30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

İslâm Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (V)


ENDÜLÜS EMEVİLERİ DÖNEMİ (756-1031)

Endülüs (Arapça Al-Andalus), Avrupa’nın İber Yarımadası’nda 711-1492 yılları arasında Müslüman yönetimi ve etkisi altında bulunan bölgeye verilen isimdir. Emevilerin Kuzey Afrika’nın tümünü ele geçirdiklerini ve bölgeyi Müslümanlaştırdıklarını evvelki yazıda anlatmıştım. Kuzey Afrika’nın Emevi Valisi Musa bin Nusayr, Halife Velid’in emri ve desteği ile İber Yarımadası’nı işgal etmek üzere Berberi komutan Tarık bin Ziyad’ı görevlendirdi. O dönemde İber Yarımadası, başkenti Toledo olan Germen asıllı Vizigotlar’ın elinde idi. Emevi donanması, Tarık bin Ziyad’ın emrindeki askerleri ile bu günkü adı ile Cebel-i Tarık Boğazı’nın karşı yakasına çıkarma yaptı. Tarık, askerin olası bir ricatini önlemek ve onların geri dönüş umutlarını kırmak üzere tüm donanmayı yaktırdı. ‘Gemileri yakmak’ deyimi bu gün de kullanılan bir mesel (ibretlik) olmuştur. Arap ordusu 7 yıl içinde Pireneler’e kadar yayıldı. 711’den 750 yılına kadar Emevilerin, 750’den 756 yılına kadar Abbasilerin atadıkları valiler ülkeyi yönetti. Emevi halifesi Hişam’ın torunu Abdurrahman bin Muaviye, Abbasi iktidarı zulmünden Endülüs’e kaçarak kendisini Emir ilan etti (756) ve Kurtuba’yı (Cordoba) başkent yaptı.

Kurtuba, zamanla Bağdat ve Kahire’den sonra Arap dünyasının üçüncü önemli kenti haline geldi. Endülüs, şehircilik ve mimarlık sanatında önemli ilerlemelere tanık oldu. Endülüs mimarlığı Vizigot (Germen) ve Roma mimarlığının etkisi içinde gelişme gösterdi. Bu etki içinde yapılan eserlerde, Ömer Camii mimarlık mirasının ve de Bizans mozaik sanatının da önemli yeri vardı. 786’da inşasına başlanan Kurtuba Büyük Camii, Şam’daki Ümeyye Camii’ne benzerlik gösterir. Bu camide de Hıristiyan etkili T plan uygulanmıştır. 178 x 125 metre ebadı ile en büyük camiler arasındadır. Muhteşem giriş avlusu ve iç mekânda adeta bir ormanı anımsatacak kadar sütun kalabalığı şaşırtıcıdır. Bu sütunlar da karakterleri itibariyle toplama sütunlardır. Ancak sütunların kısa boyları ile yetinilmemiş, başlıklar üzerine eklenen kâgir direklerle tavan yüksekliği sağlanmıştır. Bu direkler üzerinde Roma etkili yarım daire taş kemerlerle beraber Horasan etkili at nalı daire kemerler örülmüş, siyah-beyaz taşlarla arabesk özellik kazandırılmıştır. Bu camide ilginç olan diğer bir fantezi, bir açıklık üzerindeki kemerde üç yarım daireli, yine bazı kemerlerde beş yarım daireli kemerlerin kullanılmış olmasıdır. Bu bir Arap üslûbudur. Mihrap, çok önem kazanmış, nervürlü ve süslemeli kubbe ile örtülmüştür. Cami, zaman içinde yapılan eklerle tamamlanmış, son şeklini 987 yılında almıştır. Minare, ekseri Arap camilerinde olduğu gibi kare planlıdır. Ben camiyi gezdim. Cami, şimdi müze hüviyetindedir. Daha sonra, Katolik krallarca kilise işlevine göre birçok yerinin değiştirildiği ifade edilmesine karşın iç mekân ve avluda ayrı yükselen kare planlı minare etkileyici idi.

Emir III. Abdurrahman (912-961), 929 yılında halifeliğini ilan etti. Bundan sonraki emirler, halife olarak anılmaya başladı. Halife II. Hakem (961-976), Kurtuba kütüphanesinde 40 bin kitap toplamıştı. Kitaplar arasında antik Yunan eserleri dahi bulunuyordu. Bu ortamda, tıp, matematik, felsefe ve astroloji dallarında birçok kitap ve bu kitapları tetebbu eden ve yeni eserler üreten birçok düşünür yetişmiştir.

