19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İstanbul Meydanları Yaşama Kavuşuyor

İstanbul’un 2010 kültür başkenti olması, 16 Ocak gecesi Taksim, Sultanahmet, Beylikdüzü, Bağcılar, Kadıköy ve Pendik meydanlarında yapılan etkinliklerle kutlandı. TV’den izlediğimiz kadarı ile havanın soğuk ve yağışlı olmasına karşın meydanları dolduran halkın ilgisi göz dolduruyordu. Toplanan halkın, özellikle alışageldiğimizin aksine erkek kalabalığı değil, yarıya yakınının kadın olması, kucaklarında çocukları ile etkinlikleri izlemesi bizlere geleceğimiz açısından umut verdi.

Bu bize neyi gösteriyor? Osmanlı’dan bu yana yaşam biçimimizde oluşan değişimi. Biraz eskiye gidelim: Osmanlı İstanbul’unda, Bizans’ın geometrik düzendeki Arkadius, Bous, Teodosius, Konstantinus forumları üzerinde zamanla sokaklar ve mahalleler oluştu. Çünkü Osmanlı yaşamında halkın toplu halde yaşayacağı agoralara gereksinim yoktu. Erkekler, evlerinden yürüyüş mesafesi içindeki işyeri, cami, kahvehane üçgeni içinde dolaşır, kadınlar pek sokağa çıkmaz, çıksalar bile erkek refakatinde Kapalıçarşıya üst baş almaya gidebilirler, kalem efendileri at veya eşekleriyle Bab-ı Âli’nin yolunu tutarlardı. Bu nedenle Osmanlı’da meydan kavramı, büklüm sokakların kavşağında cami, hazîre, tekke, sıbyan mektebi, çeşme, çınar altı ve kahvehanenin oluşturduğu küçük mekânlardı. Büyük yapılarla çevrili ve geometrik formlu ilk Avrupai kent meydanını Sultan II. Abdülhamit yapmak istedi. Bu amaçla 1902’de Fransız mimarı Bouvard’a büyük binalarla çevrelenmiş geometrik Beyazıt Meydanı projesini çizdirdiyse de bu proje uygulanmadı. Belki de halkın meydanda toplanma olasılığı bu uygulamayı önlemişti. O dönemde Beyazıt meydanını pazaryeri barakaları kaplamıştı. Meşrutiyet döneminde Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Harbiye Nezaretini (Bu günkü İstanbul Üniversitesi) ziyareti sırasında bu barakalar kaldırıldıysa da ziyaret sonunda tekrar yerlerini aldılar. Görülüyor ki çok yakın zamanlara kadar kent meydanlarına hiç gereksinimimiz olmamış.

Cumhuriyet döneminde sadece İstanbul’da değil yurdun her ilinde yapılan meydanlar, uygar devrimlerin getirdiği sosyal yaşamımızdaki değişimin bir nevi göstergesi olmuştur. Kent meydanları, kentlinin evi dışında sosyalleştiği yaşam merkezleridir. Kent planlaması, kentlinin yaşam düzeyi ve biçiminin aynasıdır. Kent planlamasını bir konut planı gibi düşünürsek, konutlar kentin yatak odaları, kent meydanları ailenin bir arada yaşadığı salonlar gibidir. Uygar kentlerde meydanlar, özel günlerde festivallere, karnavallara, resmigeçitlere, siyasal mitinglere mekân teşkil ederler. Diğer zamanlarda da insanların havuz başında gezindiği, açık hava konserleri dinlediği, açık havada kafelerde sohbet ettiği, çevresindeki tiyatro, opera, müze, sanat galerilerine gittiği, restoranlarında dostları ile yemek yediği mekânlardır.

Buradan şu anlam çıkıyor: Bir meydanı kent meydanı yapan, çevresindeki binalardır. Meydan, üzerindeki ve çevresindeki tesislerle yaşar. Bu işlevler dışında, meydanı çevreleyen yapılar, insanda kapalı bir hacmin içinde olduğu hissini yaratır; bu da insana huzur verir. Buna şehircilik literatürümüze de girmiş deyimle Almanca ‘raum etkisi’ diyoruz. Çevresi boş bir meydan, kentsel meydan değildir ve insanlarda yalnızlık hissi uyandırır.

Nüfusu ancak bir milyonu bulan, kapladığı alan 5 bin hektarı geçmeyen 1950’lerin İstanbul’undaki en önemli meydan, Beyazıt Meydanıdır. Meydan, havuzu, camisi, kütüphanesi, sahaflar çarşısı, ‘Küllük’ kahvesi, muhallebici ve lokantaları, Marmara sineması, ‘Kapalıçarşı’ya yakınlığı ve en önemlisi İstanbul Üniversitesi ve üniversitelileri ile o dönemin en önemli yaşam merkezi idi. Bu meydandan tramvaylarla İstanbul’un her yönüne ulaşım olanağı vardı.

İstanbul yakasının diğer önemli meydanı, şüphesiz ki Sultanahmet Meydanıdır. Hepimizin bildiği, Ayasofya gibi dünya çapında bir eseri, Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı ve Arkeoloji müzelerini bir araya toplayan bu önemli meydanın öneminden fazla bahsetmeğe gerek yok sanırım.

