29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Ege sahil beldelerimiz ve Yunan adaları

Bir Ege yazının daha sonuna geldik. Ege sahil beldelerimiz, Kuzeyden Güneye, Behramkale (Asos)’dan başlar, Ören, Ayvalık, Cunda, Dikili, Çandarlı, Foça, Çeşme, Seferihisar, Kuşadası, Didim, Bodrum, Gökova Körfezi, Marmaris, Datça, Fethiye’ye kadar uzanır; Kaş’da Akdeniz’e ulaşır.

Keza bize komşu başlıca Yunan adaları da Kuzeyden Güneye Midilli (Lesvos), Sakız (Hiyos), Sisam (Samos), İleryoz (Leros), Kelemez (Kalimnos), İstanköy (Kos), Sömbeki (Simi), Rodos, Mikonos, Santorini, … adaları olarak sıralanır.

Bu yazıda daha ziyade Bodrum Yarımadası ve çevresindeki sahil beldelerinden ve de beldelerimize komşu Yunan adalarından bahsedeceğim.

Yaz mevsimi gelince magazin gazetecileri soluğu Ege sahillerimizde, özellikle de Bodrum’da alırlar. Son bir iki yıldır İzmir’in Çeşme ve Alaçatı’sı da mutlu azınlığımızın iltifatına mazhar oluyor. Bu arada son yılların deniz sevdalılarında yat ve tekne sahipliğinde önemli bir artış gözlemleniyor. Zengin sınıfın mükellef yatları gibi olmasa da mütevazı bir tekne (motorbot veya yelkenli) sahibi olmak artık atla deve değil. Otomobil sahibi olabilecek maddi güce sahip pek çok halkımız, artık isterlerse tekne sahibi de olabilecek ekonomik düzeye ulaştılar. Kış aylarında çevreden ayrılsanız bile gözünüz arkada kalmasın; yeni açılan marinalar, bu gibi teknelerin yaz-kış bakım ve muhafazasını sağlıyor.

Geçmiş yıllarda, Bodrum’da kabına sığamayan yazlıkçılar, günübirlik gidip gelen motorlarla soluğu Kos veya Rodos’da alırlardı. Bir ara bizler de heves edip Kos ve Rodos’a günübirlik gittiysek de ne yalan söyleyeyim, başımız göğe ermedi. Son yıllarda tekne ve yatları ile Yunan adalarına giden Türklerin sayısında epeyce artış oldu. Bu yaz, artık kanıksanan Kos ve Rodos adaları yanında Mikonos, Simi ve Santorini adaları teknecilerin tercih ettiği adalar oldu. Özellikle Santorini Adasında, barba Manos’un restoranında hâkim dil Türkçe olmuş. Onun yaptığı kalamar dolmasını, ahtapotu Bodrum’da onun gibi yapabilen yokmuş. Üstelik ister Uzo iç, ister Yeni Rakı iç, hepsi bulunuyor, ‘kafe-Grek’, yani bildiğimiz Türk kahvesi yanında Metaxas konyağı da cilâ oluyormuş. İster sirtaki dinle, istersen Zeki Müren dinle. Ondan sonra gelsin ‘’Çite telli Turkiko, şinanay yavrum şinanay’’ ile masa üzerinde göbek atmalar. Bütün bu güzellikler(!), üstelik de Bodrum restoranlarının nerdeyse yarı fiyatına imiş.

Ballandıra ballandıra anlatılanları, bizler de ağzımız bir karış açık dinliyoruz. Bu kadarla kalsa yine de iyi. Bir de ‘’Ah kardeşim, o adaların güzelliği; o sokakların, o pansiyonların temizliği, sahile inci gibi sıra sıra dizilmiş o evler, o restoranlar yok mu, hepsi de birbirine uyumlu, aynı stilde; aralarında bizdeki pespaye binalara hiç rastlamazsın’’ demiyorlar mı, sinir oluyorum. Evet, basınımızda da zaman zaman ve aşağı yukarı aynı mealde yazılar çıkar. Yunan adalarının mimari ahenginin bozulmadan devam ettiğini, yaptıkları yeni binaların da aynı üslûbu taşıdığını; bizim kıyılarımızda ise aynı üslûbu taşıyan Rum’dan kalma binaların yanına yapılan kötü vasıflı binalarla çevrenin bozulduğunu, velhasıl beldelerimizin çirkin betonlaşmaya teslim edildiğini yana yakıla yazarlar. Bu yazılarda çirkin yapılaşmalar konusunda doğruluk payı vardır. Ne var ki bu yazarların atladıkları bir nokta, olaya en yalın şekliyle de olsa mimarlık ve şehircilik sanatları yanında, sosyolojik ve demografik açıdan da bakmaları gereğidir.