ENDÜLÜS’TE TAVAİF-İ MÜLUK DÖNEMİ (1031-1090)

1031 yılına gelindiğinde halifenin otoritesi sarsıldı. Ülke 20’den fazla emirliklere bölündü. Bu emirliklere Arapça Tavaif-i Müluk Dönemi (Türkçe Beylikler Dönemi) ismi verilir. Bu emirlikler, ülkelerini müşterek düşmanları olması gereken Hıristiyan devletine karşı korunacaklarına birbirlerine düşmüşler, her biri diğer emirlere karşı can düşmanı kesilmiş, hatta Hıristiyan kralları ile iş birliği içinde birbirleri ile savaşa girişmişlerdir. Bu karmaşa ortamında, 1085 yılında önemli İslâm kenti Tuleytule (Toledo), Kastilya Kralı IV. Alfons tarafından işgal edilmiştir. Sadece 1086’da İşbiliyye (Sevilla) Meliki, diğer 13 Endülüs meliki ile iş birliği yaparak ve de Kuzey Afrika’daki Murabitler’den yardım alarak ‘Zeleka Savaşı’nda Hıristiyan ordusuna karşı üstünlük sağlayabilmiştir. Böyle bir ortamda sanat, kültür ve mimarlıktan bahsetmenin anlamı yoktur.

ENDÜLÜS’TE MURABITLAR (1090-1147) ve MUVAHHİDLER (1147-1248) DÖNEMİ

İşbiliyye Meliki’ne yardıma gelen Kuzey Afrika, Fas kökenli Murabitler ordusundan önemli birlikler, tarih boyunca birçok ülkede görüldüğü gibi, ülkelerine geri dönmediler. Yönetime hâkim oldular. Murabitler’den sonra, yine Fas kökenli Muvahhidler, bir kısım Endülüs emirliklerine hâkim oldular. Bu yılların önemli mimarlık eserlerinden İşbiliyye (Sevilla) Büyük Camii (1195-1197), İşbiliyye Giralda Camii (1195) ve İşbiliyye Kasrı (1200) sayılabilir. Bu kasır Sevilla’ya hâkim olan ‘Zalim Pierre’ tarafından 1353’te restore edilmiş ise de eser orijinal mimarlık üslûbunu kaybetmiştir.

GIRNATA SULTANLIĞI (1232-1492)

1232’de Beni Ahmer, Gırnata (Granada) Emirliğini kurdu. Beni Ahmer, 1236’da Kastilya Kralı ile anlaşarak beraberce Beni Hud Beyliği’ne karşı savaşa girişti. Savaşın sonunda Kurtuba (Cordoba), Hıristiyanların eline geçmiş oldu. Gırnata Emirliği Hıristiyan devletle dostluk politikası yürütüyordu. Bu destekle Emirlik, ‘Gırnata Sultanlığı’ unvanı ile anılmaya başladı.

Gırnata’da görülen çağın ötesindeki uygarlığa Yahudilerin de büyük katkıları vardır. 1348 yılı, Arap dünyasının medar-ı iftiharı olduğu kadar, tüm sanat dünyasının da en önemli eserlerinden biri olan Al-Hamra (Elhamra) Sarayı’nın yapıldığı yıldır. Batı Araplarının yarattığı bu mimarlık şaheseri, büyük bir komplekstir. Sarayı bir gün boyunca gezmekle bitiremezsiniz. Kitle kompozisyonu, avlu ve hollerin oranları, avluda yaratılan iç perspektifler muhteşemdir. Mimar olmayanları cezbeden ise harikulade sanatkârlıkla vücuda getirilmiş dekorasyonudur. Hemen her yerinde rastlanan alçı malakârî elemanlar, altın yaldız ve göz alıcı renklerle süslenmiştir. Artık sütun başlıklarında yabancı (kompozit) oymalara rastlanmıyor. Sütun başlıklarında, pandantiflerde (yuvarlak kubbe kasnağının, dik açılı köşe duvarına intibakını sağlayan sistem), kapı ve pencere üstlerinde stalaktit motiflere rastlanıyor. Stalaktit deyimi, sanat tarihinde, mağaralardaki sarkıtlardan mülhem olarak kullanılıyor. Stalaktit, 7 adet prizma elemanının kompozisyonu ile teşkil edilen, üçgen, dikdörtgen yüzeyleri içeren üç boyutlu elemandır. Duvar elemanlarında kullanılan ‘arabesk’, bir çınar yaprağı veya bir nar, bir diğer meyve, merkezi motif olarak alınıp, çevresinde yuvarlak çizimlerle oluşturulur. Yine birçok yerde kullanılan Zincirek (Arapça müşebbek’ten ve de şebeke’den gelir. Biz girift diyebiliriz.) motifler, birbirine sarılmış dallar ve çiçeklerden oluşan bir çizimdir. Geometrik poligon ve baklava şekli de çok kullanılan motiflerdendir. Arap elifbası ve yazısı da dekorasyona çok uygun motifler verir. Bütün bu dekorasyon elemanlarında çok ince hesaplarla başarıya ulaşılabilmiştir.

