16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Mimarlık Kimlere Hizmet Ediyor?


Toplumun yaşam biçimi mi mimarlığa yön verir, yoksa mimarlık mı toplumun yaşam biçimini yönlendirir? Tavuk ve yumurta ikilemine benzeyen böylesine geniş bir konu, herhalde bu makalenin hacmini kat be kat aşar. Benim burada dile getirmek istediğim, son günlerdeki bazı olayları sizlerle paylaşmak ve biraz da sohbet etmekten ileriye gitmeyecektir.

Şimdi, ailelerin yaz tatillerini geçirmesi için düşünülmüş, planlanmış ve inşa edilmiş, Ege’de deniz kenarında bir beldeye gidelim. Ege sahil beldelerinin birindeki Kaymakamlık görevinde, organizasyon yeteneği ve yapıcı gücü ile yarattığı tatil köyleri kamuoyunun dikkatini çekmiş, Valilik döneminde de aynı başarıyı devam ettirmiş müteveffa Özer Türk Beyden ve yarattığı bazı tatil köylerinden söz edeceğim. Yönetici, Artur, Aktur, Datça gibi tatil beldelerinin planlamalarını Behruz Çinici, Nihat Güner ve diğerleri gibi yetenekli ve başarılı mimarlara yaptırmış, sonuçta gerek yerleşim ilkeleri, gerek çevre ve peyzaj, gerekse yapılaşma açısından Türk mimarlık tarihinin yüz akı yapıtlar ortaya çıkmıştır.

Evlere yerleşen yeni mülk sahipleri, dinlencelerinde çevre güzelliklerini tanımışlar, denize girmişler, güneşlenmişler, yeni dostlar edinmişler, velhasıl mutlu ve güzel günler geçirmişler. Aradan geçen 30 yıl içinde yapılan bina tadil ve onarımlarında mülk sahiplerinin kişisel zevkleri ve yeni ihtiyaçları gündeme gelmiş, bu arada teras ve balkonlar büyütülmüş, pencereler genişletilmiş, çeşitli renklerde kepenk ve panjurlar taktırılmış; çocuklar büyüyüp, damat, gelin, torun sahibi olunca yeni eklentiler yapılmış, bodrumlarda iskân edilebilir mahaller yaratılmış, bir kısım emekliler yaz – kış oturmaya başlayınca bacalar ortaya çıkmış.

Velhasıl, gide gide beldedeki mimari çevre uyumu bozulmuş. Son günlerde beldeye yolu düşen proje mimarı, gördüğü karmaşa karşısında saçını başını yolmuş. Şimdi proje mimarının, sözleşme yaptığı ve muhatabı olduğu kuruluş aleyhine dava açacağını, yapıtlarının eski durumlarına getirilmesini talep edeceğini zannediyorum.

İşte bu olay nedeni ile yukarıdaki ikilemi gündeme getirdim. İnsanların kişisel zevkleri ve zaman içinde değişen ihtiyaçları mı yapılara, dolayısıyla mimariye yön verecek, yoksa insanların yaşam ve ihtiyaçları mevcut yapılara, dolayısıyla mimari ahenge mi uyacak? Ben işin içinden çıkamadım. Bakalım hukuk ne diyecek?

Bir de şu var: Kendinize bir konut yaptıracaksanız, mimar sizin ihtiyaçlarınıza ve yaşam biçiminize uygun çözümler üretecek, sonucu sizin onayınıza sunacaktır. Anlaşmadan sonra, üç aşağı beş yukarı isteklerinize uygun ve de mimarlık sanatını yansıtan bir konut ortaya çıkacaktır. Zaman içinde oluşan yeni ihtiyaçlarınız da müellif mimarla temasınız sonucunda mimari ilkelere uygun bir değişim gösterebilecektir.

