9
Haziran
2025
Pazertesi
ANASAYFA

İslâm Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (XIV)


OSMANLI İMPARATORLUĞU

Selçuklu mimarlığının Orta Asya – Horasan mimarlığı ile İran mimarlığının bir sentezi olduğunu, Anadolu’ya geçişten sonra İran ağırlıklı üslûbun devam etmesi yanında erken Bizans ve Ermeni mimarlıklarından yeni bir Türk sentezi yaratıldığını ifade etmeye çalışmıştım. Osmanlı mimarlığı ise, Türk kültürünün Bizans etkili yeni bir sentezi olarak karşımıza çıkıyor. İslâm mimarlık sanatının ‘yüz akı’ olan Osmanlı – Türk mimarlığı, sadece bizlere değil, dünya kültürüne İslâm’ın en büyük ve en önemli eserlerini kazandıran bir mimarlık mirası bırakmıştır.

Osmanlı mimarlığını tarihçilerden farklı olarak, ama yine de tarihi gelişimler paralelinde oluşan mimarlık sanatı açısından dönemlere ayırarak incelemekte yarar vardır:

1/ Erken Osmanlı mimarlığı dönemi (1300-1453). Anadolu beylikleri dönemi mimarlığının devamında Bizans eserleri ile direk temas. Avrupa kıtasına geçişten sonra olgunlaşmaya başlayan Türk – Bizans sentezi.

2/ Klâsik Osmanlı mimarlığı dönemi (1453-1720). İstanbul’un fethi ile başlayan Türk kültür ve mimarlık sanatının doruğa ulaştığı dönem.

3/ Batı etkili Osmanlı mimarlığı dönemi (1720-1890). Batı mimarlık üslûplarının, klâsik Türk mimarlığına uyarlanışı. Tanzimat’tan sonra, Avrupa mimarlık üslûplarının taklit edilmesi.

4/ Ulusal Osmanlı mimarlığı dönemi (1890-1930). Klâsik Osmanlı – Türk mimarlığına dönüş ve yeni bir yorum.


ERKEN OSMANLI MİMARLIĞI DÖNEMİ (1300-1453)

Oğuzların Kayı boyundan Türkler, Süleyman Şah’ın (….-1231) dört oğlundan biri olan Ertuğrul Bey’in (1231-1281) yönetiminde Horasan’dan Anadolu’ya yöneldiler. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat (1218-1236), gelen boyu evvelâ Ankara dolaylarındaki Karacadağ’a, sonra da yeteneklerini görerek ‘uç beyi’ olarak Bizans sınırına, Söğüt’e yerleştirdi. (Bu stratejik mevki, Osmanlı’nın tarih sahnesinde yer almasını tetikleyecektir.) Ertuğrul Bey’in ölümünden sonra aşirete hükmeden Osman Bey (Gazi) (1281-1326), çevre Bizans yerleşimlerine akınlar düzenleyerek İnegöl, Bilecik gibi Bizans yerleşimlerini ele geçirdi. Anadolu Selçukluları bahsinde değindiğim gibi, Selçukluların otoritesini kaybetmesi ile diğer beylikler gibi Osman Bey de – İlhanlılara vergi vermek şartı ile- bağımsızlığını ilân etti (1299). Komşu Bizans tekfurları ile ekonomik ve siyasi ilişkiler kurdu. Bursa’yı 1326’da fethetti ise de aynı yıl öldü. Oğlu Orhan Bey (1326-1362), Bursa’yı başkent yaptı. 1331’de İznik fethedildi. (İznik’in Hıristiyan dünyasındaki önemli yerini hatırlarsak, bu fethin dînî ve siyasi coğrafyayı ne denli değiştiren bir fetih olduğunu takdir ederiz.) İlhanlı Hanı Ebû Said Bahadır’ın 1335’te ölümü ile İlhanlı’nın Osmanlı üzerindeki baskısı kalktı ve Beylik tam bağımsız hâle geldi.

