1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Nerde Kalmıştık?

Yerel yönetim seçimleri sonucunda Kadir Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına %44 oy oranı ile seçildi. Kemal Kılıçdaroğlu % 37’de kaldı. Sayın Başkan’ı kutluyor, başarılar diliyorum. Yeniden seçilen başkanın evvelce başladığı işleri bitirmesi, eski icraat planını uygulamasını doğal karşılamak gerek. Onun için de Süleyman Demirel’in bir tarihte yeniden seçildiği zaman söylediği ‘Nerde galmıştık?’ sözünü bu kere Kadir Topbaş’a yakıştırdım. Ancak oylarının geçen seçime nazaran % 10 kadar düştüğünü, Kemal Kılıçdaroğlu ile aralarındaki oy farkının 7 puan olduğunu, Belediye Meclisi aritmetiğinin değiştiğini de dikkate alacağını ve eski hatalarından yeni dersler çıkaracağını umuyorum.

Bir de İstanbul’un diğer belediyeler gibi sadece imar ve kent hizmetleri yapan bir örgüt olmadığını göz önünde bulundurmak gerek. Büyükşehir’in 16 milyon lira (eski para ile 16 trilyon lira) yıllık ciro yapan şirketler grubuna, adeta bir holdinge sahip olduğunu da unutmayalım. BİT (Belediye İktisadi Teşekkülü) şemsiyesi altındaki bu şirketler, aldıkları inşaat işlerini ve yaptırdıkları hizmetleri ihale yasaları dışında, diledikleri taşeronlara verebilmektedirler. Bu şirketlerin alış-verişlerini yine yandaş firmalarla yapacaklarına, inşaat ihalelerini yine yandaş müteahhitlere vereceklerine hiç şüpheniz olmasın. İşler ‘Devran yine ol devran, kervan yine ol kervan’ deyimi ile yoluna devam edecek. Ne yapalım? Eski yönetimin devamına yeşil ışık yakan seçmene meheldir demekle yetinmek zorundayız.

Biz yine aklımızın erdiği, bildiğimiz imar konularına dönelim: Birçoğumuzun İstanbul için tekrarladığı bir söz vardır. ‘Ne yaparsak yapalım, şu İstanbul’u bir türlü çirkinleştiremedik’ deriz. Evet, doğrudur. İstanbul, her şeye rağmen dünyanın en kadim, en güzel, en renkli, en birikimli birkaç kentinden biridir. Tanrı öyle bir konum, öyle bir doğa vermiş ki kent, imar adına yaptığımız rezilliklere karşı hâlâ direniyor; güzelliğini koruyor. Bizler, imar çalışmalarında kadim kente saygılı olur, tarih, kültür, sanat ve estetik değerlerine yön verebilirsek başarılı olabilir, İstanbul’un güzelliklerine güzellikler ve yeni özellikler katabiliriz.

Yapacağımız çalışmalarda ana tema, İstanbul’un Bizans olsun, Osmanlı olsun, bir ‘doğu kültürleri’ bileşkesi olan kimliğini korumak ve öne çıkarmak, özellikle ‘tarihi yarımada’da bir batı kenti yaratma hevesine düşmemek olmalıdır. Keza Beyoğlu’nda, eski Pera’nın Levanten ve Rum kültürünü yansıtan değerlerini de korumak, aralarına aykırı yapılar sokuşturmamak gerekir. Tabii ki XXI. yüzyıl İstanbul’u, artık bu saydığımız değerlerden ibaret değil. Elbette ki yaşadığımız yüzyılın gerekleri olan modern konut ve iş merkezleri oluşacak ve gelişecektir. Planlamanın hedefi, bu oluşumlara engel olmak değil, kentin konumunu dikkate alarak planlı gelişimini sağlamaktır.

