29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

İstanbul’u yaşamak

Bunca politik konuyu yazmak varken şimdi bu yazı da nereden çıktı diyebilirsiniz. Ne var ki, sanat ve edebiyatın engin denizinde bir arpa boyu bile yol alsanız, ‘çarıklı erkânıharp’lik taslayamıyor, yazılarınızla ülkeyi kurtaramıyorsunuz. Türkçeye katkılarıyla çağdaş edebiyatımıza yön veren, yaşayan üç romancımızdan biri olan Mario Levi (diğerleri Selim İleri ve Orhan Pamuk; tabii ki kişisel kanım), bu defa yine bir İstanbullu olarak, kendi yaşam öyküsüyle karşımıza çıkıyor. ’İçimdeki İstanbul Fotoğrafları (Doğan Kitap, 2010)’ ile. İstanbullu olmak nasıl bir şey? Yazar, ‘’İstanbul’da yaşamakla İstanbul’u yaşamak arasında bir fark vardır; bu farkın farkında değilseniz İstanbullu olamazsınız’’ diyor. Kanımca İstanbul’u yaşamak için ille de İstanbul’da doğma şartı yok; ama kente sonradan gelenlerin İstanbul yaşam kültürünü benimseme şartı var. Ben, İzmir doğumlu, ama kökleri İstanbullu bir ailenin çocuğuyum. O nedenle İzmir’i hasretle anar ama İstanbulluluğumla öğünürüm.

İstanbul, bir milyon nüfuslu bir kentken belki de nüfusun % 90’ı İstanbul yaşam kültürüne âşinâydı. Bu günün 14 milyonluk İstanbul’unda kenti benimseyen ve kendini İstanbullu hisseden, İstanbul yaşam kültürüne ulaşabilme gayretinde olan kaç kişi vardır; veya bu gibilerin oranı yüzde kaçtır acaba? Kimseyi mihenk taşına vurmak haddimiz değil ama bu yüzdenin çok düşük oranda olduğunu tahmin etmek, hiç de zor olmasa gerek.

Şunu unutmamak gerekir ki, burası Dubai gibi, Abu Dabi gibi sonradan görme şehirlerden biri değil. Bin yılların uygarlığıyla yoğrulmuş soylu bir kent. Fetih öncesi Konstantinopolis’inde sur içinde yaşayanlar, Grek dilini konuşan, Ortodoks Hıristiyan, bizim Rum olarak nitelendirdiğimiz kentlilerdi. Halicin karşı yakası Galata, Venedik ve Cenova’dan gelmiş Katolik tüccarların ve Karaim Musevilerinin yerleşim bölgesiydi. Fetihten sonraki üç günlük katl ve yağma dönemini saymazsak, bir kısım Rum halkı kentte yaşamaya devam etti. Üst düzey Rumlar Fener’de, diğerleri Marmara kıyılarındaki mahallelerde yoğunlaştı. Anadolu ve Balkanlardan göç ettirilen Türkler, sur içindeki tepelere yerleştiler. Keza taşradan getirtilen Ermeniler ve Yahudiler de belirli semtlere yerleştirildi. Çünkü kent ekonomisini ayakta tutacak iş gücüne ve el sanatları üreticilerine ihtiyaç vardı. Ticaret, Galata’da, daha sonra Pera’da Levantenler eliyle devam etti.

Osmanlı payitahtı, yıllar içinde büyük nüfus artışları yaşadı. 1492’de İspanya Yahudilerine kucak açtı. Gelenler, kent ekonomisine katkıda bulundular. Hatta Sultan Bayezid’in ‘Şu İspanyollarda akıl yok mu, böyle iş bilir kimseleri kovuyor’’ dediği söylenir. Osmanlı, zaman içinde Rumeli topraklarını kaybettikçe, İstanbul yeni göçler aldı. Rus işgali sonucu kaçan Kırım Tatarları, ‘93 harbi’ olarak anılan Osmanlı-Rus savaşı sonunda göç eden Balkan Türkleri, Arnavutlar, Boşnaklar, Kafkasya’dan gelen Abaza ve Çerkezler, ‘İstanbul’un taşı toprağı altın’ diyen Anadolulular İstanbul’u mesken tuttular ve bir iki nesil geçince İstanbullu olabildiler. Zaten İstanbullu olamayanları İstanbullular hor görür, onlara ‘kaba-saba’, ‘dangıl-dungul’ gibi sıfatlar yükler, hatalı hareket yapanları ‘’Heey, başka İstanbul yok’’ diye paylarlardı.

Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devlet politikasıyla ekalliyet (azınlık) ve gayrimüslim gibi sıfatlarla niteledikleri öz be öz İstanbullu vatandaşlarını, ‘yabancı’ olarak gördü. ‘Varlık Vergisi’ uygulamaları, ‘6-7 Eylül’ olayları ve daha bunun gibi birçok yüz karası olaylar; ‘vatandaş Türkçe konuş kampanyası’, ‘Vagon-Li olayı’ gibi ulusalcı, aslında gereksiz hareketler, azınlıkların dış göçlerini hızlandırdı. Bu vatandaşlarımızın kendilerine özel yaşam kültüründen yoksunluk, kent kültürünü olumsuz yönde etkiledi. Aslında bir arada yaşayan gayrimüslimler ve diğer halklarla İstanbullu Türkler arasında fazla sorun çıkmazdı. Mahallelilik, komşuluk hukuku onlarla da tıkır tıkır işlerdi. Aileler arasında karşılıklı olarak, Ramazanda pide, Kurban Bayramında et, Muharrem ayında aşure, Paskalyada boyalı yumurta ve çörek, Pesahta hamursuz ikramları ve bayram ziyaretleri yapılır, birbirlerinin düğün, derneklerine gidilir, ‘selâmın aleyküm’, ‘merhaba’, ‘kalimera’, ‘parev’, ‘şalom’ selamlaşmaları herkesçe bilinir, doğal karşılanırdı.

Eski İstanbulluda insan sevgisi yanında hayvan ve doğa sevgisi de vardı. (Hayırsızada’ya bırakılıp terk edilen sokak köpeklerinin acısı hâlâ İstanbullunun içinde ukdedir). İster zengin, ister fakir olsun, evin erkeği, kasaptan aldığı etten çıkan kemikleri ayırtır, mahallenin köpeklerine, ciğerciden aldığı ciğeri mahallenin kedilerine götürür, evin hanımı konserve tenekelerinde yetiştirdiği çiçekleri şahnişine, penceresine dizerdi. Üsküdar, Yeni Cami, Sultanahmet, Eyüp Sultan kumrularına darı atılmadan geçilmez, karlı günlerde aç kalan serçeler için pencere dışına ekmek doğranırdı. Derler ki İstanbul kumruları konuşurmuş. Rumeli yakası kumruları ‘’guk guru guk, Üsküdar’a gidelim’’ der, Üsküdar kumruları ‘’guk guru guk, elestü bi rabbiküm’’ diye âyet okurlarmış. (İzmir kumrularının ise dili değişiktir. Onlar, ‘’gu guuu guk, kim dööktü, bu dööktü’’ diye suçu birbirlerinin üzerine atarlar).

Bir zamanların İstanbul’u, İstanbulluyu evinden, barkından eden yangınlarıyla da ünlüydü. Depremde yıkılan kâgir evlerden sonra padişah iradesiyle yapımına başlanan ahşap evler, bu defa da yangınla cebelleşir olmuşlardı. Yangınlar, mütevazı evleri, zengin konaklarını, koca mahalleleri silip süpürmüş, yılların birikimi servetleri yok etmiştir. Bu yüzdendir ki, İstanbullu ev-bark, konak sahibi aileler, Avrupa’daki gibi nesiller boyu oturulan ‘baba evi’ kavramından mahrum kalmışlar, uzun yıllar kira evlerinde o evden bu eve göç ederek ömür tüketmişlerdir. Ama hiçbir İstanbullunun aklına gideyim de şu Hazine arazisi üzerine kaçak ev kondurayım, ‘gecekondu’ yapayım fikri gelmemiştir.

İlk zamanlar, göçlerle gelen ve İstanbulluyla beraber yaşamaya başlayan halk, iki-üç göbek sonra İstanbul potasında eriyor ve İstanbullu oluyordu. Gel gelelim, ‘çok geç kalmış sanayi devrimimiz’ ve çağın sosyal hareketi olan kentleşme olgusu sonucu kitleler halinde İstanbul’a gelen, gecekondu ve kaçak yapılardan oluşan kendi ‘getto’larını kuran, iş ve hizmet sektöründe çalışan gurbetçi ve aileleri, aradan geçen bunca yıl sonra dahi İstanbullu olmamakta direndiler. Aralarında henüz denizi görmemiş insanların dahî yaşadığı söyleniyor. Bu aileler acaba kaç kuşak sonra İstanbullu olacaklar dersiniz? Belki de hiç olmayacaklar. Beraberlerinde getirdikleri ve yeni nesle aşıladıkları töreleri terk edebilmeleri hiç de kolay olmasa gerek. Törelere boş veren bir kısım genç de eğitimsizlikle düştüğü yoz kültürün içinde ziyan oluyor. Anadolu’dan İstanbul’a yerleşen ailelerin İstanbul’da doğan çocuklarına, torunlarına, tosunlarına nerelisin diye sorsanız, anayurtlarıyla ilişkileri kalmamış bile olsa ben Adanalıyım, ben Kayseriliyim, ben Niğdeliyim, ben Erzincanlıyım derler de ben İstanbulluyum demeye bir türlü dilleri varmaz. Belki de doğru söylüyorlar. Mario Levi: ‘’İstanbul’da yaşamakla İstanbul’u yaşamak arasında fark vardır; bu farkın farkında değilseniz İstanbullu olamazsınız’’ dememiş miydi?

