31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

İslâm Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (XIII)


MEDRESELER

Selçuklu, eğitime çok önem vermiş, mimarlık değerleri yüksek medreseler inşa etmiştir. Medreselerde sadece Kuran, hadis, fıkıh, kelâm okunmaz, tıp öğrenimine, matematik, fizik, astronomi gibi bilimlere de önem verilirdi. Kuran eğitimi için özel ‘Dar-ül Huffaz’ (Hafızlar evi) vardı.

Medrese mimarlığı kurgusunda avlulu ve kubbeli olarak iki ayrı çözüm üretilmiştir. Avlulu medreselerde orta avlunun çevresinde sütunlu revak ve arkasında derslikler sıralanır. Binaya, avluya açılan stalaktitli taç kapıdan girilir, bazı medreselerde taç kapının iki yanında minareler yükselir. İç mekânda, taç kapının karşı aksında genellikle geniş bir eyvan bulunur, eyvanın sağ ve solundan müderris odaları vardır.

Kubbeli medreselerde orta avlunun üzeri bir kubbe ile örtülmüş olup orta holün çevresinde çepeçevre derslikler sıralanır. Holün ortasında genellikle bir havuz bulunur.

Konya Dar-ül Huffaz binası, yapı strüktürü açısından medrese yapıları sistematiğine uymayan ilginç bir eserdir. Yapının beden duvarları tuğla örgülü olup dış cephe oyma motifli taş kaplamadır. Bu gün bu kaplamanın önemli bir kısmı dökülmüş, tuğla bünye ortaya çıkmıştır. Giriş, taç kapı üslûbunda değildir. Kapının iki yanındaki taş söğeler üzerinde Hind üslûbunda 5 yarım daireli taş kemer vardır. Kare planlı yapının üzerinde kirpi saçaklar ve çevresinde, eğim verilmiş 14 üçgen piramidin desteklediği dairesel tamburlu yarım küre kubbe bulunmaktadır. Bu tip kubbe taşıyıcısına başka bir binada rastlamadım. Küresel kubbe tuğla ile işlenmiş, üzerinde yer yer mahmuzlar (dişler) bırakılmıştır. Bu da bize kubbenin şu anda olmayan bir kaplamasının olduğunu söylüyor. Bu kaplama, ahşap tahta üzerine sıvanmış kıtıklı çamur ve kurşun kaplama olabilir.

Avlulu Medreseler

Erzurum Çifte Minareli Medrese, ismini stalaktitli taç kapının iki yanında bulunan çift minaresinden almıştır. Hatuniye Medresesi olarak da anılır. Çünkü medreseyi Alâeddin Keykubat’ın kızı Huand Hatun yaptırmıştır. Bu durumda yapım yılının 1230-1240’lar olması gerekir. Selçuklu’nun en büyük medreselerinden biridir. Giriş cephesindeki oyma taş işçiliği ve motifleri muhteşemdir. Simetrik olması gereken bu motiflerin küçük bir yanı, işlenmeden bırakılmıştır. Bu eksiklik özellikle bırakılmış olup, buna ‘nazarlık’ denir. Orta akslarda, avluya bakan 4 eyvanı vardır.

Sivas Çifte Minareli Medrese, yine ismi gibi girişin iki yanında çift minaresi olan girişe sahiptir. Dar-ül Hadis ismi ile de anılır. Minarelerin çini kaplamaları dökülmüştür. Ne yazık ki, bu medresenin sadece ön yüzü ve bir minaresi kalmıştır. Ön yüz taş oyma motifleri ve ‘celî’ yazı tipindeki kabartmalar muhteşemdir.

Konya Sırçalı Medrese 1262 yapım tarihli olup sırlı çini kaplı duvarları nedeni ile bu ismi almıştır. Büyük derslik, girişin karşı aksında ve eyvan mevkiinde olup, sivri kemerli kapısı sırlı tuğlalarla inşa edilmiştir. Sırlı tuğlalarla yapılmış geometrik desenli doku, İran mimarlık üslûbunun devamı niteliğindedir. Avlunun ortasındaki yıkıntı, burada bir mescit bulunduğunu anımsatıyor.

Sivas Gök Medrese, ismini mavi renk ağırlıklı çini kaplamalarından almıştır. Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in veziri Sahip Atâ tarafından yaptırıldığı için Sahibiye Medresesi de denilmektedir. 1271 inşa tarihli medrese, yine işlemeli ve stalaktitli taç kapı, iki yanında yükselen çift minaresi ile diğer avlulu medrese tipindedir. Yine aynı tarz mavi çinilerle kaplı Amasya ve Tokat medreseleri de Gök Medrese ismi ile anılmaktadır.

