14
Mayıs
2025
Çarşamba
ANASAYFA

Kentlerin Kimliği (II)


İnsanlar, prehistorik (tarih öncesi) dönemde bile koloni halinde yaşarlardı. Paleolitik (Yontma taş) dönem (M.Ö. XXV.-X. bin) insanları, avcılık ve toplayıcılık yapar, doğa olaylarından korunmak amacı ile mağaralarda saklanır ve barınırlardı. Her ne kadar birbirlerine yakın mağaraları tercih etseler de bu dönemde toplu yerleşimlerden, köy ve kentlerden söz edemeyiz. Neolitik (Cilâlı taş) dönem (M.Ö. X.-V. bin) insanları, buzulların çekildiği, iklim koşullarının düzeldiği bölgelerde ve değişik zaman dilimleri içinde geliştiler; üretime geçtiler; tarım ve hayvancılığa başladılar. Mağara yaşamı devam etmekle beraber perdahlı kesici aletler ve balyozlar yardımı ile göllerde ahşap ayaklar üzerinde duran kulübeler yaptılar. Bu kulübeler, onları yaban hayvanlarından koruyor, birbirlerine yakınlığı ile karşılıklı ihtiyaçlarını tamamlıyorlar, düşmana karşı savunmada birlikte hareket ediyorlardı. Keza aynı araçlarla toprak üzerine inşa ettikleri barınakların yan yana dizilişleri ve kümelenmesi ile köyleri oluşturdular. Eneolitik (Bakır, Bronz, Demir) dönemde (M.Ö. V. bin-İlk Çağ) inşa edilen dolmenler (taş üstüne konan taşla yapılan anıtlar), tümülüsler (tepe altı mezarları), menhirler (dikili taşlar), kromlekler (toplantı yerleri) günümüze kadar gelmiş, ancak bu anıt çevrelerinde oluşmuş olması muhtemel konutlar kaybolmuşlardır. İ.Ö. VIII. binyıldan bronz çağına kadar tarihlenen, Anadolu kenti Çatalhöyük, Mezopotamya ticaret yolu üzerinde bulunması ile gelişmiş ve nüfusu 10 bin tahmin edilen, dönemin bir büyük kenti durumuna gelmişti. Evleri dip dibe, birbirlerine girift olmuş bu kentte, henüz sokak ve cadde bulunmuyor, evlere bacadan giriliyordu.

Yazının icadı ile başlayan Historik (Tarihî) dönemlerden, İlk Çağ’lardan günümüze ulaşan ilk bulgu ve bilgiler Mezopotamya uygarlığına aittir. Fırat ve Dicle’nin düzlüğe ulaştığı havzaya ‘Altın Hilâl’ denir. Bölgenin ılıman iklim şartları ve tarıma elverişli toprakları, kentleşmeyi sağlayan etmen olmuştur. M.Ö. IX. binyılda Filistin’deki topluluklar da yerleşik düzene geçmiş, köyler kurmuşlardı. M.Ö. V. binyıldan Kıbrıs’ta taş temeller üzerine kerpiçle inşa edilmiş, sivri kubbeli, dumanı tepede açılmış delikten dışarı çıkan ortası taş ocaklı evler topluluğuna ait kalıntılar vardır. (Aynı mimari bizde, Harran evlerinde görülür.) Köyler arasında karşılıklı çıkarlarla başlayan, üretim ve ticaretin gelişmesi ile oluşan ekonomik canlılık, uygun yerleşim yerlerindeki başat köyleri geliştirmiş ve kentler oluşmaya başlamıştır. M.Ö. I. binyıllara gelindiğinde belli merkezlerde oluşan ve zenginleşen kent toplumlarında hiyerarşik düzene geçilmiş, kentlere rahipler ve krallar hâkim olarak ‘kent devletleri’ oluşmuştur. Mezopotamya’da Akat, Elam, Sümer kralları, kent devletleri kurmuşlardır. Mezopotamya kentlerinde ana yapı malzemesi kerpiç, sonraları pişmiş toprak olduğu için bu kentler zamanımıza ulaşamamış, ancak bir kısmının taş temellerine ulaşılabilmiştir.

Mısır’ın Nil nehri boyları da bereketli topraklara sahip, dolayısıyla yoğun yerleşime imkân veren bölgelerdir. Firavunlar dönemi Mısır kentleri, antik mimariye altın çağı yaşatacak düzeye erişmiştir. M.Ö. III.-II. binyıllarda piramitlerin inşasında çalıştırılan işçiler için inşa edilen Kahum yerleşiminin, planlanan ilk kent olduğu kabul ediliyor. Nitekim M.Ö. 2700’lerde Sakkara, M.Ö. 2600’lerde Giza piramitleri ve Sfenks yapılmış, tapınak ve sarayları içeren Teb kenti kurulmuş bulunuyordu. Firavunlar, tahta çıktıklarında yeni bir kent inşasına girişirlerdi. III. Sülâle döneminde inşa edilen Memfis de Firavun emri ile kurulmuş bir kentti. Bu kentte tapınak, saraylar ve yönetim yapıları başat elemanlardı. Varoşlardaki tarım ve inşaat işçilerinin oturduğu konutlara önem verilmez, bu yapılar kalıcı olmayan basit malzeme ile inşa edilirdi. Mısır ekonomisinde tarım ürünleri ön planda olup, ticaret ve sanayi ikincil durumda kalır, kentin alt katman çoğunluğunu tarım işçileri oluştururdu. Nil nehri boyunca gelişen yerleşimlerde, Nil’in doğu yakası yaşamı, batı yakası ölümü, daha doğrusu ölümden sonraki hayatı simgeler, kent planları bu ilkeye göre şekillenirdi.

