HATT (YAZI)
Hatt, Arapça çizgi anlamına geliyorsa da biz burada yazı anlamında kullanıyoruz. Nitekim eski okullarda ‘hüsn-i hat’ dersleri vardı ki güzel yazı anlamına gelirdi. Hattatlık, harfleri zarif ve süslü biçimde istifleme sanatıdır. İslâm süsleme sanatlarının en ilginci ve en güzelidir. Arap elifbası estetik değeri yüksek bir yazı çeşididir. Lâtin alfabesinin yalınlığına karşın apayrı bir dünya; bir kıvraklık, bir ahenk ki deme gitsin. Aritmetikte Lâtin (Romen) rakamları ile dört işlemin yapılamadığını, ‘sıfır’ı Arapların bulduğunu da unutmayalım.
Arap elifbasını ilk kullananlar, II. ve III. yüzyıllarda Sina Yarımadası’nda yaşayan Nebatilerdir. Yazı, İslâm sonrası, VII. ve VIII. yüzyıllarda Arap Yarımadasında gelişti. Arapça, dini ve ilâhi niteliği yanında yazı dili olarak kullanılması ile safiyetini korumuş, konuşma dilinde değişime uğramamıştır.
Yazı, 4 halife döneminde Kûfe kentindeki değişiklikle ‘kûfî’ yazı halini aldı. Bu yazıda harfler dik, köşeli ve aynı kalınlıktadır. Bu geometrik özelliği dolayısıyla, taş oyma ve kabartmalı süsleme sanatında tüm İslâm ülkelerinde çok kullanılan yazı çeşidi oldu. Kahire, Sultan Hasan Camii frizleri en güzellerindendir. Köşeli olması ile mimari panolara uyum sağlamıştır. Zamanla bazı harfler kıvrılmış ve uzamış, elif, lam, kaf, ta gibi harflerin boşluklarına çiçek ve yaprak ve arabesk motifleri eklenmiştir.
X. yüzyılda İbn-i Mukle, kûfî yazıyı islâh etti, ‘Nesih’ ve ‘Sülüs’ yazıları oluşturdu. Sülüs üçte bir demektir. Yuvarlak harfler, düz harflerin üçte biri kadar olduğu için bu ismi almıştır. Nesih, Kur’an-ı Kerim’de, Sülüs levha ve kitabelerde kullanıldı. Kûfî’nin hareketsizliğine nazaran Nesih daha hareketli bir yazıdır. Nesih daha kolay bir yazı olduğundan uzun metinler bu yazı ile kaleme alınmıştır. Keza, Nesih yazı ile yapılan süslemelerde de yaprak ve kıvrık dal motifleri kullanılmıştır. En güzel örnekleri İşbiliyye (Sevilla), Gırnata (Granada) ve Fas cami ve saraylarındadır. Yazılar, taş, alçı, çini ve ahşap panolar şeklindedir. İbn-i Bevvab, Reyhanî ve Muhakkak yazılarla bu sanatı devam ettirdi.
Yazının süsleme elemanı olarak kullanılması, XIII. yüzyılda, Abbasiler döneminde çok gelişti. Halife Musta’sam’ın kölesi, Amasyalı hattat Yakut-ül Musta’samî, Reyhânî ve Muhakkak yazıları, kamış kalemi eğri keserek yazıya yeni bir çeşni katmış oldu.
Rık’a, sürekli yazılım özelliği ile genellikle çabuk yazılması gereken notlarda ve mektuplarda el yazısı gibi kullanıldı.
İran’da Hasan-ı Farisî, X. yüzyılda Sülüs, Nesih ve Rık’a yazılarından ‘Tâlik’ yazıyı oluşturdu. XV. yüzyılda yine İran’da Ali Tebrizî, bu gün de İran’ın resmi elifbası olan Talik yazıyı geliştirdi. XVII. Yüzyıl İran’ında, Hz. Hüseyin ahfadından Mir İmâd büyük bir talik üstadıdır. Diğer İslâm ülkelerinde Talik, Nesih ve Sülüsün yanında Divanî ve Celî yazılar, resmî yazışmalarda kullanılmıştır.
Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin, İslâm-Türk Sanatı kitabı, S: 24 ve 25’de, sanatlarında çok ilerlemiş Türk hattatlarını yüzyıllara göre şöyle sıralıyor: XV. yüzyılda Şeyh Hamdullah, XVI. yüzyılda Ahmed Şemseddin Karahisârî, XVII. Yüzyılda Hâfız Osman, XVIII. yüzyılda Mustafa Râkım ve Mehmed Esad Yesârî, XIX. yüzyılda Mehmed Celâleddin ve Kazaskâr Mustafa İzzet Efendiler.
Hattatların eserleri, el yazması kitaplarda, Mushaf ve Ku’an-ı Kerim’de kullanıldığı gibi mimarlık eserlerinin pano ve duvarlarını süslemiş, Mısır’da, özellikle Osmanlı’da en güzel şeklini almıştır. Klasik dönem camilerinde hattatlar, Mimar Sinan’ın direktifleri dâhilinde, mihrap ve frizlerdeki çini kaplamalarda ayetleri dile getirmişlerdir. Bu eserleri bu kısa makalede saymanın olanaksızlığını her halde takdir edersiniz.
DUVAR RESMİ (FRESK)
Arap kaynaklarına göre, Hicretin ilk yıllarına kadar Arap resim sanatının var olduğu, resimlerin zengin evlerinin duvarlarını süslediği anlaşılıyor.
Daha sonraki yıllarda, bazı ‘Hadis’ler uyarınca, canlı varlıkları resmetmekten sakınan sanatçılar, soyut motiflere ve de derinliği olmayan, perspektif kurallarını içermeyen minyatür sanatına yöneldiler. İslâm’da ‘ehl-i sünnet’ sayılmayan Şii, İranî, Fatımî ve Moğollar bu yasağa fazla itibar etmediler. Ülkelerinde canlı varlıkları betimlemeye devam ettiler.
Abbasi Halifeleri döneminde, Bağdat’ın 100 kilometre kadar kuzey-batısında 836’da ordugâh olarak kurulan ve 883’de terk edilen Samerra kentinde yapılan arkeolojik kazılarda, 859 inşa tarihli Ceza-ül Hakani ve Balkuvara Sarayları ortaya çıkarıldı. Bu sarayların mermer tozu ve alçı karışımı ‘stüko’ duvar kaplamaları üzerine işlenmiş fresklerde İslâm inancına aykırı, derinlikli rakkase ve Uygur menşeli figürler bulundu. İslâm’a yabancı stüko kaplama tekniği ve resimlerin, Müslümanlığı kabul etmiş, ama eski geleneklerinden kopamamış Orta Asyalı Türk komutan Aşhas tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor.
Minyatür sanatının sınırlarını aşan, derinliği olan, insan yüzlerinin doğal halleri ile detaylı işlendiği duvar resimlerine İran’da da rastlıyoruz. Horasanlı Ağa Mirek, öğrencisi Sultan Muhammed, onun da öğrencisi Heratlı Muhammed Müsavvir XVI. yüzyılın önemli ressamlarıdır.
İslâm’ın resim yasağını dinlemeyen Safevi Hükümdarı Şah Tamerb’in Babür Hükümdarı Hümayun’u kabulünü betimleyen resimde insan yüzlerinin doğadaki şekliyle tasvir edildiği, resme derinlik kazandırıldığı görülmektedir.
Yine İsfahan’daki bir köşkün büyük bir duvar panosunda meyve ağaçları altında piknik yapan dört güzel genç kız kompozisyonu da XVII. yüzyıl İran resim sanatının perspektif içeren ilginç bir örneğini oluşturmaktadır.
Süsleme sanatlarında kullanılan malzemelere ve taşınabilir eşyalardaki minyatür, tezhip, ebru sanatları ile mefruşata ayrıca değineceğim.
yerguvenc@gmail.com