19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Günaydın

Yazlıkta her sabah, daha kargalar kahvaltı etmeden denize girmeyi âdet edindiğimizden beri erkenci birkaç komşumuzla plajda buluşur, herkesin aydınlık bir yüzle birbirine günaydın demesinin mutluluğunu yaşarız. İngiliz komşumuza good morning desek de ondan gunaydiinn lâfını işitmek hoşumuza gider. Arkadan denize ait harc-ı âlem konuşmalar sökün eder. ‘’Bugün hava ne kadar lâtif, deniz ne kadar güzel dî mi?’’, ‘’Yaa çarşaf gibi maaşallah, dün biraz dalgalıydı’’. Deniz randevusuna geç kalana ‘’Geç kaldınız dostum, birazdan halk plaja akın edecek, vatandaş denize giremeyecek’’ dersiniz; anlayan anlar, konuyu bilmeyen soran gözlerle size bakar.

İnsanoğlu denizin kucağındayken günlük gailelerinden sıyrılır. Henüz gazete okumadığınız için Mısır katliamına falan üzülmez, hükümet-cemaat ihtilâfına, sonu belirsiz kürd sorununa kafa yormazsınız. Ne var ki kafa hiç olmadık şeylere takılır. Yüzerken içinizden geçirirsiniz. Yâhu şu günaydın esenlemesi de nereden çıktı, kaç yıllık mâzisi var acaba? Babamız da günaydın der miydi? Demezdi. Belki de babam, babasına sabâh-ı şerîfiniz hayrolsun, efendibaba derdi. Belki o da oğluna Allâha emanet ol evlâdım derdi. Ben babama hayırlı sabahlar babacığım mı derdim? Şimdi anımsayamıyorum; ama ‘’Günaydın babacığım’’ demediğim kesin gibi.

Günaydın, her halde Türk Dil Kurumunun icâdı olsa gerek. Bir de tünaydın sözcüğü var. Biri sabah, diğeri akşam için, gün, tün, aydınlık sözcükleri bileşimiyle oluşturulmuş. Peki, günaydın sözcüğü tutmuş da tünaydın sözcüğü niye tutmamış? O dönemlerde, ‘’Sabah’’, ‘’Akşam’’, ‘’Gece Postası’’ gibi zamanı zikreden başlıklarla çıkan gazeteler kervanına, Haldun Simavî, bir de ‘’Günaydın’’ gazetesini eklemişti. Renkli, resimli ve ofset baskılı gazete çok popüler oldu, su gibi satıldı. Halkın beynine günaydın sözcüğünü yerleştiren ve bu denli popüler bir sözcük olmasını sağlayan, bu gazete olabilir mi acaba? Belki de olabilir, niye olmasın?

Ama günaydın sözcüğünü bulan uzmanın hakkını da yemeyelim. Gününüz aydınlık olsun, güzel bir deyim. Tünaydın’ınsa, öğleden sonranız mı, akşamınız mı, geceniz mi aydınlık olsun, ne anlama geldiği belirsiz. Batı dillerinde esenlemelerdeki ‘’good afternoon’’ gibi ‘’iyi öğleden sonralar’’ dilimize uymadığına göre, iyi sabahlar veya günaydın, iyi akşamlar, iyi geceler demek gâliba en doğrusu olmalı. Bu arada diğer vakitleri, iyi kuşluklar, iyi ikindiler, iyi yatsılar demeyi gereksiz bulmuşuz her hâlde. İyi geceler sözünü Batı dillerinde olduğu gibi bizde de arkadaşlarla buluştuğunuz gece toplantısına gittiğinizde söyleyemezsiniz. Çünkü bu esenlemenin içinde bir nevi vedâ eylemi vardır.