Burada Sezar’ın hakkını Sezar’a vermemizin bir borç olduğunu da unutmayalım. İstanbul’da yaşayan, halis muhlis İstanbullu olmuş o kadar çok Anadolu ailesi var ki, onlarla iftihar ediyor, kentimiz adına onur duyuyoruz. Bu kentte, Anadolu’dan tahta bavulla gelen, birinci göbeği ticaret yapan, ikinci göbeği sanayici olan, üçüncü göbeği İstanbul kültürüne katkıda bulunan değerli ailelerimiz, hattâ senfoni orkestrası kurup yaşatabilen çok çok değerli ailelerimiz var.

Peki, İstanbul’u yaşamak nasıl bir şeydir? Mario Levi’den aldığım ilhamla, biraz de kendi katkımla bazı somut örnekler vereceğim: Gençliğinin hakkını veren, dolu dolu yaşayan, spor yapan, yüzen, bisiklete binen, dans eden, flört eden, kafe ve pastanelerde dostlarıyla sohbet eden genç İstanbul’u yaşıyor demektir. Sanata ilgi duyan, müze ve sarayları gezen, eski İstanbul fotoğrafları koleksiyonu yapan, İstanbul kitapları okuyan insan, İstanbul’u yaşıyor demektir. Bütün balık isimlerini, tutulma mevsimlerini ezbere bilen adam İstanbul’u yaşayan adamdır. Eminönü’nde balık-ekmek, Balıkpazarı’nda midye dolması, Dolapdere Apik’te işkembe çorbası, Vefa’da leblebili boza, Çemberlitaş’ta turşu suyu, Sirkeci Filibeli’de köfte, Kanlıca’da pudra şekerli yoğurt, Beykoz’da paça çorbası yemeye-içmeye üşenmeden gidebilen, çorbasını içerken Akbaba köyünden gelip eşeğiyle vapura yetişen Ref’i Cevat Ulunay, eşeğini nereye bağlardı ve kime emanet ederdi acaba diye düşünen adam İstanbul’u yaşayan adamdır. Hacı Bekir’den çifte kavrulmuş lokum ve akide şekeri alan, uğramışken bir de demirhindi şerbeti içen adam İstanbul’u yaşayan adamdır. Cuma namazını kılsın veya kılmasın, dostlarıyla buluşan, meyhane geleneğini bilen, rakısını âdâbı ile içen, rakı sofrasını beyaz peynir, kavun, lakerda, çiroz, likorino, patlıcan salatası, tarama, roka, Arnavut ciğeri, Ermeni pilakisi, topikle donatan adam İstanbul’u yaşayan adamdır. İster alaturka fasıl, ister klâsik batı müziği dinlesin, müzikten hoşlanan, konsere, operaya, tiyatroya, sinemaya ve de sergilere giden adam İstanbul’u yaşayan adamdır. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş takımlarından birini tutan, ama Beykoz, Lânga, Vefa, Karagümrük takımlarını unutmayan adam İstanbul’u yaşayan adamdır. Bir şey almasa da Kapalıçarşı’yı, Sahafları dolaşan, Küllük kahvesinin hasretini çeken, Mahmutpaşa’dan Mısır Çarşısına inen adam İstanbul’u yaşayan adamdır. Boğaz vapuruna binip Anadolu ve Rumeli sahillerini, yalıları seyreden, vapurda simitle çay içen, senede bir de olsa Adalarda faytonla tur yapan, çamları koklayan adam İstanbul’u yaşayan adamdır. Yine senede bir de olsa Eyüp Camiini ziyaretle Piyer Loti’ye çıkıp Halici, gün doğumunda ‘tarihi yarımada’ siluetini seyreden adam da İstanbul’u yaşayan adamdır.

Tamam da şu İstanbul’un hay huyu içinde nasıl vakit bulup da böylesine haydamatlıklar yapacağız derseniz ona da diyecek bir sözüm yok. Ama siz yine de bir punduna getirip bazı kaçamaklar yapabilirsiniz. Bu trafik keşmekeşi içinde hangi babayiğit keyfince gezebilecek derseniz o da ayrı hikâye. O zaman bütün bu gezileri, tatları hayalinizden yapmaktan başka seçeneğiniz yok demektir. Ne demiş şair? ‘’İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar’’.