Ertuğrul ve Osman Beylerden günümüze anıtsal mimarlık eserleri intikal etmemiştir. Kuruluş mücadelesi verilen bu dönemde, bunu doğal karşılamak gerekir. Beylik dönemi Osmanlı mimarlığı Orhan Bey’le başlar. Orhan Bey tarafından fethedilen İznik kenti, Hıristiyanlık tarihinin önemli bir kenti olması yanında çini atölyeleri ile öne çıkan önemli bir sanat merkezi idi. Bizans sanatı ve mimarlığı ile ilk direk temas, burada gerçekleşmiştir. Osmanlı’nın ilk mimarlık eseri kabul edilen Hacı Özbek Camii, 1333’te, burada yapılmıştır. Bu caminin mimarlık üslûbunun ilginç yanı, İslâm’ın ilk dönemlerinden başlayıp Anadolu Selçuklu camilerinde devam eden geleneksel ‘Ulu Cami’ tipinin burada uygulanmamış olmasıdır. Cami, tek açıklıklı, tek kubbeli, merkezi sistemde inşa edilmiş olup ön cephesinde son cemaat yeri de bulunan bir yapıdır. Ve de o dönem Osmanlı mimarlığı için bir istisnadır. Çünkü 1400’lü yıllara kadar ‘Ulu Cami’ tipi devam edecektir. Burada, evvelki bahislerde anlatmakla beraber ulu cami tipini hatırlatmakta yarar görüyorum: Ulu camiler geniş alana yayılan büyük yapılardır. Geniş bir hacmi orta sütunsuz ve kemersiz, tek açıklık halinde geçmek, dönemin inşa tekniği açısından olanaksızdı. (Gerçi Konstantinopolis’teki Aya Sofya, 537 yılında 31.5 metre çapındaki kubbe ile, bundan çok çok evvel Roma’daki Pantheon, 128 yılında 41.5 metre çapındaki kubbe ile açıklıkları orta desteksiz geçmişlerdi. Ama biz bu gün nasıl ki nano teknolojisine yabancı isek, nasıl ki uzayı fethedemiyorsak, nasıl ki bir türlü çağdaş olamıyorsak, onlar da inşaat konularında geri idiler.) Bu nedenle kapalı alanlar, 10 x 10 veya 15 x 15 metre gibi üstünü kapatabilme olanağı veren ölçülerdeki kare modüllerin yan yana getirilmesi ile oluşturulurdu. Bu da iç mekânda, her bir karenin köşe noktalarına gelen taşıyıcı kolonlarla, bir sütun ormanı manzarası meydana getirirdi. 10 – 15 metre açıklıkların ilk dönemlerde ahşap malzeme ile düz dam şeklinde kapatıldığını, İran’da daha geniş açıklıklara soğan kubbeler yapıldığını, Anadolu Selçuklularında konik veya piramidal külahların çokça kullanıldığını görmüştük. Osmanlı, açıklıkları örtmede ilk önce konik ve piramidal külahları terk etti ve Bizans mimarlığına has yarım küre kubbe kullanımına geçti.

Bursa Ulu Cami, bunun tipik örneğidir. Caminin inşasına Orhan Bey döneminde, 1334’te başlanmış, 1399’da Bayezid I. (Yıldırım) döneminde, yani 65 yılda bitirilebilmiştir. Bu da, devlet hazinesinin henüz gereken zenginliğe kavuşamadığının bir göstergesi oluyor. Caminin dış ebadı 68 x 56 metre kadardır. Cami, Kıbleye bakan yönde (x aksında) 5, diğer yönde (y aksında) 4 modülden, yani 5 x 4 = 20 modülden oluşuyor. Bu durumda iç hacimde 4 x 3 = 12 adet taşıyıcı sütun bulunuyor. Modül açıklıkları, aşağı yukarı 13.5 x 13.5 metre kadar oluyor. Modüller üzeri 20 adet yarım küresel kubbe ile örtülmüş bulunuyor. Kubbelerin oturduğu kasnaklar üzerinde içeriye doğal ışık sağlayan pencereler var. İç mekânda, orta aksta bir de havuz yer alıyor. Dış cephedeki kemer ve pencerelerle cephe ritmine önem verilmiş. Giriş cephesi iki yanında, cami kitlesi ile orantılı minareler var. (Bu günün gerinin gerisi cami mimarlığımızdaki orantısız, alabildiğine uzatılmak istenen ve de bir fırtınada masaya dikine konmuş bir kurşunkalem gibi devriliveren minarelere dikkatinizi çekmek isterim.)