Her şeyden evvel, Yunan yakasının statikliğine karşı, Türk yakasının dinamizmini dikkate almalıdırlar. Bu arada şunu da unutmayalım ki, Yunan beldelerinde görülen, bizim de takdir ettiğimiz mimari düzen, antik Yunan’dan gelen klâsik mimari ve şehircilik ve de kültür mirasının gelenekselleşmesi şeklinde de yorumlanabilir. Bu adalarda Rum mimarisinin yaşatılmasında, adalarda kayda değer nüfus artışları olmadığının, büyük göçlerin yaşanmadığının, büyük yatırımlara gidilmeyip turizmi otantik ve geleneksel bir ortam içinde sürdürme politikalarının da dikkate alınması gerekir kanısındayım.

Bizim Ege sahil beldelerine gelince: Ülkemizin dinamik yapısı, belde ve kentlerimizin gelişimine yansıyor dersem kızmazsınız her halde. Beldelerimiz, bu dinamik ortam içinde ve de geçen zaman içinde, bugüne değin yedi farklı evreden geçmiş ve bu günkü profiline ulaşmıştır. Sahil beldelerimizin ve de kentlerimizin görünümünü iyi veya kötü şeklinde niteleyebiliriz; ama mimarinin git gide iyiye doğru yol aldığını görüyoruz. Şimdi beldelerimizin, özellikle Bodrum beldelerinin geçirdiği farklı evrelere kısaca değinmek istiyorum:

Birinci evre: Kurtuluş Savaşından önceki Osmanlı döneminde sahil beldelerinde yaşayan halk, Rum çoğunluk ve Türk azınlıktan oluşuyordu. Türk çoğunluk, iç bölge beldelerinde olup sahil beldelerindeki Türkler, genellikle XIX. Yüzyıl Girit katliamından kaçanlardı. Rumlar ve Girit kökenli Türkler kayıkçılık, balıkçılık, süngercilik yapardı. Zanaat işleri ve ticaret, Rumların elindeydi. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan iç kesimlerdeki Türkler, incir, üzüm, meyankökü, zeytin, pamuk, tütün, buğday ve hayvansal ürünleri üretir ve Rum tüccara satardı.

Beldelerde Rum ve Türk mahalleleri ayrıydı. Rum mahallesindeki evler, sokaklar boyunca yan yana dizili ve cepheleri sokağa bakan evlerdi. İki tip Rum evi vardı. ‘Sakız biçimi’ evler, denizci, orta sınıf tüccar ve zanaatkârların oturduğu bir veya iki katlı, giriş holü ve tek veya iki yanında odalar olan yapılardı. Alt katta mutfak, tuvalet, yıkanma, yaşam odası, üst katta yatak odaları bulunurdu. Zengin Rum evi ise ‘kule tipi’ evlerdi. Bu evler iki veya üç katlı olup üst terasa merdiven kulesi ile ulaşılır. Dış tecavüzlere karşı korunaklıdır ve terasın köşe duvarlarında savunma amaçlı mahmuz şeklindeki çıkıntılar bulunur. Tüm evler beyaz badanalı, söğe, pencere ve kapılar mavi boyalıdır. Sokaklar her gün ev sahibi madamlar tarafından süpürülür, yıkanır, akşam olunca ‘kapı önü muhabbeti’ başlar, gece yarısına kadar hep birlikte şarkılar söylenirdi. Tarifini verdiğim beldelerimizdeki bu Rum evleri ile bu günün Yunan adalarındaki evler aynı özelliklere sahipler.

Türk mahallesindeki evlerin cepheleri yüksek duvarla sokağa kapalı, içe dönük evlerdi. Mimaride ‘musandıralı evler’ olarak anılıyor. Evin açık ‘hayat’ kısmında tandır-ocak ve üzüm asmalı pergola bulunur. Günlük yaşam, bu hayatta geçer. Yüksek tavanlı iç mekânda yunmalık (gusülhane), odunluk, kiler, kiler üzerinde musandıra denilen ahşap ara katta yatak kısmı bulunur, bu ara kat, ev sahibini yılandan, çıyandan korurdu. Tuvalet bahçede ve ayrı olarak yapılırdı. Evlerin üzeri düz dam olup, ahşap kiriş ve özel toprakla kapatılır, çatı ve duvarlar evi yazın serin, kışın sıcak tutardı.

İkinci evre: Zaferden sonra, beldelere yerleşen ‘mübadiller’ evresidir. Girit ve diğer Yunan kıyı beldelerinden gelen mübadil Türkler, boşalmış bulunan Rum evlerine yerleştirilmiş, kayıkçılık, balıkçılık, süngercilik işlerine devam etmişlerdir. Kırsal kesimlerden gelen Türkler, bahçesiz Rum evlerinde rahat edememişler, kendilerine verilen arazi ve bahçeler içinde tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlamışlar, kendilerine musandıralı evler inşa etmişlerdir.

