18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Muhafazakâr Kesim Sinan Mimarîsinden Vazgeçemiyor

Mimar Sinan eseri Edirne Selimiye Camii (1568-1575), İstanbul’da, inşa edilen ve 2012 yılında açılışı yapılan Ataşehir Mimar Sinan Camii ile yeni bir kopyasına kavuştu.

Aslının kopyası görünüm olarak orijinalini andırsa da aralarındakikalite farkı su götürmez bir gerçek. 437 yıl evvel Sinan’ın elinde üç ana malzeme vardı: Taş, tuğla ve kireç. Bu malzemeler kullanılarak inşa edilen câminin statik dengesini ve mukavemetini sağlayan elemanlar, masif-yığma duvarlar, fil ayakları, kemerler, ana ve tâlî kubbeler ve ağırlık kuleleri idi. Bu elemanların kompozisyonu ile yapı strüktürü oluşuyor ve estetik görünüm sağlanıyordu. Günümüzde ise aslının aynı formu ve aynı estetik görünümü taklit etmek için betonarme malzeme kullanılıyor.

Bursa Ulu Cami

Büyük Çamlıca Tepesi zirvesinde inşası düşünülen yeni câmi projesinin siparişi, evvelâ bir mimara verilmiş. Siparişi alan, Kahramanmaraş’ta ‘’Ulu Hâkan Abdülhamid Han’’ adına yapılmış câminin mimarı. Mimar, gazetelere verdiği bir beyanatta, dünyanın en büyük kubbesini, en fazla sayıda ve en uzun minaresini Çamlıca Tepesinde yapacağını meydan okurcasına dile getirdi. Adam, belki de Guiness rekorlar kitabına geçmek istiyordu. Peki, nerede kaldı İslâm’ın tevazuu? Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa eseri Sultanahmet Câmii altı minarelidir. Câmiyi yaptıran Sultan III. Ahmed’e, minarelerin Harem-i Şerifin altı minaresi ile yarıştığı dile getirilince Sultan, Mekke’ye hemen yedinci bir minare daha ekletmiş ve Harem-i Şerifin üstünlüğünü korumuştu.

Ayasofya

Mimarın bu konuşmaları her halde muhafazakâr kesimi de rahatsız etmiş olmalı ki câmi projesi yarışmaya çıkarıldı. Ama hazırlanacak projelere normal hazırlanma süresinin çok çok altında süre verilmesi yine bir takım şüphelere neden oldu. Yoksa ellerinde hazır bir proje mi vardı. Yarışma şartnamesinde görülen diğer ilginç nokta ise teklif edilecek projelerin Osmanlı mimarî üslûbunu içermesi şartı. Sonuç ak mı kara mı bekleyip göreceğiz.

Edirne Selimiye Camii ve Sinan heykeli

Günümüz muhafazakâr kesimi, câmi mimarîmizi niçin Osmanlı üslûbu ve özellikle de Sinan ekolü ile dondurmak istiyor acaba?

Kimse düşünmüyor ki Osmanlı, mimarlık sanatını belirli bir dönemin üslûbu ile dondursa ve yeni yapılarında eski üslûbu devam ettirseydi, şaheserler ortaya çıkabilir miydi? Tabii ki çıkmazdı. Osmanlı İmparatorluğu, yaşamının her bir eriminde çağının gereklerine uyabildiği oranda yükselmiş, mimarlıkta ileri adımlar atabilmiştir. Şimdi Osmanlı mimarlığının, yaşadığı her çağın gereklerine uyarak nasıl geliştiğine bir göz atalım.

Sinan ekolünün son şaheseri Sultanahmed Camii

Horasan’dan Anadolu’ya intikal eden Selçuklular, doğal olarak İran sanatı etkisinde eserler inşa etmişti. Osmanlı bu yolda devam etmedi. Bizans etkili yeni bir Osmanlı mimarîsini yarattı. Selçuklu’nun konik ve piramidal kubbelerini hiç kullanmadı; Bizans’ın küresel kubbelerini benimsedi. Ama dinamizmini hiç terk etmedi. Her dönemde çağdaş olabildi ve çağının yorumu ile özgün mimarîsini elde edebildi.

