25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

İstanbul’un Yeni ‘Barba’ları

‘Barba’ sözcüğünü işitmemiş olacaklarını tahmin ettiğim gençlere ve meyhane kültürü ile haşır-neşir olmamış kimselere sözcüğün anlamını açıklayayım: Barba, İtalyancada yaşlı ve sakallı adam anlamındadır. Frenklerin Kaptan-ı Derya Hayrettin Paşa (nam-ı diğer Hızır Reis) adının başına koydukları ve pek çok kimsenin sözcük anlamını merak etmeden telâffuz ettiği ‘Barba-ros’, kızıl sakallı adam anlamına geliyor. Rumcada usta anlamında kullanılan barba sözcüğü, eski İstanbul meyhanelerinde, yaşını başını almış, işinin ehli Rum meyhanecilere seslenirken kullanılan bir sıfattı.

Osmanlı İstanbul’u ve de 50’li yıllara kadarki Cumhuriyet İstanbul’unda, meyhane işletmeci ve garsonları genellikle gayrimüslimlerden oluşurdu. Müslüman Anadolu ve özellikle Karadeniz çocukları, bu mesleğe gayrimüslim patronların yanında bulaşıkçı ve komi olarak başladılar. 6-7 Eylül 1955 olaylarından sonra birçok Rum vatandaşımız gibi, birçok meyhane esnafı da Yunanistan’a göç kervanına katıldılar; iş yerlerini Türk yardımcı ve garsonlarına devrettiler.

Galatasaray’da, Krepen Pasajındaki İmroz, Neşe, Kulis, Papirüs, Seviç gibi dükkânlar, yeni sahipleri ile devam ettiler. Krepen Pasajının yıkılmasından sonra meyhaneler, Çiçek Pasajı ve Nevizade Sokağı’na nakli mekân ettiler. Kadir, Cavit, Bayram ve diğer eski dönemin Türk komi ve yardımcıları, yeni dönemin patronları oldular. İmroz’un patronları Hristo ve Tanaş, dükkânı garsonları olan Yorgo’ya bırakarak ayrıldılar. Yorgo, Nevizade’nin tek Rum meyhanecisi olarak işini yakın zamana, çok yaşlanıncaya kadar sürdürdü. Cavit, Çiçek Pasajında açtığı Huzur meyhanesi ile entelektüel sınıfı celp etmeyi başardı. Erkek müşterilerine ‘ekselâns’, hanımlarına ‘först leydi’ sıfatları vererek bizzat hizmet ederdi. İstanbul meyhane kültüründe ‘Entelektüel Cavit’ ismi ile yer aldı. Burada ilginç olan nokta, Rum ve diğer Hıristiyanların meslek olarak benimsedikleri meyhaneciliğe, tutucu bölgelerden gelen Müslüman köylü çocuklarının heves etmesi ve sahip çıkmasıdır.

İstanbul yarımadasında, ehlikeyfin cazibe merkezi Kumkapı meyhaneleridir. Samatya, Yenikapı ve Kumkapı meyhaneleri, Osmanlı kültürünün devamı idi. Bu meyhaneler, Bab-ı Âli ketebesinin akşamüzeri iki tek attıktan sonra evlerinin yolunu tuttukları meyhanelerdi. Bu gibi müdavimlerin evlerine, Ramazan perhizinden sonraki Bayram günlerinde ‘unutma beni dolması’ gönderilirdi. Sultanzadelerin devam ettiği bazı yüksek tavanlı ve asmakat localı meyhanelere sultan sözcüğünün çoğulu olan ‘selatin meyhaneleri’ denirdi. Ressam Cihat Burak’la gittiğimiz Çamur Şevket’in Kartallar meyhanesinin yüksek tavanından çağrışım yapan Burak, şefe sordu; ‘’Kuzum, Kumkapı’nın selatin meyhaneleri hangileri idi, biliyor musun?’’, ‘’Beyabi, buralarda Selahaddin adlı kişinin meyhanesi yok’’ yanıtını aldı. Devran dönmüş, eskilerden iz kalmamıştı. Yenikapı gazino ve meyhaneleri, istimlâklerden sonra tarihe karıştı. Kumkapı’da Beşiktaşlı futbolcu Çamur Şevket, Kadir, Kör Agop, Beyaz Balina ve diğer birçok meyhane bu gün de icra-i sanata devam ediyorlar. Ancak geceleri yüksek desibelli Roman musiki nağmelerinin hâkim olduğu bu yerlerde sohbet olanağı bulunmadığı için bir kısım ehli dil, öğle rakılarını tercih eder oldu. Bu toplu meyhaneler dışında Yedikule’nin tek Safa meyhanesi, yaygınlaşan taassuba rağmen hâlâ direniyor.