Üçüncü evre: Kendi kabuğunda yaşayan, mütevazı Bodrum’a, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın sürgün gönderilmesi ile başlayan evredir. Bodrum’u ve halkını çok seven, edebiyat dünyamızda ‘Halikarnas Balıkçısı’ olarak anılan sanatçı, yapıtları ve beldeye hizmetleriyle Türk kültür çevrelerine yeni ufuklar açmıştır. Bodrum sahiline palmiye ağaçları dikmiş, Riviera’dan getirttiği begonvilleri adeta kentin simgesi yapmıştır. Keza satsuma (mandalina) yetiştiriciliğini de teşvik eden Halikarnas Balıkçısı’dır. Aslında palmiye, hurma, föniks tipi ağaçlar, Güney Akdeniz ve Arap Yarımadası ağaçları olup Ege’de fazla rastlanmaz. Ege’nin doğal bitki örtüsü genelde ‘maki’ olup dağlarında çam ormanları vardır. Tanrı Rahmetini esirgemesin, Dr. Behçet Uz da İzmir’e palmiyeyi getiren belediye başkanıdır. Palmiye, Yunan adalarında fazla rağbet bulmamış, adalar doğal halleriyle yer yer makilik, yer yer de yabani otlarla kaplı kalmıştır. Belki de adaların doğal halini bozmak istememişlerdir.

Kuru ve kel Yunan adaları karşısındaki Türk beldeleri ise yemyeşil. Ne var ki Bodrum’un yerli halkı bu yeşilden şikâyetçi. ‘’İstanbullular geldiler; her yanı ağaca, çime, çiçeğe boğdular; iklimimizi bozdular. Eski kuru ve sağlam havamız artık nemli bir hal aldı’’ diyorlar.

Halikarnas Balıkçısı, dostları olan sanatçı ve üdebaya ‘Mavi Yolculuk’ sevdasını aşılayan adamdır. Türk kültür ve sanat çevreleri, çamların denize kadar uzandığı güzel koyları (mahalli dille bükleri) adeta yeni keşfetmiş gibidir. Bu hareket iç turizm açısından da bir dönüm noktası olmuştur.

Dördüncü evre: İstanbul’da deniz kirliliğinin başlamasıyla denize âşık İstanbullunun yollara düşüp tatil beldelerini keşfettiği evredir. Beldelerde, özellikle Bodrum’da, pansiyonculukla başlayan iç turizmde, ‘devre-mülk’ sisteminin gündeme gelmesiyle büyük çapta patlama yaşandı. Karadenizli inşaatçılar geldiler, kolları sıvadılar. Özellikle orta sınıf halktan gelen taleple tepelerde ve sahillerde büyük oranda yapılaşma başladı. Bu sistemde inşa edilen yazlıklar, nakit değerlerine göre değişim gösteren, iyi, vasat ve kötü kalitede yapılardı. Beldelerdeki niteliksiz mimari ve niteliksiz ve yoğun yapılaşma, bu dönemde inşa edilen devre mülklerle başlamıştır.

Daha sonra, üst sınıflar için inşa edilen ve adlarına ‘villa’ denilen evler topluluğundan oluşan siteler, tepeleri ve sahilleri işgale devam etmiştir. Bu gibi sitelerde, denize giren, jet-ski kullanan, güneşlenen, içki sofraları kurup bir arada yemek yiyen, müzik dinleyen, kitap ve gazete okuyan, şortla alışverişe giden aileler, barlarda eğlenen, dans eden gençlerle yeni bir sosyal yaşam biçimi beldelere hâkim olmuş, yerli halk bundan faydalanmış ve bu tip yaşama uyum sağlamıştır.

Ne var ki Bodrum imar plan ve yönetmeliklerinde uyulması zorunlu kılınan geleneksel Rum ve Türk mimarisindeki sakız biçimi, kule tipi ve musandıralı ev projeleri, aynı tip evlerin yan yana ve üst üste, adeta iç içe dizilmeleriyle çevrenin betonlaşmasına, dolayısıyla da çevre ve estetik değerlerin yitirilmesine neden oldular.

Bu arada Gümbet bölgesinde açılan üç ve dört yıldızlı otellerle dış turizme açılım başladı; gelen turist orta sınıf da olsa beldenin dünyaca tanınması başlamış oldu.