Şimdi, Osmanlı’nın gelişim gösteren mimarlık evrelerine bir göz gezdirelim:

Birinci evre, Erken Osmanlı Mimarlığı dönemidir. Bu dönem 1300 yılından başlar, 1453 yılına, İstanbul’un fethine kadar, 150 yıl devam eder. Bizans-Osmanlı sentezinin olgunlaşma dönemidir. Bu dönemde yapılan câmiler, İslâm’ın sınıf farkı gözetmeksizin yan yana ve saf halinde namaz kılmasına imkân veren, uzun kenarı Kıbleye yönelik yatık dikdörtgen planlı ulu câmi tipidir. Bu tip câmilerin plan şeması Selçuk, kubbe örtüsü ise Bizans etkisindedir. İznik Özbek Han Câmii (1333), Bursa Ulu Câmi (1334), Gelibolu Büyük Câmi (1385), Filibe (Plovdiv) Cuma Câmii (1389), Edirne Eski Câmi (1414), Edirne Üç Şerefeli Câmi (1437-47), bu tip câmilere örnektir.

Dolmabahçe Camii

İkinci Evre, 1453 yılı, İstanbul’un fethinden sonra başlar. İmparatorluğun kudreti yanında kültür ve sanatınında doruğa ulaştığı dönemdir ki bu evre 1700 yılına kadar, 250 yıl süren Klâsik Osmanlı Mimarlığı dönemidir. İstanbul’un fethi ile Osmanlı mimarlığı, Ayasofya’yı örnek almış, yatık dikdörtgen plan şemalı câmi formunu terk ederek küresel ana kubbe altında çember tamburlu, pandantifler ve ağırlık kuleleri ile kare forma dönüşen merkezî plan sistemine geçmiştir.

Şimdi merkezî plan sistemi üzerinde biraz duralım. Kare ve dairede kutsallığı aramak Antik Yunan’a kadar gider. (Vitrivius’un Mimarlık Bilgisi). Rönesans’ta Leonardo da Vinci’nin insan vücudu oranlarının geometrik ifadesi ile tescillenir. Kutsal kare ve kutsal daire geometrisi ile Tanrının anımsanması, gerek Katolik, gerekse Ortodoks kiliselerinde ifade edilmiştir. (Bu konular iki cümleye sığacak kadar basit değildir). Geçelim.

Yıktırılan Karaköy Camii

Ortodoks Ayasofya’da da ana kubbeli, tek mekân ve merkezî plan anlayışı geçerlidir. Osmanlı, bu evredebelki de işin felsefesini bilmeden kutsal kare ve kutsal daire şemalı merkezî plan şemasını ve kitle formunu benimsemiş ve camilerinde uygulamıştır. Ne var ki Osmanlı mimarlığı, Ayasofya örneğindeki Hıristiyan anlayışlı sanatı, İslâm anlayışlı sanata adapte etmekte büyük başarı göstermiştir. 1453 sonrasının Eski Fatih Camii, Mahmut Paşa Camii (1465), Bayezid Camii (1505), Şehzade Mehmed Camii (1548), Süleymaniye Camii (1557), Edirne Selimiye Camii (1575), Azapkapı Camii (1577), Tophane Kılıç Ali Paşa Camii (1580), Sultanahmed Camii (1616), Yeni Cami (1663), … klâsik dönem ürünü önemli câmilerdendir.

Adana Sabancı Camii (Kopya ve orantısız uzun minareler)

Üçüncü Evre, 1700’lerden, Lâle Devrinden başlayıp 1900’ün ilk yıllarına kadar geçen 200 yıl zarfındaki sanat akımlarına uyum sağlandığı dönemdir. Bu evrede Osmanlı, mimarîyi klâsik dönemin çizgileri ile dondurmamış, aksine Batı etkili sanat akımlarının câmi yapılarında uygulanmasında hiçbir beis görmemiştir. Bu dönemde de klâsik dönemde olduğu gibi Batı’nın mimarlık akımları İslâm anlayışına mükemmel surette adapte edilebilmiştir. Bu dönemde yapılan camilerdeki barok, rokoko, ampir,ar-nuvo (art nouveau) stillerini ancak mimarlar ve diğer ilgili sanatçılar fark edebilmekte, halk bu tip câmi üslûplarının farkına varmadığı gibi, bu tip câmileri yadırgamadan veen azından Süleymaniye kadar beğenmekte ve hoşlanmaktadır. Görülüyor ki Osmanlı mimarîsi, klâsiği buldum diye yerinde saymamış, âmiyane deyimle konduğu yerde otlamamış, daima yeni arayışlar içine girebilmiştir. Bu evrede inşa edilen Cağaloğlu Nur-ı Osmaniye Câmii (1756), Lâleli Câmii (1763), Beylerbeyi Câmii (1778), Eyüp Sultan Câmii (1800), Tophane Nusretiye Câmii (1826), Dolmabahçe Câmii (1852), Ortaköy Câmii (1854), Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Câmii (1867), Karaköy Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Vakfı Camii (1901, 1958’de Adnan Menderes yıktırdı), … çağına uyarlı üslûpları içeren önemli câmilerdir.