Ulu cami tipi, Osmanlının birçok ilinde uygulama alanı bulmuştur. Gelibolu’da Büyük Cami (1385), Bulgaristan Plovdiv’de (Filibe) Cuma Camii (1389), Edirne’de Eski Cami (1403-1414) de ‘Ulu Cami’ tipi camilerdir.

Murad I. (Hüdavendigâr) (1362-1389), Rumeli fethine girişti. Edirne, Gümülcine, Filibe fethedildi. Birçok Balkan ülkesi Osmanlı’ya tâbî oldu. Sultan, 1375’te başkent Bursa’ya döndü. Osmanlı’nın Avrupa kıtasına geçmesi ile Osmanlı mimarlık teknolojisi önünde yeni ufuklar açıldı. Bu da, daha geniş açıklıkları örtebilme tekniği ile gelen merkezî kubbeye geçiştir. İznik Yeşil Cami inşaatına 1379’da başlandı, 1393’te, Bayezid I. (1389-1402) döneminde, 14 yılda bitirildi. Mimarı Hacı bin Musa’dır. Camide merkezî kubbe ve son cemaat yeri vardır. Cami, ismini iç mekândaki yeşil çini kaplamalarından almıştır.

Bursa Yeşil Cami, Çelebi Sultan Mehmed (1413-1421) döneminde yapılmıştır. Mimarı Hacı İvaz Paşa’dır. (Demek ki mimardan da paşa olabiliyormuş.) (Osmanlı tarihçileri 1402-1413 yılları arasındaki 11 yılı ‘Fetret Devri’ diye adlandırırlar ve sultan ismi vermezler. Bilindiği gibi Bayezid, 1402 Ankara savaşında Timur’a yenildi. Yıldırım’ın öldüğü 1403’ten sonra 4 oğlu ayrı ayrı yerlerde hükümranlıklarını ilân etmişlerdi. Yani 4 ayrı yerde 4 ayrı Osmanlı Sultanı vardı. Bu da Büyük Selçuklulardan gelen eski bir Türk töresine uygundu. Çelebi Mehmed, 10 yıl sonra kardeşlerini bertaraf etti ve tek sultan oldu. Tarihçiler Süleyman, İsa, Musa Çelebileri neden sultan saymazlar, bilemiyorum.) Konumuzun dışına çıktım ama söylemeden duramadım; neyse, biz konumuza dönelim: Cami, ismini İznik’teki Yeşil Cami gibi iç mekân duvarlarındaki koyu yeşil çinilerden ve zengin süslemelerden alıyor. Yan yana iki merkezî kubbesi ve son cemaat yeri vardır. Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Kilise mimarlığında ana nef, mihraba yönelik dikdörtgen planlıdır. Sağ ve solunda yan nefler bulunur. İslâm ibadetinde ise saf halinde namaz kılınır. Bu da kıble yönüne bakan yatık dikdörtgen salon formunu gerektirir. Yan yana inşa edilen çift kubbe ile yatık dikdörtgen salon sağlanmış oluyor. Demek ki Osmanlı mimarlığı, Bizans’ın kilise formunu taklit etmemiş, ancak onlardan geniş çaplı kubbe inşaatı teknolojisini almıştır. Acaba büyük çaplı kubbe inşaatının sırrı ne idi? Bizans’la tanışmadan evvel biz büyük çaplı kubbe inşaatında başarılı olamıyorduk. Yaptığımız geniş çaplı kubbeler yıkılıyordu. Mimarlarımız, ustalarımız bu sırrı öğrenmek için bir büyük Bizans kubbesini yıktılar. Ne gördüler biliyor musunuz? Kubbenin oturduğu dairesel kasnağın içinde kalın döğme demirden çember vardı. Bu çember, kubbeden gelen kuvvetler bileşkesinin ayrıldığı yatay ve düşey vektörlerden yatay vektördeki kuvveti karşılıyor, ona mukavemet ediyordu. Bu gün bir orta öğretim öğrencisinin bile bildiği, basit bir matematik bilgisi.

