18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Fatih’le Kanuni Akraba mı?

Bu sabah TV’nin ‘’Haber Turk’’ kanalında, Pakize Suda Hanımefendinin başarı ile gerçekleştirdiği sokak anketi programı vardı. Bu hafta Konya’da idi ve anketinin konusu ‘’İstanbul’u hangi tarihte ve kim fethetti’’ ve ‘’Fatih, Kanuni ile akraba mı?’’ şeklinde idi. Şimdi sizler içinizden Allah bilir, ‘’Amma da yaptın haa, bu da sorulur mu, bunu bilmeyenin alnını karışlarım’’ diye söyleniyorsunuzdur belki de. Hayır, kazın ayağı hiç de öyle değil.

Evvelâ şu hususu belirleyelim ki Pakize Suda, her şeyiyle dopdolu, hâzâ bir Hanımefendi. Ece’de falan şarkılarını çok dinlemişliğimiz vardır. O zamanın magazin gazetecileri, soyadı olan Suda için ‘’at water’’ derler, akılları sıra kafa bulurlardı.

Her ne ise, biz konumuza dönelim. Bir kere Pakize Hanımın sorularına muhatap olan, genç–yaşlı, kadın–erkek, efendi–külhâni, tesettürlü–mini etekli, blucinli–takım elbiseli, sakallı–matruş, her ne ise birçok vatandaşımızın haklarını yemeyelim, yüzde doksandan fazlası İstanbul’u fethedenin Fatih Sultan Mehmed olduğunu, fetih tarihinin 1453 olduğunu bildi, şıp diye söyledi. Bunda şaşılacak bir şey yok. Vatandaşlarımızın doğumlarından tut, ölümlerine kadar, binlerce kere -dikkat edin okuduğu demiyorum- duyduğu bir bilgi.

Şimdi gelelim Fatih Sultan Mehmed’le Kanuni Sultan Süleyman akraba mı, değil mi sorusuna. Burada iş değişiyor. Yok kardeşim, birçok vatandaşımız ne yazık ki bu soru karşısında ‘’nato kafa, nato mermer’ bir durum sergiliyor. İnsan neredeyse Aziz Nesin’e hak verecek. Yüzde doksana yakını ya ‘’akraba değil’’, ya da ‘’bilemiycem’’ diyor. Birisi de ‘’Tabii akraba, Fatih, Kanuni’nin oğludur’’ dedi. Başka birisi, ‘’Lisede okumuştuk, akrabalar ama aralarında bir de Dördüncü Murat var galiba’’ dedi. Dershaneye devam ettiğini söyleyen bir öğrenci ise ne Fatih’i, ne fetih tarihini, ne de Kanuni’yi bilebildi.

Hayır, Aziz Nesin’e hak vermiyorum. Halkımızın ’’IQ’’sunun diğer insanlardan aşağı olduğunu düşünmüyorum. Peki, sorun nerede? Sorun, eğitim sistemimizde. Çünkü eğitim sistemimiz ezberciliğe dayanıyor. Ezber öyle bir şey ki, insan kafasının önemli bir kısmını işgal ediyor. Muhakeme (yargılama) yeteneğine de gem vuruyor. Ezberi devamlı ‘’zikir’’ etmezseniz, aldığınız bilgiler, hayat gailesi içinde kafadan uçup gidiyor.

Bir de şu var. Öğrenciler genellikle ‘’Tarih’’ dersini sevmezler. Hakları da yok değil, Çünkü bizde tarih diye okutulan, bir nevi uluslararası savaşlar kronolojisidir. Ezbere dayanır. Tarihlerini de şıp diye söyleyeceksiniz. Derslerde uluslar ve olaylar arasında mukayese (karşılaştırma) yapılmaz, konular tartışmaya açılmaz. Ne var ki burada öğretmenleri suçlamamak gerekir. Milli Eğitim Bakanlığının ilgili kurulları ‘’müfredat’’ı (ideolojik ilkeleri, konuları ve programı) saptarlar; kafalarına uyan bir tarihçiye yazdırırlar veya onun kafalarına uyan bir kitabını seçerler; ders kitabı yaparlar.