Kınalıada Camii (İlk modern cami, mimar Turhan Uyaroğlu)

Bu evrelerden sonra bir evre daha var: Dördüncü Evre, geriye, ‘’Klâsik Osmanlı Mimarlığı’’na dönüş evresidir. 1900’ün ilk yıllarından başlar, 1930’un ilk yıllarına kadar devam eder, 1960’lardan sonra tekrar hortlar ve günümüze kadar gelir. İlk geriye dönüş, 1908 Meşrutiyeti ve özellikle İttihat ve Terakki’nin söz sahibi olduğu dönemde başlamıştır. Milliyetçilik akımları sonucu, Avrupa etkili mimarlık üslûpları ‘’tu kaka’’ edilmiş ve bir Mimar Sinan fenomeni başlatılmıştır. Bu dönem, Türk mimarlık tarihinde Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi olarak anılmaktadır. Eskiyi canlandırma işleminin önemli temsilcisi Mimar Kemaleddin Bey olmuştur. Bebek Câmii (1913), Bostancı Kuloğlu Câmii (1913), Bakırköy Kartaltepe Âmine Hâtun Câmii (1924), nispeten küçük câmiler olmasına karşın günümüz taklit câmilerine taş çıkartacak olgunlukta ve özgün câmilerdir. Kemaleddin Bey, klâsik dönem Osmanlı üslûbunu sadece câmilerde değil, sivil mimarî yapılarında da uygulayan bir mimardır. Bu gün de sorumlu yöneticilerimiz, aynı anlayış içinde Selçuklu ve Osmanlı’nın klâsik dönem üslûplarını sade câmilerde değil, hükümet konağı, adalet sarayı ve okul gibi yapılarda da uygulattırma çabası içindedirler.

İslamabad Camii (Mimar Vedat Dalokay)

1930-1960 dönemi, Türk mimarlığında ‘’kübist’’, ‘’neo-klâsik’’, ‘’İkinci Ulusal Mimarlık’’, ‘’modern’’ gibi akımlara sahne olmuştur. Kayda değer câmi yapılarına rastlanmayan bu dönem, konumuz dışında kaldığından ayrıntıya girmeyeceğim. Sadece köy, kasaba ve Anadolu kentlerinde yapılan, ekseri mimarsız câmi ve minarelerde Osmanlı özentisi görülür. Bu gibi kötü örnekler, yüzlerce, belki de sayısız câmide uygulama alanı bulmuştur.

TBMM Camii (Mimar Behruz Çinici)

1950’li yıllarda modern Ankara’nın başat bir tepesi olan Kocatepe’de bir câmi inşası gündeme geldi. Yarışmayı modern çizgiler içeren Vedat Dalokay’ın projesi kazandı. Câminin temelleri atılmıştı ki, câmi yaptırma derneği muhafazakâr yöneticilerin eline geçti. Her halde iktidardaki Demokrat Parti hükümeti de yeşil ışık yalmış olmalı ki modern câminin temelleri dinamitlendi. Yerine Mimar Sinan ekolünde bir câmi inşa edildi. Câmi hiç olmazsa kopya değildi; Sinan ekolünü bilen iki mimarın yorumunu içeren bir eserdi. Ne var ki Mimar Dalokay, benzer modern projeyi Pakistan’da, İslâmabad’da uyguladı. Câmi, dünyanın takdirini kazanan bir eser oldu. Ankara çağdaş bir eser kazanmaktan mahrum kaldı.