Bursa Yeşil Türbe (1421), asil ve uhrevî mimarlığı ile Selçuk kümbetlerinden çok ayrı bir değere sahiptir. Aslında mimarlık kurgusu Selçuklu’nun devamı mahiyetindedir. Bunda da Selçuklu kümbetlerinde olduğu gibi sandukaların bulunduğu zemin kat ve naaşın defnedildiği bodrum kat (mumyalık) vardır. Bu türbe de Selçuklu’da olduğu gibi 8’gen planlıdır. Fakat dış cephenin efesi Selçuklu kümbetlerinden çok farklı ve huşû vericidir. Tabii, çatı örtüsü de artık Osmanlı olmuş yarım küre formlu kubbedir. Bu türbede iç cepheler olduğu gibi dış cephe de kısmen yeşil (türkuaz) çinilerle kaplıdır. Velhasıl bir sanat harikasıdır.

Yeni başkent Edirne’de Üç Şerefeli Cami, 1437-1447 yılları arasında yapılmış, Murad II. (1421-1481) dönemi eseridir. Bu cami Osmanlı mimarlığında büyük bir aşamadır. Yatık dikdörtgen formlu (60 x 24 metre) iç mekân, önüne ilâve edilen revaklı şadırvan avlusu ile kareye tamamlanmaktadır. Şadırvan avlusu ve şadırvan büyük bir aşamadır ve Osmanlı’nın en eski örneğidir. Daha büyük aşama kubbe örtüsü ile başarılmıştır. Ortada çapı 24 metreyi bulan, kilit taşı altında 28,5 metreye erişen büyük bir küresel kubbe vardır. Kubbeyi 4 adet fil ayakları taşımaktadır. Hacmin sağ ve solunda ikişer küçük kubbe daha vardır. İç mekâna, yine saf halinde kılınan namaza en uygun gelen şekil verilmiş olmaktadır. Dört bir yanı revakla çevrili şadırvan avlusunun dört köşesinde 4 adet minare yer almaktadır. Yine ilk defa bu camide minare sayısı 4’e çıkmıştır. Minarelerin ikisi baklavalı ve çubuklu, biri burmalı, dördüncüsü zikzak çizgili motifler halindedir. Bu dördüncü minarenin her üç şerefesine üç ayrı merdivenle çıkılır. Halkta bir kanaat vardır: Üç ayrı merdivenle üç ayrı şerefeye çıkışın sadece Mimar Sinan tarafından Selimiye Camii’nde gerçekleştirildiği söylenir. Hayır, böylesine geometrik bir marifeti sergileyen ilk minare bu minaredir. 68 metreye yaklaşan minare, Selimiye den sonraki en yüksek Osmanlı minaresidir. (Şimdiki orantısız yükselen çirkin minareleri saymıyorum.) İnşaatta sadece kesme taş kullanılması da bir ilktir. Özetle büyük çaplı kubbesi, sivri kemerler ve pencereler, mukarnaslı başlıklar gibi elemanları ile ve de 4 adet minaresi, son cemaat yeri ve revaklı şadırvan avlusu gibi kompozisyonları ile klâsik Osmanlı mimarlığını hazırlayan bir camidir. Bu nedenle Türk mimarlık tarihinde çok önemli bir yeri vardır.

Böylece erken Osmanlı mimarlık dönemi anlatımını sonlandırıyorum. Bundan sonraki yazımda klâsik Osmanlı mimarlığı dönemine değineceğim.

Yayın Tarihi : 28 Ekim 2008 Salı 12:03:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?