Şimdi de İstanbul eski İstanbul değil ki dediğinizi duyar gibiyim. Evet, haklısınız. Osmanlı, Ayasofya hariç Bizans İstanbul’unu silmişti. Modern çağ da Osmanlı İstanbul’unu siliyor ve yeni bir mega kent yaratıyor. Bir zamanların makbul semti Aksaray, Lâleli, Soğanağa (Halide Edib bile orada oturmuş), şimdi fuhşun ve lumpenliğin merkezi olmuş. Neyse ki Nişantaşı, her zamanki gibi yine monden. Levent, Etiler, Ulus, Maslak, … şehir almış başını gitmiş ve gidiyor. Boğaz köprülerinin başları iş merkezleri gökdelenlerle dolmuş. Bir zamanların orta ama eğitimli sınıfını barındıran kibar Kadıköy’ü, Gebze’yle birleşmiş, Karadeniz’e doğru almış başını gidiyor. Her bir yeni yerleşim, mega kentin birer parçası olmuş. Siteler, siteler, siteler… Oturduğunuz siteye, apartmana bakın, çevreniz hiç İstanbul’a benziyor mu? Ha Sivas’ta oturmuşsunuz ha İstanbul’da, ne fark ediyor? İşte onun içindir ki, ara sıra da olsa eski İstanbul’u yaşarsanız, o zaman İstanbul yaşanmaya değer bir kent olacaktır.

yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 8 Şubat 2011 Salı 12:17:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.243.238.xxx Tarih : 11.02.2011 10:57:55

Sayın Corrector, sizin bilgi ve kültürünüzü takdir ediyorum. Eleştirim bilgi eksikliğinize değil ; Sellemühüsselam hüküm vermenize... Sayın Ergüvenç'in makale konusu İstanbul ve İstanbulun yetiştirdiği değerli üç kalem erbabı... Burada nesnel değerlerle öznel duygularımızı karştırmamamız gerek. Örneğin siz Orhan Pamuk'u yavan bulur muşsunuz; tesadüfen ben de Orhan Pamuk'un  uslûbundan çok sıkılırım; okumaya çalıştığım romanlarından hiç birinin sonunu getiremedim; üstelik katıldığım söyleşilerinde birinde çok asabi ve küstah biri olduğuna da tanık olmuştum; rahmetli Tomris Uyar'in kalbini kırmıştı. Ama ne var ki, o Nobel Ödülünü kazanmadan önce edebiyat çevrelerinin ve kritiklerin yıldızı olmuştu. Çatlasak da patlasak da bugün Nobel kazanan tek Türktür. Keza , çatlasak da patlasak da Mario Levi "Haldun Taner" ve "Yunus Nadi" ödüllerini kazanmış itibarlı bir Türk yazarıdır. Sizin anti-semitik duygularınız ona karşı bir "anlattıkları masaldır" nitelemesi ile saldırı vesilesi olmaması gerekirdi. Her toplumda çeşit çeşit bireyler çıkabilir. Her toplumun karşılaştığı şartlara göre toplu tavrı olabilir.  Yurtlarından atılmış Yahudilerin de 2.5 milennium boyunca savunma refleksi içinde olmaları insan tabiatının doğasındandır. Hâttâ ayakda kalabilmeleri de takdir edilecek bir başarıdır. Yorumuzdaki, en azından "İsrael kurulur kurulmaz bir çok Yahudinin bizi terketmeleri keyfiyetini" haksız ve olumsuz olarak yorumlamanızın" çok anlamsız olduğunu kabûl edin. Eğer Türkiyede kalmak bir erdemse ve bizim yararımıza ise, İte kaka sepetlediğimiz Rumların Marmara Adalarındaki evlerini hep Yahudilerce satın alındığı müjdesini size verebilirim. Ayrıca, hiç olmazsa Levinin eserlerinden birini (Bir Masaldı, İstanbulu) okumamışsanız okuyun. Bizlerin de şartlandığımız masallardan kendimizi arındırmamız gerekiyor.      


Teoman Törün IP: 85.107.175.xxx Tarih : 8.02.2011 16:48:38

Evet, Mario Levi en has İstanbullu... Zira İstanbulu her cepheden görebiliyor. İki kez söyleşisine katılma bahtiyarlığına eriştiğim bu yazar Türk Abdurrahmanı da, Yahudi Moiziko'yu da, Rum rakibinen. "Yelekçi Hent" diye seslenen Ermeni Kirkor'u da, ona mukabil kendisine: "Pezevengis, kakohronakis" diye hakaret eden Rum Nikoyu da çok iyi tanıyor. Herkesle empati kurabiliyor. 3 anadili var: Türkçe, Ladino, Fransızca. Soruldu: "Hangi dilde rüya görüyorsun?" diye.. "Öncelikle Türkçe, Frenkle karşılaşmışsam Fransızca, kendi soyumun rüyasını görüyorsam Ladino..."  Ama kuledibinde (ki oralarda Doğu Avrupadan göçen Yahudiler vardır) onlarla Yiddiş de konuşabiliyor. İstanbulun masalını en iyi o söylüyor.  İstanbulun tarihini en iyi değerlendirebilecek bir İstanbullu.. 1970lerde gittiğim Londrada (ne yazık ki ilk adı şu anda hatımıma gelmiyor) aktörlük de yapmış olan Marx adında bir yahudi asıllı adam Londra sosyetesinin birinci adamı idi ve en has Londralı kabûl ediliyordu. Böyla hemşehrilerimize sahip çıkalım.  