Ama bir yapı kooperatifi üyesi iseniz, asgarî müştereklerde birleşerek ortaya çıkan yapıya razı olacaksınız. Yap – sat usulü yapılmış bina alımlarında da kesenize ve yaşamınıza en yakın binayı seçeceksiniz. Mâlî zorunluluklarla uzun vadeli, taksitli toplu konutlara talip olursanız bulduğunuzla yetineceksiniz.

Mülkünüz ister apartman katı, ister kooperatif dairesi, ister toplu konut, ister tatil köyü ve de ister münferit, ister site içinde olsun, en azından yapının dış görünümüne ve taşıyıcı sistemine müdahale edemez, kurulu düzeni bozamaz, dış boya, kaplama, bahçe düzeni gibi işlerde topluluğun kararlarına uyarsınız.

Ama iç mekânlarda taşıyıcı kolon, kiriş ve ana bünye duvarlarına dokunmamak şartı ile tadilat yapabilir, hacimleri ve tesisatı yaşam biçiminize uydurabilirsiniz. Örneğin karkas sistemli bir binada taşıyıcı olmayan duvarı kaldırır, bir yatak odasını feda ederek salonu büyütebilirsiniz. Veya bunun tersini yapar, salonu küçültür, bir oda kazanabilirsiniz. Hemen bütün evlerin banyo hacimlerinde, batı etkili mimari ile gelen banyo küvetleri bulunur. Çoğu kişi her gün duşla yetinirken, kaç kişi bu küvetleri doldurarak banyo yapar acaba? Çünkü geleneğimizde su dökünerek yıkanma vardır. Keza, lüks dairelerin banyolarına karı – kocanın her biri için ayrı, çift lavabo koyarlar. Niçin? Batılı suyu lavaboya doldurup yüzünü öyle yıkar da ondan. Bütün bu ve bu gibi iç tadilatı, yönetimin izni ile ve de bir mimar veya mühendise danışarak yapabilirsiniz. Ama pencere sistemini değiştiremez, balkonları kapatamazsınız.

Son yıllarda yapılan birçok sitede resepsiyon, güvenlik sistemleri, şelale, yüzme havuzu, güneşlenme terası, tenis kortu, basketbol sahası, çocuk ve köpek parkları, yürüyüş ve bisiklet parkurları, sauna, solaryum, spa ve kondisyon salonları, kafe, bar, kokteyl, mahalleri yer alıyor. Bu gibi mimari oluşumlar içeren site ve rezidanslar sizlere sadece bir konut satmıyor, bir yaşam biçimi sunuyor. Acaba kaç kişi bu yaşama uyacak, bu tesisleri kullanacak, kaç kişi kullanmadıkları bu tesisler için fazladan para ve işletme masrafları ödeyecek bilemezsiniz.

Şimdi biraz da ‘kentsel dönüşüm’ (urban renewal) projelerine değinelim:

Aynı yaşam biçimini benimsemiş insanlar topluluğunun oluşturduğu kadim bir mahalle düşünelim. Daha doğrusu adını da koyalım: Sulukule. Burada yaşayanlar çoğunlukla bu evlerde doğmuş, sokağında oynamış, birbirlerinden darbuka, klarnet, keman çalmasını öğrenmiş, zanaat sahibi olmuş, kavga etmiş, barışmış, iyi günlerinde beraber eğlenmiş, kötü günlerinde birbirlerine destek olmuş, bazıları feleğin sillesini yemiş, bazıları servet sahibi olup sınıf atlamış bir toplum. Sur dibine sıralanmış evlerinde ve de sokaklarında kendi keyifleri ve dertleri ile hemhal yaşıyorlar.