Kubbeli Medreseler

Konya Karatay Medresesi Sultan II. İzzeddin Keykâvus döneminde, 1251-1252 yıllarında inşa edilmiştir. Alâeddin Tepesi kuzey yönündedir. Müzeyyen ve stalaktitli taç kapısının hemen arkasında büyük küresel kubbe yer alır. Kubbeli holün etrafında derslikler yer almakta ise de odalar çok harap durumda idi. Son durumunu görmedim. Dilerim ki restore edilmiştir. Sırçalı Medresede olduğu gibi sırlı tuğla kaplamaların bir çoğu da dökük durumda idi.

Konya İnce Minareli Medrese 1258 yılında, özellikle ‘hadis’ eğitimi için yapılmıştır. Çok abartılı olmayan, ama müzeyyen taş işçiliği olan taç kapı, arkasında küresel kubbe ve kubbe üzerinde ‘fener’ tabir edilen, aşağıya ışık sağlayan bir kule vardır. Taç kapının sağında asimetrik durumda ince uzun, iki şerefeli, dilimli ve sırlı tuğla kaplı bir minaresi vardı. Vardı diyorum, çünkü üst şerefesi yıkık durumda idi. Mimarının Kelûk bin Abdullah olduğu yazılıdır. İç mekânda çepeçevre kabartma yazı ile Fetih Suresi, orta holde âyetler yazılıdır.


KERVANSARAYLAR

Kervansaraylar, Selçuklu sivil mimarlığının en önemli eserlerindendir. Bu büyük yapıların işlevi, ticaret malı taşıyan kervanların, kentler arası yolculuk yapan insanların konaklamaları, her türlü ihtiyaçlarını gidermeleri ve gecelerini güvenli bir şekilde geçirmelerini sağlamaktır. Döneminin otelleridir. Kervansaraylar genellikle orta avlulu ve çepeçevre revaklı olup, alt katları at, deve ve arabaların muhafazasına, hayvanların ve arabaların bakımına, bakımcılarına ve depolara ayrılmıştır. Üst kat revak arkası odalar, yolcuların dinlenme, yatma ve yeme içmelerine hizmet vermektedir. Ayrıca hamamları ve mescitleri bulunur. Kervansaray yapıları, güvenlik amacı ile dışa tamamen kapalı olup, oda kapı ve pencereleri iç avluya bakar. Eşkıya baskınlarına karşı dış cephede, silâh kullanma amacı ile açılmış mazgal delikleri ve gözetleme kuleleri ile kale görünümündedirler. Ticaret yolları üzerinde yer alırlar. Kervansaraylar arasındaki mesafeler, at, deve ve arabaların gündüz gözü ile kat edebilecekleri yollar hesaplanarak tayin edilmiştir. Örneğin, Konya-Ankara, Konya-Nevşehir-Sivas-Kayseri-Malatya, Konya-Afyonkarahisar, Konya-Burdur-Antalya-Alanya gibi ana yollar üzerinde, belli aralıklarla inşa edilmişlerdir. Dikkat ederseniz burada ‘Her yol Roma’ya’ değil, her yol Konya’ya çıkmaktadır. Bu yollar üzerinde bu günlere erişmiş birçok kervansaray vardır.

Kervansaraylar, aşağı yukarı, hemen hemen birbirine benzer planlara sahiptir. Sadece avlu büyüklüğü, oda sayıları ile farklılıklar gösterirler. Kervansaraylar içinde zamanımıza gelmiş ve en ilginç ve en önemli örnek, Konya-Aksaray yolu arasında bulunan Sultan Hanı’dır. Bu kervansaray, Alâeddin Keykubat döneminde ve 1229 yılında yapılmıştır. Kervansarayın yazlık ve kışlık bölümleri vardır. 60 x 102 metre dikdörtgen alan üzerine kurulmuştur. Üst kattaki yatak odalarından başka fırın, hamam gibi tesisleri, alt katta ahırları ve depoları içerir. Dış cephe yukarıda anlattığım gibi saldırılara karşı dayanıklı ve sağlamdır. Müzeyyen giriş kapısı ve avlu ortasında 4 cephede sivri tonoz-kemeri bulunan, yüksek kitleli ve süslü mescidi vardır. Ancak büyük kısmında yıkıntılar oluşmuştur.