Beyoğlu, her İstanbullu için bir rüya semt olmuştur. Yine o dönemin Taksim Meydanı, İstiklâl Caddesini sonlandıran bir noktadır. Henüz kentin merkezî meydanı değildir ama kültürün ve eğlencenin merkezidir. Siz bakmayın eski Beyoğlu için ah vah edenlere; Beyoğlu, Abanoz’u, randevu evleri, aracısı, karmanyolacısı, kulağı kesikleri ile de anılırdı. Meydana nâzır Eptalofos kahve ve gazinosu, eski çapkınların buluşma yeri idi. Şimdi üzerinden Tarlabaşı Bulvarının geçtiği Kristal gazinosundan Safiye, Hamiyet, Müzeyyen gibi alaturka musiki yıldızlarının sesi yükselirdi. Keza Arap filmleri oynatan Majik sineması ve altındaki Maksim gazinosu da eski bir anı olarak zihinlerde kaldı. Meydana ciddiyetini kazandıran anıt şüphesiz ki Cumhuriyet anıtıdır. Bu meydan neler gördü. 1950 seçimlerine yakın günlerde İnönü’nün seçim nutkundan evvel Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Beyin mahşerî kalabalığı göstererek ‘’İşte Paşam İstanbul’’ dediği, Paşanın seçim sonu en büyük yenilgiyi tattığı, valinin yeni hükümetin bir numaralı adamına dönüştüğü meydandır. 1960 ihtilâlinden sonra meydanın bağrına kocaman bir kasaturanın dikildiği meydandır. 1 Mayıs 1977 günü halkın üzerine açılan ateşle acı günlerin yaşandığı meydandır. Neyse, fazla uzatmayalım.

Bu günün 15 milyona yaklaşan nüfusu, 400 bin hektarı bulan yayılma alanı ile bir megakent olan İstanbul’da oluşan yeni yaşam merkezlerinde birçok yeni kent meydanları planlanıyor. Bu meydanların halkın rağbeti ile işlev kazanması, hepimizi sevindirmesi gereken bir olaydır. Yine de kentin en merkezi meydanı olan Taksim Meydanı, önemini ve işlevini devam ettirmekte. Bu günkü zevksiz görünümü ve karmaşık trafiğine rağmen Cumhuriyet Bayramı ve Yılbaşı gecelerinde havai fişek gösterileri, dev TV ekranları ve canlı müzik konserleri ile etkinliklere sahne oluyor.

Beyoğlu Güzelleştirme Derneğinin bir anketine rast geldim: İstiklâl Caddesi ve Taksim Meydanında gezinen 10 kişiden 7’si erkek; yüzde 46’sı 16 – 25 yaş arası gençlermiş. Ne yazık ki Cumhuriyet Bayramı ve Yılbaşı gibi kutlama gecelerinde kalabalık arasında kalan genç kızlara, turistlere cinsel taciz, hatta tasallut girişimleri olabiliyor. Dürüst gençlerimizi tenzih ederim; ama varoşlardan gelen bazı eğitimsiz gençlerdeki cinsel açlık ve karşı cinsi zevk aracı gibi görmeleri ile oluşan bu gibi çirkin olayların, zaman içinde ve kentleşme olgusu geliştikçe azalacağına inanmak istiyorum. Tabii ki her şeyin başı görgü ve eğitim. Bu konuda eğitimcilere çok iş düşüyor.

Sosyal içeriği fazlaca bu meydan yazısından sonra, haftaya mimari içeriği fazlaca bir yazı ile günümüz Taksim Meydanının alması gereken şeklinden ve içime oturan Topçu Kışlası yıkımı rezaletinden bahsetmek niyetindeyim.


yerguvenc@gmail.com

 

Yayın Tarihi : 2 Şubat 2010 Salı 12:03:28


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 85.103.104.xxx Tarih : 5.02.2010 14:11:02

Geniş bir konuda kısa, özet yazı yazma çok zordur. Bu genel kanıya karşın yazarın büyük bir tarih keyfini ve İslam-Türk geleneği meydan fukaralığının nefis sosyolojik analizini bir arada götürdüğü bu makalesi gene hayranlığımı kazandı. Ben de bir örnek olarak Sultan Ahmet Camiinin konumuna değinmek istiyorum. 9.000 müminlik istiabı olduğu söylenen (bilmiyorum abartı var mıdır? adeta bir büyük kasaba nüfusu) bu ibadethane cemaatinin kısa sürede girip çıkmalarına olanak tanıyan bir mecra bulunamadığından şikayet edilir (zaten, finansmanı bir cihad sonu elde edien ganimed kazancından gelmeyen camilerde, geleneğe göre, ehl-i iman itibar etmezmiş, ya). Böyle, bizim gibi Doğululara özgü meydansız, ya da yetersiz meydanlı bina komplekslerinin işlevlerini nasıl yerine getirebileceği hakkında yazar, acaba gelecek yazılarında bilgi lûtfederler mi?


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.234.203.xxx Tarih : 7.02.2010 17:39:32

Saygıdeğer Teoman. İlgine çok teşekkür ederim. Ancak bu cami hakkında Sinan camileri kadar bilgim yok. Bu konuda yazmam için caminin taşıyıcı sistemini incelemem, bunun için de cami içinde bir iki saat kalmam gerekecek. Hele şu soğuklar geçsin de bakalım. Bildiğim kadarı ile nâfi iç alan 40 x 50 m. = 2000 m2 kadardır. Mümin istiabı 2000 / 1.3 = 1500 kişi kadar olabilir. Son cemaat yeri ve avlu ile beraber 2000'i geçemez. Ön ana girişinden başka yanlarda 4 kapısı daha var. Kaç metre tul olduklarını bilmiyorum. Ölçmek lâzım. Normal kullanımda yeterli olması gerek. Ancak panik vukuunda 1500 / 70 = 20 metre tul gerekir ki, o dönemde acil tahliye hesaplanmıyordu. Bu söylediklerim yine de kesin rakamlar değil.