Elhamra Sarayı’nın büyük dikdörtgen havuzunu ve havuzun arkasında görünen fevkalade mimarlık orantıları içeren bina cephesinin fotoğrafını umarım ki hepiniz görmüşsünüzdür. Bir de ‘Aslanlı Avlu’ vardır ki portakal ve servi ağaçlarının arasındaki su oyunları ile beraber ortadaki yuvarlak havuz ve havuz etrafına dizilmiş aslan heykelleri görülmeye değer. Bu aslan heykellerinin ilginç yanı şudur: Bu havuz bir saattir. 12 adet aslan heykelinin ağzından havuza fışkıran sular, size saatin kaç olduğunu söyler. Örneğin saat birde bir aslanın, ikide iki aslanın, on ikide on iki aslanın ağzından sular fışkırır. Müteveffa meslektaşım, mimar ve ressam Bülent Çetinor’la sarayı gezerken bana sistemin nasıl çalıştığını anlatmıştı. Basit bir anlatımla, içeride bir mahaldeki düzenekten ve yer çekimi kanunu ile sular aslanların ağzına tevzi ediliyor.

Keza İşbiliyye’deki (Sevilla) Al-Kasr (Alkazar Sarayı) (1353-1361) da Batı İslâm mimarlığının en güzel örneklerinden biridir. Bu sarayda da Elhamra Sarayı’nda anlattığım üslûp ve muhteşem dekorasyon ayrıntıları mevcuttur.

Gırnata, Beylikler arasındaki çekişmeler sonunda, artık çevresi Hıristiyan Devletle çevrilmiş bir ada hüviyetinde idi. 1469’da hanedan dejenere oldu. Muhammed bin Ebu Hasan, babasını tahttan indirdi ise de taraftar çarpışmaları sonucu baba tekrar tahta geçti. Muhammed, Kral Ferdinand’a sığındı ve 1486’da Ferdinand ordusunun komutanı oldu. Bu ordu Gırnata’yı kuşattı. Kent yağmalandı, binlerce Müslüman öldürüldü. Muhammed Gırnata Sultanı oldu ama Kral Ferdinand, Sultana yar olmamış, Muhammed’i kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştı. 1490’dan sonraki iki yıllık İspanyol kuşatmasından sonra Muhammed Kral Ferdinand’a teslim oldu. Böylece 1492’de Gırnata Sultanlığı sona erdi. Tüm Yarımada’da Müslüman avı başladı. Mısır Kölemenlerinden ve Osmanlılardan istenen yardımlar sonuçsuz kaldı. Müslümanlardan tanassur edenler oldu; Kuzey Afrika’ya göç edenler kurtuldu; kalanlar öldürüldü. 1499’da Yarımada’da artık hiç Müslüman kalmamıştı.

Katolik dünyası bağnaz bir yolda ilerliyordu. Bu arada İspanya, denizcilik ve deniz ticareti ile ekonomisini geliştirdi. Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabella, Ümit burnunu aşmak yerine, küresel dünyada batıya giderek Hindistan’a ulaşmak amacı ile Kristof Kolomb’u finanse ettiler. Amerika’ya ulaşıldı (1492). Artık Avrupa’da yeni bir dünya ortaya çıkıyordu.

Bundan sonraki yazımda Kuzey Afrika’ya hâkim olan emirlikleri anlatacağım.

Yayın Tarihi : 5 Ağustos 2008 Salı 10:01:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?