corrector IP: 124.189.49.xxx Tarih : 11.02.2011 16:37:26

tanri cumlemizi kuru iftiradan korusun: anti-semitik degilim.semitik derken sadece bir dine mensup olanlar(usual suspects) akla gelmez. semitler amharikler, araplar, aramiler, suryaniler, akatlar, ibraniler, maltalilar, tigrinyalilar, Fenikeliler vs dir. yahudilere karsi degilim, zaten hic bir kesime karsi olamam, ve bir cok sebepten olamam.ve bu saydigim semitik gruplar ile yakinlasanlar bilir: cok guzel, hatta cogu zaman naif masallar anlatirlar. hele ustunu ortecekleri bir sey oldugunda dramatik hatta cocuksu aciklamalari gercekten cok hostur. tanisma firsati bulamayanlara bir semitik edebiyat ustasini salik verebilirim: Amin Maalouf ki kendisi Lubnan'li bir levantendir.

sayin Erguvenc'in makalesinin konusu "Istanbul kulturu"dur. daha dogrusu bu kulturun "norm"laridir. hatta daha da dogrusu Istanbul "folkways" ve"mores" leridir - kusura bakmayin bunlarin turkce terimlerini bilmiyorum ama gayri-resmi gelenek ve gorenek gibi kurallar ve uygulamalar diyebiliriz bunlara-. ve sayin Erguvenc bunlari deskriptiv (aciklayici, tasvir edici) bir sekilde anlatiliyormus gibi gorunse de halbuki bence yazisi -buyuk bir ihtimalle farkinda olmadan- preskriptiv (olmasi gereken) sekilde yazilmistir. soyle ki: sayin Erguvenc'in yazisinda nostaljik ve onun ve onun cevresinin gormek istedigi gibi gorunen bir istanbul anlatilmistir. bence bu durum istanbul 1 milyon iken de boyle degildi.

tamam elbette, populer kultur olarak insanlar belki makaledeki bazi rutin ve zevkli "bos zaman" aktivitelerini yapiyordu suphesiz. ama populer kultur gercekten boyle mi idi? siniflar, stratalar, localar, vs bence dinler kadar etkili idi. ya angarya'lar, uzuntuler, kederler, ve Orhan Pamuk'un de acikladigi "huzun" nerede burada? aile nerede, ne bileyim: saglik, dogum, olum, kisilik, cinsiyet, bilim, ordu, vs nerede? yani Istanbullu ortak payda da bunlar hakkinda ne dusunuyordu? tamam butun bunlar bir makaleye sigmaz elbette. istanbul'u veya herhangi bir yeri beylik laflarla anlatmak ne kadar kolaydir. veya -sozum meclisten disari- batili gibi yapmak, onunkine benzer yasamak ama batili gibi dusunememek... dejenere olmak... keske istanbul'lu olmak batili gibi dusunmek olsa idi!!

simdi tanri askina: hangi azinligimiz istanbul'u en iyi gozleyebilir? bence ortodoks veya katolik olanlar. diyeceksiniz ki niye? iste soyle: cunku Istanbul'un erime kazaninda (melting pot) en cok eriyenler onlardir. sosyoloji bazinda toplumun hemen hemen tum siniflarinda olmuslardir.    sadece ust siniflarda degil. psikoloji bazinda onlar kadar guzel eglenen var midir? ne de cabuk arkadas olurlar. biyoloji bazinda herhalde en cok diger din ve irklarla evlenen onlardir. ozellikle turklerinin de onlarla karistigi bir gercektir. hem de 1071 den beri.simdi bir musevi yerine bir ortodoks veya katolik Istanbul'u daha iyi anlatir demek suc mudur. izafi olaraf benim gorusum budur. sebeplerini acikladim.

belki sayin Erguvenc bu makalesini insanlari daha sosyal olmalarini tesvik icin, onun dogru bildigi seyleri yapmalari icin yazdi. veya belki baska bir sebepten yazdi. ne yazikki ben bu makaledeki bazi kisimlari ve yazinin boyle eski bizdeki eski turk filmlerindeki gibi bir naif-sevimli aciklamasini tasvip edemedim. ve fikrimi bildirdim. kendisini kirmak veya gucendirmek degildi niyetim. eger oyle algilamissa, sahsindan ihsaniyet beklerim.