Planlama ilkelerine ilk bakışta basit gibi görülen verilerle başlayalım: İstanbul, doğal kuruluşu ile Karadeniz’in hırçın dalgalarına arkasını dönmüş, Marmara’nın sükûnetine açılmış bir kenttir. Kent yerleşimi, kuzeyin ve poyrazın sert rüzgârlarını arkasına almış, yüzünü güneyin güneşine vermiştir. Eski Boğaz köyleri de tepeciklerin güney yamaçlarında konuşlanmışlardı. İstanbul’un akciğerleri konumundaki kuzey ormanları, kente mis gibi, tertemiz havayı ve oksijeni pompalardı. Acaba bu verilerin farkında mı değildik, bilmiyorum. Çünkü bu basit gibi görünen hakikati bir yabancı şehircilik uzmanından, İtalyan Luigi Piccinato’dan öğrendik. 1950’li yılların sonlarında İstanbul’a gelen ve 1960 ihtilâlinin affedersiniz âmiyâne tâbirle def ettiği bu değerli uzman, kuzey yönündeki yapılaşmanın 4. Levent’ten yukarı çıkmamasını, İstanbul’un Marmara Denizi boyunca Silivri – Gebze arasında lineer sistemle geliştirilmesini, bu gelişmelerin yeşil bantlarla ayrılmış uydu kentler şeklinde olmasını, her uydu kentin gereksinimini sağlayacak ayrı sosyal donatı ve ticaret alanlarının bulunmasını, yerleşimlerin ana kentle bağlantısının güneydeki ana arter ve raylı sistemle sağlanmasını, arter ve deniz arasındaki Marmara sahilinin kesintisiz turizm ve rekreasyon alanlarına ayrılmasını önermişti. Yaptığı nâzım plan, ihtilâlin getirdiği toz – duman içinde hiç dikkate alınmadı. İhtilâl hükümeti ve belediyesi, Adnan Menderes’in kent içinde başlattığı istimlâk ve uygulamalara yöneldi. Elbette Menderes’in yaptıkları yanlıştı; İstanbul’un kimliğinde çok büyük yaralar açan çalışmalardı. Başbakan, her halde kendini şehircilik dâhîsi sanıyor, Sur içi İstanbul’unu bir Avrupa kenti yapmak istiyordu. Ne büyük gaflet! Ama ondan sonra gelen başbakanlar da, ondan daha az şehircilik dâhîleri (!) değillerdi. İstanbul’un kaderidir; Türkiye’de lider özelliği kazanan başbakanlar, büyük bir hevesle İstanbul imarı ile ilgilenirler, dönemlerine ait bir büyük eser bırakmak isterler. Ama bu ilgi, işin uzmanlarını toplamak şeklinde değil, kendi hayallerini gerçekleştirmek paralelinde tecelli eder. Menderes’in hayalleri yarım kaldı. Demirel Boğaz Köprüsü’nü, Özal Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü açtı. Erdoğan’ın hayali ise üçüncü köprüyü gerçekleştirmek olsa gerek. Son seçimde söylenen ‘Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır’ darb-ı meseli, galiba bu hevesi ifade ediyor. (Burada bir not düşelim: İnönü ve Ecevit de lider vasıfları taşıyan başbakanlardı. Ama onlar uzmanlığa saygı gösteren hâzâ devlet adamları idi.)

Şimdi köprülerin getirdiklerine kısa bir göz atalım: Dünyanın her kentinde köprübaşları değerlidir. Ticaret köprübaşlarına yerleşir ve gelişir. Bu önlenemez, aksine planlamalarla teşvik edilir. Eski İstanbul’da Galata Köprüsü, Karaköy ve Eminönü iş ve ticaret merkezlerini yaratmıştı. Birinci Boğaz Köprüsü Mecidiyeköy ve Altunizade iş merkezlerini, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü Maslak ve Kavacık iş merkezlerini yarattı. Eğer üçüncü köprü yapılırsa Rumelikavağı ve Anadolukavağı iş merkezleri oluşumunu ve gökdelenlerini bizler değil ama torunlarımız görecek demektir. Bütün bu oluşumlar, İstanbul’u kuzey yönünde geliştirerek yukarda açıklamaya çalıştığım doğal yerleşim mantığına ters oluşumları yaratmıştır.

Bir zamanlar köprüye karşı çıkanlar ‘vatan haini’ damgası yemişlerdi. Zaten iktidarın her türlü icraatına karşı gelmek, her dönemde bu damgayı yememize neden olabilmiştir. Ne demişti Nazım Hikmet? ‘’Vatan çiftliklerinizse, vatan kurtulamamaksa karanlığınızdan, ben vatan hainiyim.’’

Bu girizgâhtan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yeni dönem imar çalışmalarına ait önerilerimizi, sonraki makalede biraz daha ayrıntıya girerek dile getireceğim.

 

Yayın Tarihi : 10 Nisan 2009 Cuma 11:11:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?