17
Haziran
2025
Salı
ANASAYFA

Mimar Sinan’ın kafatası kimde veya nerede?

Çeşitli dil, din ve ırkları bünyesinde barındıran Osmanlı’da Türkler, adeta ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürler, itibar gören ve devlet hizmetinde yer alanlar genellikle devşirmelikten gelen kişiler olurdu. Araplara “Kavm-i Necibü’lArab” sıfatını lâyık görenler, Türkler için “Etrak-ı bî’idrak” demekten çekinmezlerdi. Buna karşın Avrupa’da basılmış haritaların pek çoğunda Osmanlı değil, Türkiye yazardı. Buenos Aires seyahatimizde, alışveriş yaptığımız bir mağazada Türk olduğumuzu öğrenen patronun kızı, İngilizce “Ne olur hasret giderelim, biz de Türk’üz, Cumhurbaşkanımız Carlos Menem de Türk” diyerek gelip boynuma sarılmıştı. Meğer Osmanlı döneminde Suriye’den Arjantin’e göçmüşler. Arap asıllı olmalarına rağmen kendilerini Türk hissediyorlar, Türklükleri ile iftihar ediyorlardı. Şimdi düşünüyorum da, Atatürk gibi bir deha olmasaydı, acaba biz kendimize ne diyecektik?

Ulus – devlet olmak kolay değildir. Eğer toplumu ulus yapan etkenler yoksa kolay kolay ulus da olmazsınız, ulus – devlet de olamazsınız. Evvelâ bütün yurt çapında aynı dili, Türkçeyi konuşmamız, kendi abecemiz, bilim ve fen dilimiz, edebiyatımız, güzel sanatlarımız, folklorumuz, çok çok eskilere dayanan geçmişimiz, … Daha bunun gibi pek çok hasletlerimiz var. Osmanlı’nın adını anmadığı anavatanımız Orta Asya’dan çıkmış, pek çok devletler kurmuş, sonunda Anadolu’yu anavatan bellemişiz.

Ulus bilincini yerleştirmek adına yapılan devrimlerde zaman zaman aşırıya kaçtığımız da olmuştur. 1930’lu yıllarda, Batıda, Türkler aleyhine ve yanlı yazılmış tarih tezlerine tepki olarak yazılan “Türk Tarih Tezi”, “Güneş – Dil Teorisi”, iki bankaya “Etibank” ve “Sümerbank” adlarının verilmesi, Türk ırkının özelliklerinin kafatası ölçüleriyle saptanması gibi aşırılıklar içeren çalışmalar yapılmıştır. Bütün bunları, ihtilâl sonrasının devrim psikolojisi içinde algılamak ve hoş görmek gerekir. Türk Dil Kurumu’nun öz Türkçe çalışmaları yaptığı dönemde, Amazon’un amma uzun’dan, Niyagara’nın ne yaygara’dan, Apollon’un Alp Oğlan’dan geldiğini, millî marşa ulusal düttürü, hostese gök konutsal avrat diyerek öz Türkçe çalışmalarını alaya alanlar, Nurullah Ataç’ın öz Türkçe yazılarına ateş püskürenler vardı. Ama kimse onlara bozguncu demez, hapse tıkmaya kalkışmazdı. Nitekim odenli çalışmalar yapılmasaydı, bugünkü bilimsel kuşkuculuğa ve doğrulara ulaşamazdık.

Mimar Sinan

Artık sadede, konu başlığımıza gelebiliriz: “Yıl 1935”tir. Atatürk, Türk tarih tezinin temelini oluşturan “Türk Kavminin Ana Hatları” adlı kitabın, ayakları yere basmayan bazı bölümlerinin yeniden yazılmasını emreder. Kitabın “Osmanlı Mimarisi” bölümünün yazımı, Güzel Sanatlar Akademisi öğretim üyesi Mimar Sedat Hakkı Eldem’e verilir. Mimar Eldem, Atatürk’ün başkanlığında, Dolmabahçe Sarayında toplanan Türk Tarih Kurumu üyeleri huzurunda yaptığı konuşmada, Mimar Sinan’ın devşirme ve büyük bir dâhî olmakla beraber, eserlerini Osmanlı kültürü sayesinde yarattığını ifade eder. Hoca, kötü bir şey söylememiş; üstelik doğruları söylemiş. Heyette Âfet İnan, Tevfik Bıyıklıoğlu, Semih Rıfat, Yusuf Akçura, Dr. Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksûdî Arsal, Şemseddin Günaltay, Vâsıf Çınar, Yusuf Ziya Özer vardır. Kimsenin sesi çıkmaz ama bu sözler, TTK Asbaşkanı Prof. Dr. Âfet İnan’ı rahatsız etmiştir. Bu arada, etrafta Mimar Sinan’ın Rum veya Ermeni asıllı olduğu şayiası dolaşmaktadır. Âfet Hanım söz alır ve Mimar Sinan’ın ırkı konusunu aydınlatacak etraflı bir çalışma yapılmasını ister. Etraflı çalışmadan kastettiği, Mimar Sinan’ın kafatası ölçülerinin saptanmasıdır. 1 Ağustos 1935 günü Mimar Sinan’ın Süleymaniye Külliyesinde bulunan mezarı bir heyet huzurunda açılır, kafatası alınır, götürülür ve ölçüye vurulur.