baska bir konu:
obama da kahire'deki konusmasinda "islamin cok gurur duyulacak hosgoru gelenegi vardir. bunu engizisyon zamaninda Endulusya ve Kordoba goruyoruz" demisti. daha once saygi duydugumuz birisi de diyorki: "Eğer Türkiyede kalmak bir erdemse ve bizim yararımıza ise, İte kaka sepetlediğimiz Rumların Marmara Adalarındaki evlerini hep Yahudilerce satın alındığı müjdesini size verebilirim". haydeee! al birini vur otekine -mecazi olarak-. bazilarinin bazilarini savunma rekleksi oluyor nedense? Existentialist Angst?sevgiler, saygilar...


corrector IP: 124.189.49.xxx Tarih : 10.02.2011 08:29:08

Sayin Teoman Torun'e:
efendim riyasiz inancim: dogru bildigini soylemek de anti-uhuvvet degildir.ve Tevfik Fikret'in "Vatanım ruyi zemin, milletim nev-i beşer,İnsan insan olur buna izanla inandım" sozleridir.

ote yandan sayin Erguvenc'in bu yazisini ve diger yazilarini zevkle okurum. bilgisinden gorgusunden faydalanmaya calisirim. ama bu demek degil ki her sozune katilmam lazimdir.mesela: bence Orhan Pamuk da cok degerli bir insandir ama yazarligi bir Orhan Kemal'in yazarligi yaninda cok yavan kalir. Nobel aldigi Istanbul kitabi da bence edebiyattan cok bir "bilgi derlemesi" dir. ben boyle dusunurken onun "Türkçeye katkılarıyla çağdaş edebiyatımıza  yön veren" birisi oldugunu dusunmem abes olur. ama helal olsun Nobel'i aldi demekten de kendimi alakoymam.diger bir ornek: rum ve ermenilerin elinde bulunan ticaret ve burokratliga sonradan yahudilerin ortak olmak istemesiyle, ortalik epey karismistir. hatta donme yahudilerin ilk milliyetci (pan-turkist) olduklarini ve ermeni tehcirini baslattiklarini, bizzat yurtdisinda yasayan ermenilerden de dinlemistim. eee benim malumatim boyle iken, bu gruplarin populer bir kulturde nasil bulusabildiklerini, bazi normlari, gelenekleri vs beraber baslattiklarini tahayyul edemiyorum.  olsa olsa yahudilerin; rum, ceneviz, turk, ermeni vs'lerin harmanladigi Istanbul normlarina uydugunu dusunurum. ve o folklor ve ortak paydada fazla bir etkilerinin olmadigini dusunurum. ha bu hic bir etkileri olmadiklari anlamina gelmez elbette. ama Istanbul ve Turkiye kulturundeki Rum'un muzigi, hurafeleri, atasozleri, normalari vs'sinin yaninda yahudi etkisi bariz olarak alisilmis veya mutat degildir.sizin yazdiklariniza gelince, bazen sellemuhesselam aciklamalariniza, yorumlariniza, tam anlamadan sonuca atlamalariniza cok sasiriyorum. ve bazen cok olcusuz buluyorum.

mesela benim yazdiklarim: olan tahlihsiz musibetlere ragmen Istanbul'da kalan azinligin -hangi azinlik olursa olsun- "degerli" ve "saygi duyulacak" oldugu imasinda. diger taraftan zaten Trakya olaylariyla 13 ila 15 bin civarinda yahudi yerlerinden edildi, ama bunlarin onemli bir kismi Istanbul'a geldi, yerlesti. Lakin, Rumlar Yunanistan kurulur kurulmaz cekip gitmediler. burada anti parantez: tabi ki, kendi adima, trakya olaylarini okudugum kadar biliyorum. olanlari da lanetle kiniyorum. ama o bolgede dikkatimi ceken bir husus oldu. ozellikle "Karakaşi" deden donmelerin sayica cokluguna tanik olmustum. olaylarin gectigi yerlerdeki donmelerin nufusu arastirilmalidir eger bunun mumkunati varsa. bilindigi gibi sabetayist donmeler:1.Karakaşlar, 2.Yakubiler,3.Kapancılar ya da Kapanilerdir

Neyse, diyecegim: bu ulkede bazi alt gruplar ozellikle Rum ve Ermeniler bence suan ki hem Istanbul ve hem Turkiye kulturunun tonunu, anatemasini olusturmusturlar. Haa bunda Sumer, Hitit, Arami, Farsi, Arap ve Turk vs etkileri yok mudur? elbette vardir.diger yandan,Sabetayistlerin ozellikle tanzimanttan bu yana yonetimdeki etkileri goz onune alindiginda bir cok yonden Populer kulture yon verdikleri de bir gercektir. ama bu "Gmar Tikun" felsefesiyle ve "takkiyye" olarak yapildigi icin populer kulturde onlardan kaynaklanan kazanimlar ya "az" dir yada "onlara atfedilemez". gelen gocmenlerle de etkilesmedikleri ve kendilerini elit bir grup olarak gorup gocmenleri cok hor gordukleri icin de zaten etkisi zamanla azalmaktadir.ozellikle gorsel medyanin cogunluga yonelik kastimize (customised) programlari le Anadolu etkileri daha da agir basiyor. son olarak elbette "Anadolu Kulturu" demek sadece "Turk ve Kurt Kulturu" demek degildir. 