Anadolu’da M.Ö. XIV.-XIII. yüzyıllarda Hitit başkenti Hattuşaş, M.Ö. X. yüzyılda Kenan ülkesinde Kudüs ve Finike kentleri Ugarit, Tir, Biblos, Mezopotamya’da M.Ö. VI. yüzyılda Babil kentleri kuruldu. Kudüs’te Hz. Süleyman Mabedi, Mezopotamya’da Zigguratlar, Babil’de Asma Bahçeleri, Babil Kulesi bu gün de sözü geçen başat yapılardır. Mezopotamya ve Suriye kentlerinin Asya kentleri ile ticari ilişkileri vardı. Çin’e uzanan ipek, Hindistan’a uzanan baharat yolları, geçtikleri kentleri ihya etmişler, böylece yol üzerindeki Asya kentleri büyük gelişme göstermişlerdir. Mezopotamya ve Suriye kentlerinden çıkan yollar Merv kentini bulur, buradan ikiye ayrılan yol, doğu yönünde Buhara, Semerkand, Kaşgar yolu ile Çin’e yönelir, güneye inen yol, Baktra, Kâbil, Hayber geçidinden Hindistan’a inerdi. M.Ö. 332’de Makedonyalı İskender’in Mısır’ı işgali, Mısır’ın orijinal mimarlığını bitirdi. Yunan etkili Mısır mimari yapılarını içeren İskenderiye kenti kuruldu. Kent, antik dünyanın 7 harikasından biri olan feneri ve kütüphanesi ile kimlik kazandı.

Antik Yunan kent devleti (Polis), halkın politik, kültürel, ekonomik yaşamını kapsayan bir komündü. Platon, ideal Polis nüfusunu 5 bin olarak saptarken, Aristoteles ‘Politika’ eserinde Polis nüfusunun, herkesin birbirini tanıyacak sayıda olması gerektiğini savunuyordu. Buna karşın Perikles dönemi Atina’sı ile Syracuse ve Akragas nüfusları 20 bini bulmuştu. Kent planlamasında, kayalık tepe üzerinde ‘Akropolis’ yer alır, yakın tepe yamacına amfiteatr yapılır, kentin kalbi ‘agora’da atardı. Agora çeperini ‘stoa’ (revak) ve gerisindeki satış yerleri sarardı. Atina stoası, eğitim ve insan doğasını gözlemleyip tartışan toplantılara da mesken olmuş, ‘Stoacılık’ felsefesi doğmuştu. (Burada kente kimlik kazandıran insan faktörünü görüyoruz.) Agora arkasında ‘bouletarion’ (kent meclisi), kütüphane ve diğer kamu yapıları yer alırdı. Belli bir nizam içinde dizili konutlar çevreyi sarardı. Antik Yunan kentleri, zaman içinde ve doğal evrelerle gelişen kentler değildir. Kentler sıfırdan planlanmış ve bu plan içinde kristalize olmuş yapılar topluluğudur. Yukarıda, Mısır’da piramit inşaatında çalışan işçiler için inşa edilen yerleşimin, ilk planlı yerleşim olarak kabul edildiğini söylemiştim. Ancak yeterli sosyal donatıyı içermeyen ve de yaşayanlarda kentlilik bilincinin bulunmadığı kesin bir yerleşimi, planlı da olsa, kent kimliği içinde kabul etmememiz gerekir kanısındayım. Antik Yunan kentleri ise üstün sanat ve mimarlık anlayışı içinde ve dönemin uygar yaşam şartlarını sağlamak üzere planlanmışlardır. M.Ö. 475, Küçükasya, Milet doğumlu Hippodamus, ilk kent plancısı olarak bilinir. Hippodamus, planlarında kenti bir satranç tahtası, bir ızgara şeklinde düşünür. Izgarada, birbirini dik açı ile kesen yollar ve yollar arasında kalan dikdörtgen yapı adaları bulunur. Izgaranın merkezinde agora, tapınak ve kamu yapıları, kenarında, meyilli arazide amfiteatr yer alır. Cadde ve sokaklar doğal taş ve genellikle mermer kaplamalıdır ve orta aksta yağmur kanalı vardır. Sokakların kenarına sıralanan evler, genelde orta avlulu olup ev ve arka komşu ev arasındaki aralıkta temiz su ve atık su kanalları uzanır. Bu planlama, düz araziler üzerine kurulu kentler için uygun planlardır. Ancak engebeli, meyilli arazilerde uygulandığında yol ve adalar açısından zorlama bir plan olmaktadır. Buna karşın, bu kristalize projeler, meyilli ve değişik olanaklar sunan araziler üzerinde de ısrarla uygulanmış, kentlerin inşasında arazinin coğrafi yön ve engebe durumlarına göre şekillenen organik çözümlere itibar edilmemiştir. Diğer yandan, bu projeler belirli dikdörtgen sınırlar içerisinde ve belli bir kapasiteye göre planlandığından, kentin gelişmesine ve genişlemesine olanak vermiyor, nüfus artışlarında başka bir yerde yeni bir kent kurulumuna gidiliyordu. İyonya sahil kentleri bu şartlarla ve göçlerle inşa edilmiş kentlerdi.

Yayın Tarihi : 29 Ocak 2009 Perşembe 00:06:37


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?