Şimdi sizlere başarılı bir ‘Türk barba’dan söz edeceğim. Bayram Aydındoğan, 1930’da, Erzincan, Kemah’ın Kömür köyünde doğdu. Dede Şaban ve baba Sıddık’ın geçimlerini sürdürebilecek oranda tarlaları ve hayvanları vardı. Küçük Bayram, üç sınıflı, tek eğitmenli okulu bitirdiğinde okuma-yazmayı sökmüştü. Köy yakınında kaya tuzu ocağı vardı. Ocağa gelen bir memur, okuduğu gazeteyi bıraktı, gitti. O dönem, Anadolu’ya gazetelerin ulaşamadığı, köy çocuklarının önlerinden hızla geçen trenlere ‘gaste at, gaste at’ diye bağırdıkları dönemdi. Okumaya aç kalmış Bayram, gazeteyi hatmetti. Gazetede İstanbul’un gece hayatından ve Galatasaray’daki Krepen Pasajı meyhanelerinden bahseden bir sütunu defalarca okudu. Günlerce İstanbul’u hayal etti; sonunda İstanbul’a kaçmayı aklına koydu. Tuz ocağına amele oldu. Biriktirdiği para, tren parasına yettiği gibi, üzerinden artan üç-beş kuruş da bir süre için geçimini sağlayabilecekti. Birinci kaçma teşebbüsü akim kaldı, yılmadı ikici teşebbüsünde başardı.

Trenden inip, Haydarpaşa Garından dışarı çıkınca ömründe ilk defa denizi gördü. Herkesle beraber, kırk yıllık İstanbullu gibi vapura bindi, Karaköy’e geçti. Akıllı Bayram, aradığı yeri ancak taksi ile bulabileceği bilinci içinde Galatasaray’a ulaştı. Krepen’de etrafına bakınırken Barba Haçik usta bu genç çocuğu gördü. ‘Oğlum, ne bakınıyorsun?’, ‘İş arıyorum ustacığım’, Bayram, Haçik’in ‘Peki, geç arkaya’ demesi ile kendini Seviç meyhanesinin bulaşıkhanesinde buldu. Gece yarısı müşteri gittikten sonra tahta sandalyeleri birleştirip uyuduğunu gören Haçik, evden döşek ve battaniye getirdi. Dürüstlüğü ile güven uyandıran Bayram, bir süre sonra bira musluğunun başına geçmiş, garsonların ‘Çek bir arjantin’ seslerine kulak vererek bardakları usulünce doldurmaya başlamıştı bile. Haçik usta, müşterisi olan Altınzincir fabrikası sahibi Kâzım Beyle sık sık Trakya ve Şile tepelerinde ava gider, böyle zamanlarda kasayı Bayram’a emanet ederdi. Bir seferinde 15 gün gelmediler. Bayram paraları nereye koyacağını bilemedi. Torbaya doldurup üzerinde taşıdığı banknotları kuruşu kuruşuna patrona teslim etti. Demek ki o zamanlar paraları bankaya yatırma alışkanlığı başlamamış.

Bu arada Bayram’ın askerlik çağı geldi; Siirt’te Seyyar Jandarma olarak 30 ay askerlik yaptı. O zaman terör riski yok; olsa olsa kaçakçıların takibi var. 30 ay göz açıp kapayıncaya kadar geçti ama Bayram’ın aklı-fikri İstanbul’da idi. Artık evlenme vaktinin geldiğine hükmetti. Her halde İstanbul kızları ile evlenecek değil; ‘‘Memlekete gideyim, helâl süt emmiş bir kızı Allahın emri ile ister, evlenir, yine İstanbul’a dönerim’’ diye düşündü. Lâcivert takım elbise, beyaz gömlek, kırmızı kravat, fötr şapka kıyafetle köyüne vardı. Tarlada çift süren dede, başında dikilen şehirli adama şöyle gözünün ucu ile baktı; ‘’Her halda Kemah’a yeni kaymakam geldi, köyümüzü teftiş ediyor’’ diye içinden geçirdi. ‘’Dede benim, Bayram’’, ‘’Hay Allah iyiliğini versin, nereden çıktın sen, artık şeherli mi oldun?’’ Bayram mor binlikleri bastırdı, güzel bir köy düğünü yaptı. Tekrar ver elini güzel İstanbul. Şef garsonluk, Alman lokantasında barmenlik derken müşterisi trikotajcı Garbis Beyin delâleti ile 25 bin lira hava parasını da vererek 600 lira kira ile Krepen’de kendi dükkânını açtı. Daha sonra, Krepen Pasajının yıkılması ile Çiçek Pasajına göç ve Seviç Restoran’ın açılması. Pasajın mirasçıları olan ‘sadr-ı esbak’ Sait Paşa torunları, dükkânı uygun şartlarda satarak Bayram’ı mal sahibi yaptılar. Demek ki dürüst, sempatik ve iyi insan olmak hâlâ geçer akçe imiş.