Teoman Törün IP: 88.240.0.xxx Tarih : 9.02.2011 12:00:50

Bu yazı semitizm ya da antisemitizm gibi bir fanatik düşüncenin ürünü değildir. Tümüyle insancıldır. Bir toplumda azınlık kalmış, fanatik saldırılara açık zaafiyetteki gruplara sevecen gözle bakmak, insanlık elini uzatmak gaflet midir? Masallara inanmak mıdır? En azından bir Mario Leviden kuşkulanmak mı gerekir? Trakya Yahudilerine karşı hiç sbepsiz reva görülen 1934 pogrumunu gerçekleştirenler, hangi azınlık olduğuna bakmaksızın tüm gayrı müslimlerin malını mülkünü yok eden, canlarına dahi kasdeden 1955, 6-7.Eylül vandalları gibi vahşet duyguları içinde mi olmalıyız? Kendilerine yeni yurt bulup ayrılan Musevîler hangi mantık ve sağduyu çerçevesinde eleştirelebilir? Bir sürü yoksul Muısevîlerin, ayrıca Varlık Vergisi darbesi yeyip varlığı sıfıra inmiş Yahudilerin ne yapmaları lâzımdı? Sayın Corrector'un buyurduğu, ortodoksların daha fazla uyum sağladığı hikâyesi zaten bu coğrafyanın yerlisi olan Rumların İstanbulda sadece 2000'den kişiden ibaret kalması karşısında ne dereceye kadar gerçekçi? İstanbulda 22.000 olmak üzere Türkiyede hâlâ 25.000 Yahudi var. Dönmeler bunun dışında...  Hâlâ Türkiye ekonomisinde payı olan Kamhiler, Hakkolar, Sürenler, Benardeteler, gazeteci Sami Kohenler hangi ülkede yaşıyorlar.? Ne olur, Sayın Corrector, kendinizi hatırlatmak isterken acele etmeyin. 


corrector IP: 124.189.49.xxx Tarih : 9.02.2011 09:01:43

sayin hocam, efendim cok hos ama cok cok hos bir yazi olmus. ayni semitiklerin hikayeleri gibi. ama ne guzel masal anlatirlar...
hatta Turkler bazen efendiliklerini daha fazla surduremeyip, masali yarida keserler: ya sen benim aklima hakaret mi ediyorsun diye...
Istanbul'lu degilim ama yine de bu yazinin masal olmayan kesimlerine de katilamiyorum. cunku efendim bence Istanbul'u en iyi urumlar yani rumlar yani sehirliler bilir. en eski sehirliler kimlerdir? ortodoks olanlar. tonu da onlar tayin etmisseler...
bir cok ortodoks cumhuriyet kurulduktan sonra Istanbul ve TUrkiyeyi terk etmemisdir. ancak tatsiz olaylarla zorla gocler olana kadar. ote yandan bence Istanbul'un erime kazaninda (melting pot) en az eriyenler ise musevilerdir. ister sefarad, ister askinazi... buna ister sosyoloji bazinda bakin, ister psikoloji, ister biyoloji, ister isler, ister su veya bu bazinda. bircok musevi Istanbul'u Israil kurulduktan sonra terk etmistir. onlara yapilan buyuk bir muskulat mi varmistir?
bu yazi da gecen bazi cumleler icin yazilacak cok sey var ama...
Istanbul'lu Anadolu'lu gecekondu yaparken tugla kremit cimento vs satmis. sonra bunlara kendi partileri ile tapu dagitmis ve sonra da mutahitligini yapmistir.


Teoman Törün IP: 85.103.65.xxx Tarih : 13.02.2011 13:00:08

Sayın Corrector Adalardaki Rum evlerinin Yahudilerce alındığı konusu, Elbette zaten absürd bir mecraya girmiş laf salataları karşısında bir ironi idi. Ne bileyim ben, kuzum, Yahudilerin bizim ülkeyi terkedip, İsraile göçmelerine pek üzgün görünüyordunuz da...


erdem yücel IP: 217.131.120.xxx Tarih : 12.02.2011 08:16:05

Sizin de değiminizle gündemin hergün değiştiği ortamda  istanbulu yazarak bizleri geçmişe götürdünüz. Birazda hüzünlendirdiniz... İstanbulu yaşamak ve istanbulda yaşamak arasında büyük farklar var. biz bugün istanbulda yaşamak zorundayız. İstanbulu yaşamıyoruz. Yaşamak istediğimiz istanbul bugün artık yok...