Selâmlamaya gelince. Arapça selâmınaleyküm ve karşılığında verilen aleykümselâm sözcüklerini hâlâ kullananlar var. Zannedersem daha ziyâde dînî çevrelerde revaç buluyor. Türkçe karşılığı olan esenlik sizinle olsun ve esenlik sizinle de olsun ibaresi hiç mi hiç kullanılmıyor. Bâzı TV dizilerinde herkes birbirine anlamsızca ve sadece selâm diyor. ‘’Selâm Maria’’, ‘’Selâm Roberto’’ diyerek Türkçeyi katlediyorlar. Dizi dublajcılarının ‘’Oh my God’’ı da dudak hareketlerine uysun diye ‘’Aman Tanrım’’ yaptıkları gibi. Merhaba sözcüğünü ise Halikarnas Balıkçısı çok kullanırmış. Aslını ararsanız o da Arapça. Peki, Türkler İslâm dîni ve Arap-Fars kültürü ile tanışmadan evvel birbirlerine nasıl esenlik diliyorlar, hangi sözcükleri kullanıyorlardı acaba? Ben bilmiyorum; her hâlde Türkoloji ana bilim dallarında çalışan akademisyenler böyle bir çalışma yapmışlardır.

Dün’ün kültürü ile yetişen, bugün’ün kültürüne uyum sağlamaya çalışan bizlerin, gerek konuşmalarımızda, gerekse yazılarımızda, ‘’son Osmanlıca’’ ile ‘’son Türkçe’’ arasında bocaladığımızın farkındasınızdır her hâlde. Her şeyde olduğu gibi diller de zaman içinde gelişir, ana yapı ve gramer esas kalmakla beraber bazı sözcükler unutulur, buna karşın birçok sözcük de yeni sözlüklerde yerini alır. Hele son yıllarda bilim ve teknolojinin logaritmik eğrinin de üzerinde ilerlemesi ile oluşan yeni terimler, dünyada bilim ve teknoloji terimleri birliği yaratmaya başlamıştır.

Zaman zaman Osmanlıca sözcüklere gereksinim (ihtiyaç) duymamız ise Türkçeleştirme politikası sonucunda oluşan felsefî ve soyut kavram yokluğunu giderme olarak düşünülebilir. Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce birçok soyut kavramın Türkçeye uyarlanması, ancak üniversite ortamında yapılacak ve yıllar yılı sürecek bilimsel çalışmalarla kazanılabilecektir.

Konuşma dilimizin fakirliği bir yana, yazı dilimizde acaba kaç sözcük kullanabiliyoruz? Bir yerde okuduğuma göre konuşmalarda İngilizcede 2000 sözcük, buna karşın Türkçede 400 sözcük kullanılıyormuş. Türkçede 160 bin sözcük bulunduğunu dikkate alırsak az-çok mürekkep yalamış kişilerin günlük konuşmalarında ve sohbetlerinde daha fazla sözcük kullandıklarını zannediyorum. 160 bin sözcüğün bir kısmının deyimler ve argo tâbirler olduğunu, bir kısmının yerel şîve ve ağızlardan geldiğini, önemli bir kısmının da Osmanlıca ve bugün kullanılmayan ölü sözcükler olduğunu dikkate almamız gerekir. Bu nedenle de bilimsel çalışmalar dışında, okullarda kullanılan sözlükler, aşağı-yukarı 20 bin sözcüğü içeren sözlüklerdir.

Acaba yazı dilimizde kaç sözcük kullanıyoruz? Her halde konuşma sözcüğümüzden daha fazlasını kullandığımızı varsayıyorum. Yaşar Kemal, İhsan Oktay Anar, Elif Şafak gibi romancıların ve diğer edebiyat ustalarının, bizlerden çok daha fazla sözcük kullandıkları kesin. Bu ustalar bile, önemli bir kesime hitab etme zorunluluğu içinde, olabildiğince yalın tümceler kullanmak durumunda kalabiliyorlar. Türkçe düzeyini biraz daha yüksek tutan, Mario Levi, Selim İleri, Orhan Pamuk gibi ustalar, belli bir kesimden okur bulabiliyorlar.

Edebî dilin, o sürükleyici lezzetin dışında makale yazan bizler, dilimizde eksikliğini hissettiğimiz soyut kavramlara gereksinim duyduğumuzda, ister istemez Osmanlıca sözcüklere yer verebiliyoruz. Attila İlhan da bu eksikliği hisseder, zorunlu hâllerde Osmanlıcaya sığınır, Osmanlıca bilmeyen gençler için ise ‘’Öğrensinler efendim’’ derdi.