Bir de bir Belediye düşünün. ‘Halka rağmen halk için’ sloganını benimsemiş, kendi kafasına göre, resen ‘kentsel dönüşüm projeleri’ hazırlıyor. Mahalleliye: ‘Bakın sizi ne güzel, ne uygar evlerde oturtacağız’ vaadi ile evlerini başlarına yıkıyor. Bir tiyatro dekoru gibi Osmanlı taklidi evler, cetvelle çizilmiş dümdüz sokaklar yaratıyor. Ve de onları ödeyemeyecekleri borçlar altına sokuyor. Peki, bu hemşerilerimiz ne yapacak? Ödeme gücü olmayanlar dağılıp gidecek, evler başka kişilere, daha doğrusu yandaşlara satılacak. Ödeme gücü olanlar yeni evlerinde, yeni muhafazakâr komşuları ile oturacak. Tamam da, acaba muntazam mutfak, muntazam banyo, ayrı yatak odalı beton evlerde, salaş evlerindeki eski mutlu ve serazat yaşamlarını bulabilecekler mi bilinmez.

Dünya Doğal ve Kültürel Mirası Koruma Konvansiyonu, Viyana memorandumunda, ‘bir kente müdahale ile çağdaş mimari yaratmak için konuya kültürel ve tarihi duyarlılıkla yaklaşın, tüm oturanlar ve çıkar sahipleri ile anlaşın’ diyor. Ama eskilerin deyimi ile ‘varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kim dinler.’

Sulukule’de evlerde tertiplenen içkili, müzikli, rakslı eğlenceler, kayda değer bir fuhuş olayı olmadığı halde 1992’den beri Belediye’ce yasaklandı. O günden beri sokakların Romanlara has neşesi, yerini hüzün ve sessizliğe bıraktı. Farklılıklara tahammül edemeyen zihniyet, bu defa da sokaklarını, binalarını başlarına yıkarak orijinal bir İstanbul mozayiğini daha tümden yok ediyor, her halde başları göğe eriyor.

Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e bir gezi yapmıştım. İsmiyle müsemma ‘güzel havalı’ güzel kentte, tur rehberi bizleri bir mahalleye, özellikle Caminito (Küçük yol) denilen, limana yakın bir sokağa götürdü. Bu sokak, tango müziğinin ve de erotik figürler içeren tango dansının çıktığı ve dünyaya yayıldığı yermiş. Eski günlerde sokak sakinleri, liman ve doklarda çalışan çok fakir işçilermiş. Evlerin Sulukule’deki evlerden fazla farkı yok. Birçoğunun damı ‘lamarina’, teneke kaplı. Fakat evlerin bir özelliği var. Bütün evler, ben sarıyım, ben maviyim, ben kırmızıyım, ben yeşilim diye bağıran renklerde boyanmış. Çünkü, gemi boyayan ustalar iş yerlerinden çaldıkları ve ellerine geçen boyalarla evlerini boyamışlar. Bu bir; bir de daha önemli bir neden var. Gece kör kütük sarhoş geldikleri zaman farklı renklerdeki evlerini kolaylıkla ayırt edebiliyorlarmış.

Bu sokakta ne aşklar, ne kıskançlıklar, ne cinayetler yaşanmış. Sokağın en güzel kızı yüzünden birbirine giren iki delikanlının tartışma sonunda çektikleri bıçakla birbirlerini yaraladıkları, ikisinin de kan kaybı ile eşek cennetini boyladıkları bir bar var. Bu olaya tanıklık eden barda, tango eşliğinde hem bu hikâyeyi dinliyor, hem de biranızı yudumluyorsunuz. Fernando Soler’in bandeonundan olayı anlatan meşhur tangoyu, aldığınız CD’den o günleri anarak İstanbul’da dinliyorsunuz. İşte, eloğlu âdî bir cinayetten bile turizme pay çıkarıyor, bizler de yiyoruz.

Bu gün, bu sokakta yaşayanların bir kısmı, o eski sakinlerin torunları. Mâlî durumları düzelen, iş güç, meslek sahibi olanları kibar semtlere nakl-i mekân eylemişler. Diğerleri kadim sokakta baba – dede anıları ile yaşıyor, turizmden yolunu buluyorlar. Sokakta bandoneon çalıyor, sokakta tango yapıyor, parsa topluyorlar. Bir tanesi de kaşla göz arasında eşimi kaptığı gibi sokağın ortasında dans etti. İşte turizm öyle bir şey ki, en olmadık anılar bile aklınızda kalabiliyor.

