksinim vardır. Demek ki toplamda 150-270 litre günlük tüketim gerekmektedir. Bu rakamlar, ABD ve gelişmiş Avrupa ülkelerinde 270 litre, Güney Amerika’da 184 litre, Asya’da 143 litre, Afrika’da 67 litre, Türkiye ortalamasında 111 litre olarak hesaplanmıştır. Hijyen, bu rakamlarla idame edilebileceğine göre hiç kimseden bu kalemlerde su kısıntısı yapması istenemez. Bu rakamlara, örneğin çim sulamak, araba yıkamak gibi tüketimler için kişi başına günlük 60-120 litre eklemek gerekebilir. Bu rakamla beraber ABD’de kişi başına günlük tüketim 400 litreyi bulur. Yeterli su verilemeyen ülkelerde, taşlık, balkon, araba yıkamada ekonomiye gidilmesi, çim ve bahçe sulamada damlama ve köke su verme tekniklerinin kullanılması gerekir. Kentlerin temizliği, yeşil alan sulamaları, havuzlar ve sosyal donatıların su giderleri de modern kentlerin vazgeçilmezleridir.
İstanbul, Ankara gibi yoğun nüfusun yaşadığı ve yerel su kaynaklarının yetersiz olduğu kentlere, uzak bölgelerden su getirmek büyük masraflara neden olduğu gibi, suyunu aldığımız bölgenin de doğal su hakkını gasp etmiş oluyoruz. Bunun çözümü, yine yurt genelinde planlama ile nüfus yoğunluğunu yasal teşviklerle belirli bölgelere kaydırmaktır. Örneğin, İstanbul’un daha fazla büyümesine olanak veren ticaret ve sanayinin daha bol su olanaklarına sahip bölgelere kaydırılması gerekir. Keza su fakiri durumuna gelen Ege bölgesinde nüfus artışının teşvik edilmemesi, buna karşın örneğin Çukurova bölgesinde Seyhan, Ceyhan, Göksu, Batı Akdeniz’de Manavgat gibi nehirlerin bol debili sularını denize akıtacağımıza, yeni yerleşim merkezleri yaparak, yeni kentler kurmak ve bu suların insanların tüketim ve hizmetine verilmesi düşünülemez mi?
Size Çin’den örnek vereyim: Çin’de 1949’da nüfusu 2 milyondan fazla 58 kent varken, 1970’de 193, 1995’de 640 yeni kent kurulmuş bulunmaktadır. Bu kentlerin, kolay ulaşılabilen ve su rezervi elverişli bölgelerde inşa edilmiş olduğunu, konut ve iş merkezi olarak 10 bin gökdelen içerdiğini söylersem belki de küçük dilinizi yutarsınız.
Biz temizliği değil, lüks'ü severiz. Herhalde, Türkiyede, kişi başı 111 lt. su tüketiminin büyük kısmı çim sulama, araba yıkamaya gidiyordur.
Forum 22 Mart Pazar günü sonuçlandı. 150 ülkenin iştiraki ve iyi bir organizasyonla yapılan toplantılar sonucunda yayınlanan bildiride, atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmediği, esasen forumun yaptırım gücünün olmadığı anlaşıldı. Foruma kamuoyunun ilgisizliği boşuna değilmiş.