Kozmopolit, birbiriyle uyumsuzların yşehrine dönüştü. Siz bakmayanı betonlaşan şehre...

Bugün artık türkiyenin dörtte üçü istanbullu oldu. Gerçek istanbullu ise bir zamanlar şehrin mozaiği olan ekalliyet gibi çok azaldılar. Çoğu istanbulu terketti, çoğu şehrin yeni sakinleri ile kaynaştı. Oysa Osmanlı devrinde şehrin bozulmaması için bir takım önlemler alımıştı. Bostancı da ve Büyükçekmecede bostancıbaşı kulluklmarı olur bunlar şehre gelenleri kontrol ederlerdi. istanbulun yolu kesilir, issiz güçsüz ne yapacağı belli olmayanlar şehre sokulmazdı.I.Dünya savaşına kadar istanbul nesli bozulmasın diye gerçek istanbullular askere alınmazlardı. Ayrıca istanbullu istanbullu ile evlenirdi...Bugünkü kuşaklar bunu bilmezler...

Gerçek istanbul insanının kendine özgü bir yaşamı vardı. "İstanbul Efendiliği" veya kaba davranışta bulunanlara "Başka istanbul yok" sözü boşuna söylenmemişti.

İstanbulun yozlaşmaı II.Dünya savaşının bitimiyle başladı. Gerçek istanbullular yeni gelenlerle kaynaştılar, çoğu zaman onlara dışarlıklı diye bir ayırım yaptılarsa da  yenik düştüler.Şehrin yeni sakinleri İstanbul kültüründen nasiplenmediler, bilakis kendi yaşam tarzlarını örf ve adetlerini de beraberinde getirdiler. Çoğu komünler halinde bir arada yaşamaya başladı. Aynen Almanya'da bizim Alamancıların! yaptığı gibi...

Örneğin bana nerelisin diye sorduklarında istanbululuyum demiyorum. Çünkü herkes istanbullu oldu. Ben gerçek istanbulluyum diyorum.  Ama istanbul dışında bir yere kapak atayım da bu şehirden kurtulup eski anılarımla başbaşa kalayım diye düşünüyorum. Ne var ki gidecek yer bulamıyorum; köküm burada nereye gidebilirim ki...

Kısacası istanbul yeni istanbulular karşısında yenik düştü, şehrin yeni sakinleriyle birleşmek ve kaynaşmak zorunda kaldı. Benim gibi evlendi de...

O bakımdan eski istenbul bugün yok, bazı yazar ve sizin gib i yazarların anılarında kaldı...

Ne denir; elveda İstanbul!...


Teoman Törün IP: 85.103.65.xxx Tarih : 13.02.2011 12:54:05

Sayın Corrector şu tartışmayı şöyle bir şekil ve uslûp konusu üzerinden kapatabilir miyiz? evvelâ ilk yorumunuzun ilk cümlesine bakar mısınız? Semitik masallar ne demek? Haydi bunu kendi Dünyalarında tecrid edildikleri için sağlarını sollarını göremeyecekleri anlamında söylediniz. Dünyanın her tarafında bağı olan ve Türkiyeye gelmeleri 5.5 asır geçmiş, sürekli idarecilere yol göstermiş, finans sağlamış, ülkenin ticaretini ellerine almış, kadınları Saraylarda egemen olmuş ,  bu grubun nasıl içinde yaşadıkları ortamı anlayamayacağı iddia edilebilir? Kuzum, Corrector çok uzun yazılar yazıp, tüm bildiklerinizi, fikirlerinizi MELTİNG POT'A-a koyarsanız, böyle birbirine kaynaştırıp analiz edileyemeyecek hâle getirirsiniz. Arada bir sürü arıza çıkarırsınız. Haydi "kastımize" (?!) gibi bilinmez sözcüklerle Frenkçe hevesinize gülüp geçelim  (bari Türkçe imlâ ile yazacaksaydınız "kastimayzd" ya da Fransızca "Coutume"den "kutümize" deseydiniz; her neyse) Ama, Musevîlerin etnik farklarının ya da yurdumuza daha geç (yani 520 yıl önce) gelmiş olmalarının onları diğer unsurların gerisinde bırakacağınıu iddia etmenize kargalar bile güler Bakın İsrael'e halkı daha dün toplaşmış ama komşularından daha geri, daha acemi mi görünüyor? Sıkı mı, Mario Levi gibi bir edebiyatçıyı hafife almak?