KALELER

Çağın gereği olarak, her önemli kenti çevreleyen surlar, savaş ve savunma amaçlı kaleler vardır. Bu kalelerden günümüze gelebilenler çok azdır. Çünkü bu kalelerin pek çoğu, günümüz kentlerinin gelişmelerine paralel olarak işlevsiz kalmış, bakımsızlıktan yıkılmış veya yıktırılmıştır. Selçuk kalelerinden zamanımıza intikal eden en önemli kale Alâeddin Keykubat tarafından inşa edilmiş Alanya Kalesi’dir. Selçuklu eserlerini anlatırken en önemli eserlerin bânîsi olarak adı geçen sultanın Alâeddin Keykubat olduğunu fark etmişsinizdir. Alanya, Bizans döneminde Kalonoros ismini taşıyordu. Sultanın kenti fethi ile ismi Alâiye oldu. Bu isim zamanımızda Alanya olarak benimsendi. Sultan, kentte tersane ve yanına koruma amaçlı kale inşa ettirdi. Kale kızıl renkli taşlarla inşa edildiği için bu günlerde ‘kızıl kale’ ismi ile lânse edilerek turizmin hizmetinde yaşamına devam ediyor.


ANADOLU BEYLİKLERİ DÖNEMİ MİMARLIĞI

XIII. Yüzyıl sonunda Anadolu Selçuklu devleti zayıf düştü. Daha 1230 yılında Harezmşahlara yenilmiş, 1233’te Moğol egemenliği yaşanmıştı. Yüzyılın ortasında Erzurum-Kösedağ savaşı da yine Moğollara yenilgi ile sonuçlanmıştı. Gittikçe yıpranan devlet, İlhanlıların baskısı ile ‘uc beyleri’ ve diğer ‘bölge beyleri’ üzerindeki hükümranlıklarını kaybetti. Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki bu Türk beyleri, ilk zamanlarında İlhanlılara vergi vermek şartı ile Selçuklu’dan ayrı bağımsız beylikler haline geldiler. Son Selçuklu Sultanı Mes’ud, 1308’de ölünce Selçuklu’nun sonu gelmiş oldu. 1335’ten sonra İlhanlı baskısı sona erdi ve beylikler tam bağımsız oldular. Sayıları 20’yi bulan bu beylikler, azala azala XVI. Yüzyılın başına kadar varlıklarını sürdürdüler. Bu beyliklerin en küçüklerinden biri olan, ancak Bizans’a yakınlığı ile önem kazanan Osmanlı Beyliği, büyük bir hızla gelişecek, Bizans ve diğer beylikler üzerinde hâkimiyet kuracak, uzun ömürlü ve büyük bir imparatorluk olacaktır.

Selçuklu mimarlığı ile Beylikler dönemi mimarlığını, ilk dönemlerinde birbirlerinden ayırabilmek güçtür. İlk dönemler, Selçuklu mimarlık üslûbunun devamı mahiyetindedir. Ancak özellikle Batı Anadolu beyliklerinin Bizans’la sıkı temasları sonucunda mimarlık ve yapı sanatı alanında büyük çapta değişim yaşanmaya başlamıştır. Örneğin, Saruhan (1300-1410), Aydın (1300-1403), Menteşe (1300-1428), Germiyan (1300-1410) ve de Osmanlı (1299) beyliklerinde, mimarlık üslûbundaki değişiklik açıkça ortaya çıktı.

Bu yeni mimarlık üslûbunda her şeyden evvel ‘mekân’ anlayışı değişti. İç ve dış mekânın birbirine uyumu ile camilerde revaklı şadırvan avlularının ana kitleye katılımı; cami girişlerinde ‘son cemaat yeri’ revaklarının yer alması, İran üslûbunun terki ile taç kapıların sadeleştirilmesi değişimlerini sayabiliriz. Yapı tekniğinde masif taş işçiliğinde gelişim yaşandı. Kesme taşların örülmesinde, demir kenet ve zıvanaların kurşunla taşa tespit tekniği, minarelerde esneklik modülünü arttırdı; deprem ve fırtınalara mukavemet sağlandı. Bizans üslûp ve tekniği ile daha fazla ve daha büyük kubbeler inşa edilebildi. Bu geçiş dönemi mimarlığı, ileride Osmanlı İmparatorluğu klâsik mimarlık üslûbuna zemin hazırladı.

Orta Anadolu’da bulunan Karaman Beyliği (1256-1483), batı ile etkileşim kurmadığı için Selçuklu mimarlık üslûbunu devam ettirdi. Keza XVI. Yüzyıl başına kadar yaşayan güney-doğulu Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları, Artukoğulları gibi beylikler de eski mimarlık üslûplarını, inşa ettikleri cami ve medreselerde devam ettirdiler.

Bundan sonra Türk mimarlığının ‘yüz akı’ Osmanlı mimarlığını anlatacağım.

Yayın Tarihi : 23 Ekim 2008 Perşembe 11:54:03
Güncelleme :23 Ekim 2008 Perşembe 11:57:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?