20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Mutlu Yıllar


Dünyamız, Evrenin namütenahiliği içinde bir nokta olan ‘Güneş Sistemi’ndeki turlarından birini daha gerçekleştirdi. Zaman - mekân kavramı açısından izafi - itibari bir ölçü de olsa, 2009 yılının tüm insanlığa barış, refah ve mutluluk getirmesini diliyorum. Ayrıca Dünyamız üzerinde yaşayan ve Dünyamızı oluşturan tüm biyoloji ve botanik nesillerinin ve maddenin elektrik – elektronik – manyetik - çekim gücünü, sayısız dalga boyundaki titreşim frekanslarını ve de Güneş enerjisini daha milyarlarca yıl, matematik düzen içerisinde sürdürmesini Ulu Tanrı’dan diliyorum. O Tanrı ki, ne yerdedir, ne göktedir, ama her oluşumun içinde hâzır ve nâzırdır.

Umarım ki, bizden çok çok sonraki nesil, ‘Star Wars’ bilim - kurgu filmlerindeki gibi yıldız savaşlarına girişmezler, başka dünyalılarla dostluk kurarlar.

Uzayın sıfırdan farklı bir kitle yoğunluğu vardır. ‘Madde’nin molekülü oluşturan değişken nitelik ve sayıda atomlarının, nötron ve pozitif elektrik yüklü protonları içeren çekirdeği ve bu çekirdek etrafında kendi yörüngesinde dönen değişken sayıda elektronları bulunduğunu biliyoruz. Bu değişmez (invariable) sistemi, gezegenlerin kendi ekseninde ve Güneş etrafında dönüşlerinde de görüyoruz. Aynı hareket güneş sistemlerinden oluşan gökadalarda (galaxy) da var. Bu devinim, mikronun alt katlarından, ölçüsüz büyüklüğe kadar oluşumlarda devam ediyor. Yani uzayda hiçbir şey sabit, durağan değil. Ve de uzay, zaman kavramından bağımsız bir oluşum. Bizler zamanı, küçük Dünyamızın davranışlarına göre algılıyoruz. Yeryüzünde yaşamakta olduğumuz ‘hal’, tektir ve bölünemez. Peki, kişisel ve toplum yaşamımızın ‘önce’sini ve ‘sonra’sını nasıl belirleyeceğiz? İşte, şimdiki, geçmiş ve gelecek oluşumlardaki ardışıklığın belirlenmesi için insan beyni, ‘zaman’ kavramını yaratmıştır. Einstein, uzay boyutunda düşündüğümüzde soyut bir kavram olan zamanın izafiyetini, yani göreceliğini (relativity) avamın anlayabileceği dille şöyle anlatmıştır: Bir insanın kızgın bir sobada bir saniye süre ile elini yakması uzun bir zaman, bir sevgilinin kolları arasında geçen bir gün çok kısa bir zamandır.

Uzaya çıplak gözle baktığımızda, yıldızları ve yakın planda ‘Güneş’i ve Dünyamızın uydusu ‘Ay’ı görürüz. Güneşin ve Ayın ritmik aralıklarla doğuşunu ve batışını gözlemleyen dünyalılar, bu ritme göre geçen ‘zaman’ı hesaplayarak ‘takvim’i yaratmışlardır. Bilim insanları, Dünyanın kendi ekseni etrafında bir tur dönmesini, güneşin doğuşundan sonra tekrar doğuşuna kadar geçen ‘gün’ü hesaplamışlar, bunu saatlere, dakikalara, saniyelere, saliselere bölmüşler; Dünyanın Güneş etrafındaki turunu tamamlaması ile ‘yıl’ı hesaplamışlar, bunu mevsimlere ve aylara bölmüşler, günlerle özdeşleştirmişlerdir. Tabii ki bu hesaplama, o kadar kolay olmamıştır. Binyıllar boyu Dünya, sabit bir tepsi gibi düşünülmüş, Güneşin Dünya etrafında döndüğü zannedilmiştir. Yakın zamanlara kadar Dünyayı öküzün boynuzuna yükleyenler bile olmuştur. Bu gün bile Rizeli Ethem Gedik Hoca, ‘Yer ve Gök İlimleri’ kitabında yedi katlı gök makamının sonunda ‘arş-ı âlâ’ya ulaşılacağını yazabilmekte ve bazılarını inandırabilmektedir.

Güneş sistemi esas alınarak yapılan takvimde, yılın 365 gün olduğu antik dönemlerden beri bilinmekte idi. Antik Mısır, 12 ayı 30’ar gün sayarak 12 x 30 = 360 güne yılın sonunda 5 gün ekledi; buna ‘epagomondi’ dedi. Antik Roma, din adamlarının kendi çıkarlarına göre düzenledikleri değişken takvim karmaşasından, İskenderiyeli astronom Sosigenes’in hesaplamaları ile kurtuldu. Bu takvimin Jül Sezar tarafından kabulü ile M.Ö. 45 yılından sonra ‘Jülyen Takvimi’ uygulandı. Jül Sezar, yılbaşını 1 Ocak tarihi olarak belirledi.