Ve de onların yöneticileri ve kent plancıları: ‘’Bu Caminito denen acayip sokak; Parana Nehri’nin geniş körfezine ve Tigre denen deltasına yerleşmiş uygar, mamur ve güzel havalı kente, Buenos Aires’e yakışmıyor. Haydi, burada kentsel dönüşüm yapalım, evleri yıkalım, sokağı hizaya getirelim, muntazam beton evler sıralayalım’’ demiyorlar.

Yayın Tarihi : 16 Kasım 2007 Cuma 11:24:35


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
TeomanTörün IP: 88.240.149.xxx Tarih : 22.11.2007 12:23:08

İnsanların kişisel beğenileri ve zaman içinde yeniden ortaya çıkan gereksinimleri mimarî oluşuma yön mü verir; yoksa, behemehal buna uyar mı? Karşılıklı etkileşimin ideal kriterleri, Sayın yazar tarafından yetkin bir biçimde veriliyor. Buna göre, ARTUR Tatil Sitesi özelinde, sitenin mimarı Sayın Behruz Çinicinin tepkisine ve hukuk yoluna başvurmasına (kişisel bakımdan benim de bir ölçüde zarar görecek olmama karşın) kesinlikle hak veriyorum. ARTUR gibi güzide ve eğitimli bir grubun yerleşik olduğu bir sitede bile çevre konusunda bilinçsizlik ve duyarsızlık hüzün verici. Ne olur, siz mimarlar, kentçiler, çevreciler, sadece büyük kent merkezlerinde değil, hiç olmazsa uygun sezonlarda böyle kalabalık sitelerde de eğitim söyleşileri yapsanız. Sizin meslekî otoritenize ihtiyacımız var. Bir defalar, sitede "...'u Sevenler ve Güzelleştirme Derneği" adında bir Dernek kurulmuştu. İsminden, kuruluş hazırlıklarından ve tüzüğün formatından bir "çevre" derneği olduğunu zannederek büyük bir hevesle katıldığım bu yapılanmanın yöneticileri sonradan bunun "çevre" amaçlı olduğunu kesinlikle reddettiler; "iktisadî işletme" kurup" para kazandırıcı etkinliklere giriştiler. "Çevre bilinci" kazandırıcı söyleşiler isteğime fazla yüz verilmedi. Fakat sonunda iktisadî işletme de battı. Hiç olmazsa, Behruz Beyin, ortaya meslekî ilke olarak çıkardığı hukukî problem vesilesi ile bu konulara belki daha fazla ilgi gösterilebilir; kendi içimizde bir hesaplaşma yaparız. Ne olur, gelip bizi eğitin. Elbette, yüzyılların ürünü ve kentin kişiliğini yaratan sosyolojik ve folklorik özellikler ayrı bir konudur. Bakir bir alanda yaratılan yepyeni bir mimarî güzellik gibi, Buones Aires'in "Caminoto"su ya da Venediğin "Burano" adası benzeri sosyolojik şirinliklerin büyük bir özenle korunması zorunludur.


S.S. SALALI IP: 85.101.8.xxx Tarih : 18.11.2007 22:46:01

Bizlere MİMARLIGIN sanat yetenek işi olduğu okutuldu ve FONKSİYON,KONSTÜRÜKSİYON,ESTETİK,EKONOMİNİN biraraya getirilmediği eserlerinde mimarlık eseri olamayacagı ögretildi ama Türkiyede hiç bir yetenek kaygısı duyulmadan sırf öss sınav puanı tutuyor diye üniversiteye girip bir şekilde mimar olanlar "istisnalar hariç" neye ve kimlere hizmet ettigi belli arkadaşlar sadece maddi kaygı için mimar oluyor sanat çin degil.