Modern iddiasında şekilci bir proje

Son yıllarda ‘’modern’’ adı altında epeyce câmi proje ve yapılarına rastlayabiliyoruz. Ne var ki çağdaş veya modern kisvesi altında yapılmış bu gibi câmi projeleri, çizim olarak şekilcilikten ileriye gidemiyor. Çağdaş sanat kültürümüz az gelişmişlik çizgisinden kurtulamıyor. Özetle henüz İslâm kültürünü çağdaş sanatla bağdaştıramıyoruz.

Malatya Mehmet Kavuk Camii (Proje, mimar Nevzat Sayın)
 

Bu güne kadar çağdaş câmi yorumunu başarabilmiş projelere Vedat Dalokay, Behruz Çinici, Nevzat Sayın gibi birkaç mimarın eserlerinde rastlayabiliyoruz. Örneğin, Behruz Çinici’nin TBMM Câmii projesinde müminin namazını olabildiğince saf halinde kılabilmesine olanak veren yatık dikdörtgen plana dönüş vardır. İkincisi mihrap yoktur; Kıble yönünde yeşile bakan bir cam duvar vardır. Bilir misiniz ki mihrap bir nevi puttur. Mihrap, kiliselerde ayinin yönetildiği, Hz. İsa tasvirlerini içeren bir mekândır. İlk câmilerde mihrap yoktu. İlk mihrap Şam’daki kiliseden bozma, T planlı Ümeyye Câmiinde ortaya çıkmıştır.

Kıbleye değil, puta (mihraba) yönelik namaz kılan Müslümanlar

Son yıllarda ‘’modern’’ veya ‘’çağdaş’’ adı altında epey câmi proje ve inşaatı yapıldı. Ne var ki izlediğim proje çizimlerinde yukarda saydığım mimarları aşan bir çalışmaya rastlamadım. (Belki de ben göremedim). Gördüğüm bazı projelerde genellikle modern ve çağdaş mimarî şekilcilik olarak yorumlanıyor. Peki, niçin çağdaş sanat kültürümüz az gelişmişlik çizgisini aşamıyor? Niçin eskinin taklidi câmi projeleri yerine, İslâm kültürünü çağdaş mimarî ile bağdaştırabilen projeler üretilemiyor?

 
yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 26 Ağustos 2012 Pazar 22:38:27
Güncelleme :28 Ağustos 2012 Salı 11:37:32


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem yücel IP: 88.244.167.xxx Tarih : 27.08.2012 20:03:20

Yazınız yeni cami yaptıracaklara veya yapmak isteyenlere,  Mimarlık Tarihi dersini verenlere bir ders niteliğinde. Kuşkusuz, anlayan, yararlanmak isteyen başını elleri arasına alarak düşünmek isteyenler varsa...

Mimar Sinan ve onun ekolünü sürdürenler Osmanlı Mimarısında son noktayı koymuşlardır. Son olarak Neoklasik devirde küçük çapta da olsa en güzel örnekleri ortaya koymuşlardır. Artık o ekolü aşmak olanaksızdır. Ne var ki, Mimarlık Tarihini, Sanat Tarihini bilmeyen mimarlar 1950'den bu yana  belirttiğiniz örnekler dışında bunun karikatürlerini yapmışlardır.

Bunda suç lu kim diye düşündüğünümüzde pıtrak gibi açılan üniversitelerin yetersiz eğitimi ile piyasaya çıkan mimarlar olmuştur. Birde camiyi yaptıranların acaip istekleri ile traji-komik örnekler ortaya çıkmıştır. Kubbe ile belirli  nisbeti düşünmeden yükseltilen şerefelerle dolu minareler, rant sağlamak amacıyla ibadet mekanı altına yapılan dükkanlar... İç dekorasyonlar başlı başına facia...

Bir yerde bunun önüne geçmek gerekir diyeceğim ama kim geçecek?

Mimari bilgisinden yoksun cami yaptırmak isteyenler mi yoksa inşatlardan rant sağlayanlar mı/

Aslında Türkiyede cami yapılması kanayan bir yaradır.

Birdi bunun bu yönü  üzerinde ayrıntıları ile dursanız, belki   ileride böyle acaip camiler yapanlara dur diyecek mimar yok muydu   diyeceklere vardı  ama seslerini duyuramıyorlardı dedirtecektir.

Toplumda, yaşamda, kültür de sanatın  hepsi birbiri ile orantılıdır. Bence çöküş süreci içerisindeyiz. Ne yazsak ne desek hepsi boşuna...