Şimdi burada duralım: Demek ki bizim din tüccarlarının 31 Aralık - 1 Ocak gecesi yapılan yılbaşı kutlamalarını lânetlemeleri, bu tarihin Hıristiyan âdeti olduğunu söyleyerek cahil halkımızı etkilemeleri safsatadan başka bir şey değilmiş. Yılbaşı, Hz. İsa’nın doğumunun 45 yıl evvelinden beri kutlanan bir gün. Bu bir. İkincisi, Hz. İsa’nın doğum günü olarak kabul edilen tarih (Noel), çeşitli Hıristiyan mezheplerinde 24 Aralık veya 6 Ocak olarak değişim gösterir. Yeni yılın 1 Ocakta başlaması pratik bir kabuldür. Hıristiyanlıkla ilgili değildir. Ancak eğitim sistemimizde kabulcülükten şüpheciliğe geçişe fazla yer verilmediği için halkı kandırmak ve dogmalara inandırmak hiç de zor olmuyor. Bilimin ilerlemesi için gerekli ilk ve önemli kural ise şüphecilik, daha doğrusu kuşkuculuk (scepticism) ’tur.

Jülyen takvimi, yakın zamanlara kadar kullanıldı. Örneğin Rusya 1918’e kadar, Yunanistan 1923’e kadar bu takvimi kullandılar. Hıristiyan âleminde, bu takvimde yapılan değişiklik, Hz. İsa’nın doğum yılının takvimin başlangıç yılı olarak kabul edilmesinden ibarettir.

Bu gün kullandığımız ve tüm uygar ülkelerin kullandığı ‘Gregoryen Takvimi’ 1582’de, Roma’da Papa Gregorius III. tarafından düzenlenen takvimdir. 365,2425… günden oluşan bir yıldaki 365’den artık zaman, 4 yılda bir Şubat ayına bir gün eklenmesi ile telâfi edilmektedir. Gregoryen takvim, yılbaşını 25 Mart gününde başlatmıştı. (Bunu da 31 Aralık - 1 Ocak tarihli yılbaşı gecesine itiraz eden gericilere anlatmak lâzım). İngiliz Parlamentosu, 1752’de Gregoryen takvimini kabul ederken, yılbaşını 1 Ocak tarihine aldı. Diğer ülkeler de zaman içinde bu kabule uydular.

Bu arada modern fiziğin kurucusu ve astronom, Padova Üniversitesi Matematik Profesörü, Floransa doğumlu Galileo Galilei (1564-1642)’nin başına gelenleri anlatmak istiyorum. Bağnaz Kilise, Dünyayı Evrenin merkezinde kabul ediyor, Güneşin sabit duran Dünyanın etrafında döndüğünü zannediyor, bu fikre karşı çıkmayı dinden sapma olarak görüyordu. Bilimsel doğruları yazan Galilei yargılandı, suçlu bulundu ve aforoz edildi. Ancak ‘’Mea culpa’’ (Suç bende) diyerek idamdan kurtuldu. Sonraki yaşamında etliye - sütlüye karışmadı ise de ‘’Her şeye rağmen Dünya dönüyor’’ dediği söylenir. Günümüze gelince, bilimin hakikatleri karşısında duramayan yeni Papa Benedict XVI., büyük bilim adamı olarak nitelediği Galilei için ‘’Tanrının eserlerini ve doğanın yasalarını bize öğretti’’ diyerek bir heykelinin Vatikan’a dikileceğini açıkladı.

Burada dikkatimizi çeken şey nedir? Hıristiyanlık âlemi, geçen 400 yıl içinde dogmalardan ve bağnazlıklardan kısmen de olsa kurtulmuş, bilimin hakikatlerine teslim olmuştur. Ne diyelim? Darısı başımıza demekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

İslâm âlemi, Arap Yarımadası’nda, Hicretin 17’nci yılında, yani Hz. Muhammed’in vefatından 7 yıl sonra ‘Hicri - Kameri Takvim’i kullanmaya başladı. Hicret yılı (Milâdi 622 yılı) takvimin başlangıcı kabul edildi. Bu takvim, Güneşi değil, sadece Ayın Dünya etrafında dönmesini esas aldı. Ayın durumuna göre, 29 veya 30 çeken ayların yıllık toplamı 354 gün oldu. Demek ki bir yıl içinde, Güneş takvimi ile arasında 365 – 354 = 11 gün kadar eksiklik var. Bu eksiklik artık günlerin ilâvesi ile Güneş Sistemine göre düzeltilmedi. Bu nedenle de aylarla mevsimler arasında tutarsızlık oluştu. Takvim, Dünyanın Güneş etrafındaki turu ile bağdaşmadığından aynı isimli aylar, yıllar boyunca her mevsimi yaşıyor. Örneğin Ramazan ayı, bazı yıllar yaza, bazı yıllar kışa, bazı yıllar ilk veya son bahara denk geliyor ve bu hiç yadırganmıyor. Bu takvim, bütün ilkelliğine rağmen günümüzde de Türkiye dışındaki İslâm ülkelerinde kullanılıyor. Osmanlı, batılılaşma döneminde Hicri takvimle beraber Rumi adı ile Jülyen takvimini de kullanmış; ancak takvimin yıl sayısını Hz. Peygamber’in hicret tarihi ile başlatmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti, 26 Aralık 1925 tarih ve 698 sayılı, ‘Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili’ yasası ile Güneş sistemine dayanan Gregoryen takvimini kabul etti ve uygar devletlerin yanında yer aldı. Ayın hareketlerine bağımlı Hicri takvim, diğer İslâm ülkeleri paralelinde, ülkemizde de sadece dini gün ve bayramlarda kullanılmaya devam ediyor.

Hal böyle iken, bazı politik zevat-ı kiramın, popülerlik uğruna, dini günler dışında kalan nişan, düğün, sünnet, toplantı ve kongre davetiyelerinde Hicri - Kameri takvimi kullandıklarını, bu takvime bir nevi kutsallık atfettiklerine tanık oluyor ve hayret ediyoruz.

Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, aldırmayın; yeni yılınız kutlu olsun.

Yayın Tarihi : 30 Aralık 2008 Salı 15:41:59


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?