Yeni Türk dilindeki bâzı sözcüklerin yetersizliğine bir örnek vermek istiyorum. Kadıköy, Göztepe’de bir İran Lisesi vardır. Bu lise, fî tarihinde, her halde bir diplomatik jest gereği, Rıza Şah Pehlevî’nin bir cemîle olarak gönderdiği hibe ödenekle inşa edildi. İsmi de Aryamehr (Şâhın bir unvanı, arslanlar arslanı) Lisesi oldu. İran’ın o zamanki konsolosu ile Vilâyet nezdinde bir protokol yaptık. Ödemeler, Vilâyet adına Konsolosluğa gönderdiğimiz yazı ve ‘’hakediş raporu’’ uyarınca yapılıyordu. Yine bir hakediş günü, yardımcımın yazdığı ve benim de belki dalgınlık, belki de umursamazlıkla imzaladığım yazıda, Şah için ‘’adıgeçen’’ deyimi kullanılmış. Şehinşah Hazretleri hakkında nasıl adıgeçen dersiniz diye Valiye kadar akseden ve skandal olarak nitelenen bir davranışla, konsoloslukta kıyamet koptu ve para ödenmedi. ‘’Bok canına olsun, ödemezlerse ödemesinler, biz o paraya muhtaç mıyız’’ kabîlinden ilk öfke nöbetini atlattıktan sonra gittim, Konsolostan şifâhen özür diledim; yazıyı rica minnet geri aldım, adıgeçen yerine Şehinşah Hazretleri yazan yeni yazıyı ilettim. Hâriciye câmiasında bizim yaptığımızın adı, her hâlde en azından acemîlik olmalı.

Tabii ki Osmanlıcada adıgeçen diye bir terim yoktu. Ne vardı? Adıgeçen yerine, herhangi bir kişi için mumaileyh, şerefli (onurlu) kişiler için ise müşarünileyh sözcükleri vardı. Ama o da Konsolosu tatmin eder miydi, bilemem.


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 18 Ağustos 2013 Pazar 12:07:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.241.189.xxx Tarih : 23.08.2013 16:20:47

Bizden çok genç yazar Feridun Andaç bile bir söyleşisinde bir zamanlar "Öz Türkçe" konusunda çok fanatik olduğunu; zerrece yabancı sözcük kullanmamak için kendisi ile boğuştuğunu; fakat sonunda tıkanıp kaldığını ve postmodernizme döndüğünü; hattâ yazdığı metnin müzikalitesi bakımından (eskiden kesret-i tekrar denilen) aynı sözcüğün çok tekrarlanması gibi şiirselliği ihlâl eden bir durumdan kaçınmak için aynı kavramı değişik sözcüklerle ifade edebildiğini; örneğin, aynı metinde hem "okul" hem "mektep" sözcüklerini kullanabildiğini nakletmişti.


yasar ertas IP: 5.61.150.xxx Tarih : 18.08.2013 17:20:48

ister Günaydin olsun ister selamüneleyküm olsun ister hayirli sabahlar olsun ister merhaba olsun ister para birimi bir milyon olsun ister bir lira olsun bu olmusluklarda bir kural bir disiplin bir adabi maaseret olsun bir birlik bir toplumsal uyum olsun  iste bizim insanimizda toplumsal bir kaide uyum birlik genelde  yoktur  her kafa kendi kendine göre hareket etme istegi vardir bu istek lerde Karma karisiklik hep ortalikta her isimizde vardir bu varlik bizi böyle bir tolum yapmaktadir böyle toplum olunca dilimiz isimiz yerlesim sistemimiz vs. allak bullaktir

birinin   tip giyinisine bakarsin  selamünaleyküm dersin veya sabah hayirli olsun dersin veya günaydin dersin vs.  birine bakarsin hanimi kapali ise elini öpeyimmi verirmi vermezse rezil olurummu acaba  tereddüt edersin  birine bakarsin elini vermessin neden vermedin yine bir problemle karsilasirsin vs. para birimimiz degiseli milyondan cikali seneler oldu Adam hala milyon diyor yav desene artik buna bir lira vs. bu olanlar oluyor kafalar hep karisiyor iste bir kural bir uyum bir disiplin den ya uzagiz ya kurali disiplini sevmiyoruz aslinda bir miletin temel kelimeleri  tesekkür afedersiniz vs, para birimi ayni söylenmeli selamlasma lar  ikiye ayrilma istisna disi olabilir biri inanc gelenegi biri öylesine ama o öylesinede bir yerde karar verilmeli o orada hep kalmali bu kalmalar icin kim ne yapmali kim ne yaptirmali sorunda iste Burda yatiyor kimse bu sorunu yatmadan cikaramiyor  bu gün bir memlektte beyaza artik siyah denilecek  duyduk duymadik denilmeli o o günden sonra  Beyaz siyah siyah Beyaz denmeli osmanlida o duyduk duymadik demeyin o zamanda davul ile ilkel sistemle herkez Duyar uyardi  simdi her olanak var duyduk duymadik diyen yok varsada tinlayan yok