Beşinci evre: Aslında bu evre, dördüncü evre ile beraber başlamıştır. Yapıları inşa edecek ucuz düz işçiye, ameleye ihtiyaç vardı. Beldelerin yerli halkı arasında bu gibi işlere teşne insan yoktu. Bu gibi ağır işlerde, Doğu ve Güneydoğunun delikanlıları çalıştı. Amele koğuşlarında kalan bu gençler, zamanla ailelerini getirterek hayatlarını bu beldelerde devam ettirmenin yolunu aradılar. İyi yaşamak elbette ki her insanın hakkı idi. Yetersiz konutlarda, zor şartlarla yeni yaşamlarına başlayan bu ailelerin ikinci ve üçüncü nesilleri, dil ve geleneklerini kaybetmeden okudular, pek çoğu belde çapında büyük sayılabilecek firmaların başına geçtiler, ticaret ve eğlence sektöründe söz sahibi oldular. İnşaatçı Karadenizliler, uşaklarını getirterek yazlıkçıların günlük gereksinimlerini karşılayacak hizmet sektörüne de el attılar. Balıkçılık, fırıncılık, pastacılık, restorancılık ve de hazır beton ve inşaat malzemesi üretiminde başarılı firmalar kurdular.

Bu tür grupların ilk nesilleri, şu anda ayrı ayrı mahallelerde, mimarsız mimari içinde, içe kapanık ve kendi kültürleriyle yaşamlarını devam ettirseler de gördüğüm kadarı ile gençlerin modern yaşam şartlarına uyması çok yakındır gibime geliyor. Karnı doyan insanın terörle işi olmuyor.

Altıncı evre: Türkiye’nin jet sosyetesinin ve bir kısım yabancı zenginin bu gibi beldeleri tercih ederek malikânelerini ve çiftliklerini kurdukları dönemdir. Artık Bodrum koylarına demirli, dünyanın sayılı büyükleri arasına girebilecek yatlar içinde ve lüks mekânlarda üst düzey bir yaşam sergileniyor. Beldeler bu görünümleriyle Güney Fransa sahillerini aratmıyor. Tabii ki bu bala üşüşen sinekler de az değil. Zaten yukarda da söylediğim gibi magazin basınını işi gücü bu gibi insanlarla.

Yedinci evre: Son evredir. Bölgenin dış turizme açılımı, organize kitle turizmi için inşa edilen beş ve yedi yıldızlı oteller, oteller, oteller; plajlar, plajlar, plajlar; marinalar, marinalar, lüks markaların satıldığı alış-veriş merkezleri, vesaire, vesaire…

***

Görülüyor ki bu Türk dinamizmi içinde gelişen beldelerimiz için hâlâ daha ‘’Ah, vah’’ ederek ‘’Nerede eski Bodrum; güzelim beldemiz ne hallere düştü; Yunan adalarından da mı örnek almıyoruz’’ demenin âlemi var mı? Takdir sizin.
 

 

yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 25 Eylül 2011 Pazar 17:28:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Nazmi Öner IP: 94.123.48.xxx Tarih : 28.09.2011 23:32:22

İnsan ev ilişkisi, evlerin meslek ve servetlere, coğrafyaya, inançlar ve kültürlere göre fonksiyon farklılıkları ve bunların tarihi gelişimi, ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Kutlarım.


Yılmaz Ergüvenç IP: 94.120.145.xxx Tarih : 27.09.2011 16:29:34

Saygıdeğer Dr. Selçuk Bey. Mütevazı yazılarıma gösterdiğiniz ilgi ile beni yüreklendiriyorsunuz. Aslında ben yazar değilim, Politika dışında ve mesleğimin içinde kalma gayreti içinde bir şeyler karalamaya çalışan bir emekliyim. Yazılarımla ilgilendiğiniz ve okuma zahmetine katlandığınız için size çok çok teşekkürler...


Dr. Selçuk Ant IP: 95.7.58.xxx Tarih : 26.09.2011 21:05:36

Sayın Yılmaz Ergüvenç; Hiçbir zaman ve hiçbir kimse tarafından tartışılamayacak ve de sizlere özgü bilgi kaynaklarınızla yayımladığınız bu yapıta hiçbir yorum ve ilave yapılamayacağı gibi, biz okurlarınız ancak en derin takdirlerini ve saygılarını sunabilir. 


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.251.110.xxx Tarih : 30.09.2011 16:41:58

Okurlarımdan özür diliyorum. Birinci evredeki evler konusunda önemli bir noktayı atlamışım. Türk evleri de iki türdür: Avlulu evler ve musandıralı evler. Avlulu (atriumlu) evlerde yaşayanlar tarımla iştigal etmeyen, balıkçı, süngerci ve esnaf Türklere aittir. Sokaktan avluya girilir. Avlu ortasında büyük su küpü bulunur, avlu çevresinde önü revaklı odalar sıralanır, evlerin kapı ve pencereleri revaka açılrdı.  


Teoman Törün IP: 95.14.216.xxx Tarih : 27.09.2011 17:25:08

Böylesine tatlı, ballandıra ballandıra anlatırsan biz de durur muyuz, insana bu yaşda dinamizm aşılıyorsun Sevgili Yılmaz; bu sezon Yunan adalarında, gelecek yıl da Bodrumdayız.