18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Kentler: Mimarlıkların Pazaryeri

Uluslararası Mimarlar Birliği’nin (U I A) 22’nci Dünya Kongresi, 3 – 7 Temmuz tarihleri arasında İstanbul’da yapılıyor. UIA,tüm ülkelerdeki mimar odalarının üyesi olduğu bir birlik. Merkezi Paris’te. Örgüt, Fransızca ‘Union Internationale des Architects’ in baş harfleri ile anılıyor.

1948 yılından beri her üç yılda bir düzenlenen kongre,mimarlık mesleği ile mesleğin kent ve çevre ilişkilerini işleyen temalarla çalışıyor.Bu yılın temasını genel olarak ifade etmek gerekirse,yazının başlığında da belirttiğim gibi mimarlık pazarını oluşturan kentlerin irdelenmesi denebilir.

Onun içindir ki, kongre, yalnızca mimarları değil, kent oluşum ve kültürü ile ilgilenen, hatta kentte yaşayan herkesi kapsamaktadır.

Dünyanın en seçkin mimarlarının katılımı ile gerçekleşecek konferans ve toplantıların İstanbul’da yapılması, İstanbul ve Türkiye için bir şans ve fırsattır. Evvelki kongrenin yapıldığı Pekin’den sonra,görücüye çıkan Floransa gibi bunca kültür ve güzel sanat kentleri arasında İstanbul’un,kadim kültürü yanında Dünyanın en sorunlu kentlerinden biri olması da seçiminde önemli bir gerekçe olmuştur.

Kongre,sayılı büyük kongrelerden biri olup 7 bini aşkın mimarın gelmesi ve izlemci sayısının 20 bini bulması beklenmektedir.Kongre sırasındaki çeşitli kentsel eylem ve etkinliklerin halkımız üzerinde uyandıracağı ilgi , mimarlık mesleğini ve mimarları daha yakından tanıma olanağı verirse bu, biz mimarlar için büyük bir kazanç olacaktır.

Türk halkı,anıtsal yapıların mimarı olarak sadece ‘Sinan’ ı bilir. (Buna da şükür) 'Fatih, Sultanahmet Camilerinin, Yenicami’nin mimarları kimdir ?' diye sorarsanız,  kimseden yanıt alamazsınız. Belki de bu camilerin mimarını da Sinan zannederler.Avrupalı ise büyük ve de anıtsal yapıları mimarları ile bilir ve anar.

Merhum dostum Dr. Zahit Ustabaşıoğlu’nun bir sözü vardı. Onunla Aksaray Vatan Hastanesi proje ve inşaatını yaparken, sağdan soldan karışanları kast ederek: ’Üzülme, Türk halkının yarısı doktor, yarısı da mimardır’ demişti. Nitekim, bedensel şikâyetlerinizi ilettiğiniz dostunuz size mutlaka ve hemen bir ilâç tavsiye eder. Mimarlıkta da böyledir. Herkes bu konuda iddialı ve söz sahibidir.

Yöneticiler,bir binanın açılış töreninde eseri över,ama mimarın adını anmaz, bir teşekkürü bile çok görür. Mimar törene çağırılmaz ama kazara çağrılı ise onun orada bulunmasından huzursuzluk duyar. Ne de olsa binayı gezdirirken şunu şöyle yaptım, bunu böyle yaptım lâflarına sansür koymak durumunda kalır.

Süleymaniye Camisi’nin açılışında, anahtarı Sinan’a vererek açılışı ona yaptıran Kanuni Sultan Süleyman dönemi çok gerilerde kaldı.

Günümüzde bir politikacı iktidarda ise en büyük mimardır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’ndaki Genel Müdürlüğüm zamanında beni makamlarına çağırıp: ‘Yaptığınız binaların pencerelerine kemer koyun, Osmanlı olsun’ diyen Kültür Bakanları vardı. Kemerin,mimarlığın gelişimi içindeki tarihini bilmeyenler,pencerelere kemer koyunca yapının Osmanlı olacağını zannediyorlardı.

Geçtiğimiz günlerde bir gazetede Millî Eğitim Bakanı’nın bir demecini okumuştum. Sayın Bakana göre, bundan böyle okullar komünist çizgiler taşımıyacakmış. İç donanımları modern teknolojinin gerektirdiği elemanları içerecek (buna söylenecek bir söz yok),dış kitle ve cepheler ise Selçuk ve Osmanlı tarzı olacakmış.

Bir bina nasıl komünist oluyor;anlamış değilim.Her halde Türkiye’nin Sayın Demirel’in tabiri ile 70 Sente muhtaç olduğu döneminde,Bayındırlık Bakanlığı bünyesinde irdelenen,kamu binalarında nitelik mi, nicelik mi ön planda olmalıdır tartışmaları sonucu niceliğin benimsenmesi nedeni ile yapılan okul projelerini kast ediyor olmalı.(Az ödenekle çok derslik yapabilme projesi)

Gelelim Selçuk ve Osmanlı tarzlarına…Bir an düşünelim. Acaba Osmanlı niçin Selçuk mimarisini devam ettirmemiş te kendi mimarisini yaratmış? Çünkü Osmanlı, Selçuk’tan sonra evrim yaşamış.Peki, biz niçin geriye dönüp te bina kitle ve cephelerini Selçuk veya Osmanlı yapalım? Tiyatro dekoru mu yapıyoruz?

Selçuk ve Osmanlı, bizim de iftihar ettiğimiz ve saygı duyduğumuz bir mimaridir. Ama bu mimari geçmiş yüzyıllarda kalmıştır. Bu devirde onları taklit edersek sıfatımız sadece ve sadece ‘gerici’ olur. Okul binasının içinde çağdaş oluyorsak , dış kabuğunda da çağdaş olmalıyız.

Mümkün değil ama, Avrupa bu gün okul yapılarında Gotik veya Rönesans tarzı cepheler yaparsa kültür ve sanat dünyası buna kahkahalarla güler.Ama mimar, post-modern bir çalışma içinde o ruhu yansıtırsa, ona ancak saygı duyar.

Tabii ki liselerde doğru dürüst sanat tarihi okutmazsanız, öğrencilerin kütüphanelere gitmesini özendirmez, araştırma ruhu aşılamazsanız, müzik derslerinde açıklamalı Dünya müziği dinletileri yerine halk ve kahramanlık türküleri söyletirseniz, o sıralardan yetişenler de eski eserlere taş parçası gözü ile bakar,müze,sergi gezmez, tiyatroya, konsere gitmezler.Ama resim olsun,heykel olsun,mimari olsun, her güzel sanatın içine hamasî bir şeyler sokuşturmak isterler.

Dünya mimarlığı nereye gidiyor? Hiç kimse merak etmiyor mu?

Çağdaş mimari, elbette ki Amerika’daki çelik ve camdan mamul okul binasını, Anadolu’nun ortasına bir mobilya gibi oturtmak değildir. Çağdaş mimari,çağdaş kültür ve çağdaş sanatı yerel kültür ve çevre verileri ile özdeşleştirerek evrenseli yakalama sanatıdır.

Lûtfen, mimarların işini mimarlara bırakınız.

Yayın Tarihi : 1 Temmuz 2005 Cuma 10:53:59


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?