Teoman Törün IP: 88.241.196.xxx Tarih : 18.08.2013 17:20:19

Nurullah Ataç merhumun büyük bir çaba ile eski deyim ve sözcükleri Türkçeleştirdiği "Ataç'ın Sözcükler" adında bir sözlükçesi vardı. Ama sanırım şu anda içinde kullanılmakda olan bir sözcük (daha doğrusu kullanılan karşılığı ile "kelime") hiç yok gibi. Dilin müzikalitesi dilin mantığına egemen oldu. Örneğin, yargı, yargılama, yargıç, Yargıtay tuttu. Rahmetlinin "makkeme" yerine önerdiği "Yargıl" (ses kabalığından olacak) tutmadı. İlkokul okuma kitaplarımızda "Uray İşleri" diye bir bahis vardı. Şimdi "Uray"ın (Belediye) ne olduğunu kaç kişi hatırlayabilir?!. Sözlüklerde yeri yok artık. Bazı sözcüklerin anlamında uzlaşmazlık oldu. Örneğin, "Kurultay" ilk başta "Millet Meclisi" yerine kullanıldı (Meclisdeki şamatayı gırgıra almak için "Kurultay değil; Gürültay" lejandlı bir karikatürü hatırlıyorum. Fakat sonradan bu sözcük "Kongre, Genel Toplantı" karşılığı daha isabetli yerini aldı. 1940'larda tavsayan öz Türkçe arayışı, sözcük bulmada sıkıntı çeken kitap yazarlarına makul ölçüde Osmanlıcaya dönme olanağı tanıdı. Hele 1950 Demokrat Parti iktidarı ile "Genel Kurmay Başkanlığı" yerine "Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti" gibi 180 derecelik dönüşlerle kimilerine (şimdiki Fatih Camiindeki Hizbüt tahrirciler gibi) Hilafete dönüş umudu verdi (Bu durumu Rahmetli Başbakan Mendres bile dile getirmişti).  Bu bakımdan bizim kuşağın Osmanlıcası hiç de fena değildir. 1960 27 Mayıs devriminden sonra Türkçeleşmede bir süre ılımlı fakat sürekli adımlar atıldı. Yalnız, bu karambolda, bazı dış kaynaklı kavramlar Türkçe karşılık bulmada hatalar yapılıyor. Örneğin, "Medya" için bir zamanlar daha kabul edilebilecek "Basın-Yayın" karşılığı varken "Yazılı basın, görsel basın" gibi (akademisyenler ve yazarlarda bile karşılaştığım) ciddî hatalar yapılıyor. BASIN (press, matbaa) zaten tab'etmekten, basmaktan gelir; gazete, mecmua vb. basılı periodikler için söz konusu olur. YAYIN daha geniş anlamlıdır; görsel. işitsel olduğu gibi yazılı materyelle de olur. Lâfı uzattım. Dili geliştirirken gramer mantığına ve müzikalitesine de dikkat etmek gerekir. Hattâ Fransızce ve İtalyanca gibi Latin dillerinde mantığı da bir yana bırakıp müzikaliteyi, şiirselliği öne çıkarıyorlar. Hatta hattâ bazı dostlarımız Türkçenin "matematik bir dil olması" ile övünürler. Zannederim "matematik" olma gramer kurallarına kesin riayetle "iştikâk"i (yeni sözcükler türetme işlemi'ni) kolaylaştırma demek. Andığım Latin dillerini konuşanlar; şiirselliği katlettiği için bunu ilkellik olarak görüyorlar.