1980 öncesinin anarşi günlerinde kibar insanlar Beyoğlu’ndan ellerini-eteklerini çektiler. Sinemalarda seks filmleri furyası başladı. Filmden çıkıp soluğu Pasajda alan it-kopuk takımı, birbirlerine yaptıkları kaba şakalarla içkilerini içer, çiçek satan kız çocuklarına gözlerini diker, içkinin dozu arttıkça gelene geçene sataşır, kadınlara sulanırlardı. O zamanlardan bu zamanlara köprülerin altından çok sular aktı, geçti. Beyoğlu ve İstiklâl Caddesi epeyce toparlandı. Çiçek Pasajı da eski edepli ve görgülü günlerine dönme yolunda.

Teröristlerin Galatasaray’daki İngiliz Konsolosluğuna saldırıları sonucu çevredeki birçok yapı gibi Çiçek Pasajı da yara aldı. Cam-çerçeve kırıldığı gibi, pasajı örten saydam çatı da çöktü. Bayram, artık Pasaj’da kurulan derneğin de başkanıdır. Pasajı nasıl adam edeceğiz diye kara kara düşünürken karşısına bir sürpriz çıktı. Şöyle: Bilirsiniz, Galatasaray Lisesi öğrencileri zeki, aynı zamanda fırlama çocuklardır. Yatılı öğrenciler, okulu kırdıkları zaman soluğu Pasajda alırlar, patates tava ve bira ile demlenirlerdi. Yanlarında her zaman para olmaz, ama Bayram amcaları onları kırmaz, biralarını verirdi. Çocuklar, bu iyiliği hiçbir zaman suiistimal etmez, harçlıklarını aldıkları zaman borçlarını öderlerdi. Galatasaray Lisesinin zeki fırlamalarından Galip Yorgancıoğlu’nun Mey İçki firmasının CEO’su olduğunu öğrenen Bayram, aradı, randevu aldı, makamına gitti. Galip Beye kendini anımsattı ve Pasajın hal-i pürmelâlini anlattı. Kısa bir görüşmeden sonra Mey, Pasajın sponsoru oldu. Bir hafta sonra mimarlar geldiler; ölçülendirme, projelendirme ve inşaat sonucunda Pasaj çiçek gibi açtı, yeniden hayat buldu. (Pasaj hakkında tarihi bilgi ve değerlendirmelerimi 23 Haziran 2008 günlü kenthaber.com’daki ‘Çiçek Pasajı’ yazımda belirtmiştim.) Şimdi bir hanımefendi, ister tek başına, ister arkadaşları ile Pasaja gelebiliyor; saygın kişiler, haftanın belirli günlerinde arkadaşları ile toplanıyor ve sohbet edebiliyorlar. Bu arada kimsenin görmediği sivil korumalar, taşkınlığa ve adap dışı davranışlara cevaz vermiyorlar.

Allah uzun ömür versin, Bayram Beyin iki kızı, bir oğlu ve altı torunu var. Galatasaray Lisesi ve öğrencilerine hayranlığı ile oğlunu da Galatasaray Lisesi’nde okuttu. Oğlu Yaşar Bey, Air France’daki görevini sonlandırdı ve Seviç’in başına geçti. Bundan sonra işler çok değişti. Turizm firmaları ile elektronik ortamda haberleşmelerle senelik rezervasyonlar yapılıyor. Sadece Seviç değil, tüm restoranlarda gecede bin turist ağırlanabiliyor.

Bayram Beye şunu söyledim: Fransız restoranlarında ve dünya mutfaklarında aileler firmalarını kolay kolay devretmezler; nesiller boyu devam ettirirler. Sen de oğlunu bu işe sokarak çok hayırlı bir iş yapmışsın. İnşallah bu çığır bizde de açılır; müesseseler devamlılık arz eder ve gelişir.

 

 

 

yerguvenc@gmail.com
 

Yayın Tarihi : 15 Mayıs 2009 Cuma 11:19:40


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 85.103.124.xxx Tarih : 16.05.2009 17:07:44

İşte dolu yaşam birikiminin usta yazarlıkla sentezinin ürünü tadına doyum olmaz bir anılar sunumu. Bir İstanbullu için İstiklâl Caddesinin, çeşitli dönemlerinin film şeridi gibi hızla bellekler önünden akmasından daha büyük keyif olur mu? Kuşku yok, Pera hakkında yazarın çok başka güzel anıları var. Bekleriz. En hoş anılardan biri de Entellektüel Cavit'in, biraz aydın gördüğü bir grubun masasına oturup sonuna kadar, şen şakrak yemeğe iştirâki idi.

Yazar terminolojiye de çok dikkat ediyor. "Barba"nın Türkçedeki kullanımını iyi izlemiş. Bizim "Barba" dediğimiz sözcüğün Rumca aslı "Barbas" olup "Amca" ya da "babalık" demek. Yazarın dediği gibi "usta, patron" anlamlarında da kullanılıyor. İtalyanca (ve Latince) "sakal" anlamına gelen "barba" ile  (yaşlı adamın sakal ile simgelendirilmesi münasebeti ile) etimolojik ilgisi var. Biz Türkler kendimize göre anlamlandırıp sözlüklerimize almışız.