Ben tarih konularını sevdiysem, bunun nedeni lisede iyi bir öğretmene düşmem yüzündendir. Nur içinde yatsın, Vefa Lisesinde tarih öğretmenimiz Reşat Ekrem Koçu, ‘’Kaldırın önünüzden şu tarih kitaplarını, gözünüzü dört açın, beni dinleyin, yeter’’ demiş ve bizlere tarih dersini sevdirmişti.

Son günlerde herkes kafayı ilk ve orta eğitime getirilen 4+4+4 yıl sistemine taktı. Politikacılar, sanki eğitim uzmanlarının bilimsel çalışmaları ve önerileri sonucunda, bu sistemin daha iyi bir eğitim vereceğine kani oldular da mı bu yasayı yürürlüğe koydular? Hayır. Peki, muhalefet, daha iyi bir öneri sunabildi mi? Hayır. Yoksa körü körüne mi eski statükoyu savunuyorlar? Evet. Demek ki ortada hiçbir müsbet bilim çalışması yok. Ne var ki şimdiki eğitim sistemi de çok matah bir şey değil.

Öğrencilerimizin matematik problemleri çözümünde dünyada sondan ikinci (birinci bir Afrika ülkesiymiş) olduğu, en basit test sorularında çuvalladığı, birçoğunun fikrini ifade edecek bir kompozisyon yazmaktan aciz olduğu, Türkçeyi 200 kelime ile konuşabildikleri gerçeğini nasıl unutabiliriz?

Konuya bir de öğretmenler açısından bakarsak, bir zamanlar ‘’İrfan ordusu’’ diye nitelenen ve değer verilen öğretmenlerimizin, sürekli eğitimlerine ve sosyal şartlarına önem verilmediğini; üniversitelerimizin, dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına giremediklerini, birkaçı hariç pek çoğunun bilimsel çalışmalardan uzak, sadece öğretim verme düzeyinde olduğunu niçin görmezden geliyoruz?

O zaman çocuklarımızı kolaycılığa kaçarak suçlamamız reva-i hak mı?


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 20 Nisan 2012 Cuma 11:14:12


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem yücel IP: 92.44.147.xxx Tarih : 22.04.2012 11:33:09

Değerli sütun arkadaşım,

Son derece yerinde tespitlerde bulunmuşsunuz. Zaman zaman izleme olanağını bulduğum Pakize Suda'nın programı toplumumuzun kültür aynasıdır. Tarih bilincinin yanı sıra kültür ve siyasetten uzak bir toplumuz... Öğrencilerin böylesine cahil olmasının nedeninin mevcut sınav sistemleri olduğunu defalarca yazdım. Felsefe, sosyoloj ve mantık derslerini kaldıran eğitim sisteminden daha  ne beklenir? Düşünmeyen, okumayan bir toplum çıkar ortaya... Son üniversite sınavında sıfır çekenler bunun tipik göstergesidir. Eski ideallist  öğretmenler  bugün yok. Eğitim fakülteleriden mezun olup yıllarca atama bekleyen öğretmenlerden ne beklenir? Geçim sıkıntısı apayrı konu...

Sizin değindiğiniz Reşat Ekrem Koçu bir süre benim de hocam olmuş ve ölümüne kadar da yanından ayrılmamıştım. Yeni mezun olduğumda beni o zamanın en büyük gazetelerinden Tercüman'a götürmüş, "Bu burda yazacak" demişti. O gün bugün yazıyorum...

Pakize Suda  İstanbul'un fethini herkes biliyor demişti ama eksik söylemiş. Bir de  6 Ekim nedir diye sorsaydı acaba ne yanıt alırdı? Veya İstanbul'un fethi ile kurtuluşu arasında ne fark var diye sorsaydı?

Benim genç neslin eğitim düzeyinin yükseleceğinden hiç ümidim yok. Bugünkü müfredata dayalı, sorgu sormanın, düşünce özgürlüğünün olmadığı, tarih başta olmak üzere diğer dersler ne verebilir ki? Ayrıca para basan dershane sistemi ortada oldukça...

Dindar nesil yetiştirme çabasında olanların eğitime hakkı olan yeri vereceğini ise hiç sanmıyorum.

Atatürk, İstiklal Savaşı sonrasında "Asıl savaşımız şimdi başlıyor, o da cehaletle savaş" demişti. İşte o savaş yıllar yılı devam etti ve  sonunda yenik düşen aydınlar oldu.

Kanayan yaraya parmak  bastığınız için yazınıza  birlerce teşekkür.