“Bu arada kafatası avcılığı nasıl yapılıyor, biraz bilgi verelim. Üç çeşit kafatası vardır. Kafatasının ön ve arka maksimum çap ölçüleri (Sefalometri), 65 – 75 santim arası olanlar Dolikosefal, 75 – 80 santim arası olanlar Mezosefal, 80 santimden büyük olanlar Brakisefal kafalılardır ki Türk ırkının kafası Brakisefaldir. Kazı heyetinde yer alan Şevket Aziz Kansu, Sinan’ın kafatasının 89 santim, yani Hiper Brakisefal olduğunu raporla bildirir. Çıkan sonuca göre Sinan, Ermeni veya Rum değildir, Türk’tür. Peki, Ermeni veya Rum kafatası nasıl olurmuş, bu konuda kayıt yok”.

“Çıkan sonuçtan herkes memnundur. Kafatası mezara konmaz, yeni açılacak Antropoloji Müzesinde yerini alacaktır. Peki, Antropoloji Müzesi nerededir? Böyle bir müze kurulmamıştır ki. O gün bu gündür Mimar Sinan’ın kafatasının kimde veya nerede olduğu belli değil.” (Tırnak içine aldığım yazı, esası etkilemeyen ilâvelerimle Aksiyon dergisinin 209’uncu sayısından özetlenmiştir).

Güler misiniz, ağlar mısınız; 1935’lerin Türkiye’sinde ulus – devlet olma çabaları uğruna neler yapmışız? Kafatası şekil ve ölçüleriyle ırkların belirlenmesi, bugünün genetik bilimcileri için mizah konusu olsa gerek. Öğrendiğime göre o dönemde, Nihal Atsız’da bir kafa ölçme pergeli varmış. Büyücek ve ayakları içbükey olup sağda göstergesi bulunan bu pergeli, o dönemin doktorları hamile kadınların batınlarını ölçmek için kullanırlarmış. Aletin ismi de “havsala” imiş. Bir insanın olmayacak şeylere havsalasının almaması terimi, belki de bu aletten geliyordur. Nihal Atsız’ın, ölçülerini aldığı kişilere “Tebrik ederim Beyefendi; Türk oğluTürksünüz” veya “Hanımefendi, üzülerek söylüyorum; acaba nereliydiniz?” şeklinde konuştuğunu duyar gibi oluyorum. Nihal Atsız’ın oğluYağmur Atsız, bir yazısında babasının bu işlemi on yıllarca devam ettirdiğini, yaptığı bu işi kendisinin de ciddîye almayıp alayla karşıladığını söylüyor. Ben de Nihal Atsız gibi ciddî bir edibin bu işi ciddîye aldığına inanamıyorum.

Bu yüzyılda aklımızın almadığı bir şey var. İnsanları nasıl sınıflandırır, nasıl üstün ırk veya aşağılık ırk olarak görürsünüz? Fuat Köprülü, yaşanan bu garipliklere “Romantik Nasyonalizm” diyor. Bunun nesi romantik, onu da anlayabilmiş değilim. İnsanlar dinleri, dilleri ve kültürleriyle farklı da olsalar, her biri eşittir, her biri saygıdeğerdir. Bunu söylemeye bile gerek yok.

Mimar Sinan’ın Ermeni veya Rum veya Türk olması neyi değiştirir ki? Önemli olan, Sinan’ın Osmanlı – Türk kültürü ile yoğrulması ve gelişmesi, bu toplumdan aldığını yine bu topluma vermesi, İslâm’ın en görkemli camilerini yapmış olması değil midir?


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 7 Mart 2012 Çarşamba 00:01:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törünt IP: 88.240.40.xxx Tarih : 11.03.2012 14:44:26

Nihat Adsız rahmetli, Hafazanallah, alelacayip bir kişilikdir. Küçük yaşlarımda onu görmemiştim ama o ve onun öz be öz kardeşi (1934'de birisi askerde olduğu için farklı soyadı almışlar) Necdet Sancar, bir dostlarımız ailenin çok yakın akrabası idiler. Bu aile fertleri lepiska saçlı, çıngırı mavi gözlü tipde "Ariyen" görünüşlü kimselerdi. Dediklerine (ve fotograflarından da anlaşıldığına göre) Necdet Sancar'ın da kendisi aynı tipte imiş ve Altay Dağlarından, Ergenekon'dan gelmişe hiç de benzemiyorlardı. Evet, Nihal Adsız'ın oğlu Yağmur, babasının işin gırgırında olduğuğunu, epeyce utanarak söylüyor ama babasının kendisi 1.5 yaşındayken Mayıs.1942'de yazdığı vasiyeti evlete şenlik bir belgedir. Tüm Dünyayı Türklere düşman ilân eder. Ve Sayın yazarın görüşü veçhile iddialarını çok ciddîye almaktadır ama ciddî tutumundan değil da kafa ölçme pergeli kullandığına göre ruhsal bazı sorunlardan... Dünya ansiklopedilerinin Türkiye maddelerinde Anadolu Türklerinin "ırkî" yapısı "Asyanın en doğusundan Avrupanın en Kuzeyine kadar her tip ve ırkda bir toplum" olarak tanımlanmaktadır. Nihal Adsız'ın 1941 Baharında ırkçılık ülküsünden güç bularak Sovyetler Birliğinin bağrına kadar dalan Almanlardan ilham aldığı anlaşılıyor.  Mimar Sinan'a gelince, orada Batılıların bir diskriminasyon yaptığı açık onun devşirme Ermeni çocuk olduğu vurgulanırken öz be öz şalvarlı Uygur Türkü olan "Hace-î Sanî" Farabî'yi eserlerini Arapça yazdığı için Arap ilân ediveriyorlar.