2
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

‘’Prost’un İstanbul’u gerçekleşseydi’’

Bu başlık, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün ‘İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in Modern Kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması (1936 – 1951)’ sergisi dolayısıyla Doğan Hızlan’ın 15 Haziran 2010 tarihli Hürriyet Gazetesindeki ‘BAKIŞ’ sütununa ait. Hürriyet gazetesini izlememde başlıca âmil olan değerli yazar ve kültür adamı Doğan Hızlan, bu yazısında biz mimarlara seslenmiş. ‘’… Mimarlarla konuşmak, düşüncelerini öğrenmek isterdim, (Prost planı) uygulanmasaydı bugün İstanbul’un görünümü nasıl olurdu? Cumhuriyet sonrası her alanda yapılanlar/yapılanmalar mimarlığa da yansıyacaktı. Yabancı bir mimar, gerçekten bizim kültür başkentimizi geleneksel özelliklerini kaybetmeden hale yola sokabilir miydi? Eğer sokabileceğine inanılmadıysa neden çağrılmıştı, madem çağrıldı onun planlamaları neden uygulamaya konmadı? Yoksa bu iş bizim mimarlarımıza mı verilmeliydi?’’ sorularını soruyor. Sergi kataloğunda belirtildiği gibi, nazım planı oluşturmakla görevlendirilen Henri Prost’un hedefi ‘’… kentin kendine özgü topoğrafyasını ve tarihî yarımada başta olmak üzere tarihî dokusunu dikkate alarak çağdaş bir planlama modeli ortaya koymak’’ mıydı acaba?

Bodrum’dayım, sergiyi görme olanağım yok. Ama Prost’un planlarını aşağı yukarı biliyorum; uygulamalarını çocuk gözü ile de olsa anımsıyorum. Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfü Kırdar’ın da bu uygulamalarda çok büyük payı bulunduğunu biliyorum.

Her şeyden evvel şunu itiraf etmek gerekir ki İstanbul, ciddî anlamda imarla 1936’dan sonra, Prost’un imar planları ile tanıştı. Planların, İstanbul’u başıboşluktan kurtardığı kesin. Plansız dönemde surların üzerine evler kondurulabiliyor, anıt yapıtlara bitişik inşaatlar yapılabiliyor, konutların yanı başında imalâthaneler yer alabiliyordu. Prost’un mesleki yeteneği tartışılır; bir Le Corbusiér olmadığı gerçek; ama o dönemde kent planlamasını organize edecek nitelikte mimarımızın bulunmadığı da bir gerçek.

Prost’un İstanbul’da bıraktığı izleri, bu günün şehircilik anlayışı ve olabildiğince objektif bakış açısı altında değerlendirirsek, plan kararlarının artıları kadar, belki de daha fazla eksileri içerdiğini görebiliyoruz.

Prost, planlamalarında bilimsel metotla çalışmamış, bireysel kalmıştır. Kent planlaması bir ekip çalışmasıdır. Bir orkestraya benzer. Orkestra şefi = Şehircilik uzmanı, Solist = Mimar, Yaylı, vurmalı, nefesli sazlar = İlgili meslek mensupları (mühendis, jeolog, ekonomist, …), Koro = Yardımcı elemanlar (İstatistik, sosyolog, …), Dinleyici = Kamuoyu.

Prost, sadece kent içi yerleşim bölgeleri ile ilgilenmiştir. Modern şehircilikte, ülkenin ekonomik ve sosyal olanakları paralelinde kentin bölge çapında ele alınması ve çevre ile bütünleşmesi gerekir.

Prost, eski Paris yerleşimlerini yıkıp yeni bulvarlar açan Haussmann geleneğinden gelen bir Fransızdı. Onun için de ‘Suriçi İstanbulu’nda Osmanlı kimliğini ve çevre ölçeğini dikkate almadan meydan ve bulvarlar açmakta beis görmedi.

Prost, Ayasofya ve diğer Bizans yapıtlarına gençliğinden beri aşina bir mimardı. Ama Osmanlı’nın sivil mimari yapıtlarını fazla önemsemiyordu. Atatürk Bulvarı’nı açarken Pantokrator’un yanından, Valens (Bozdoğan) kemerinin altından geçmiş, onları değerlendirmiş, ama güzergâhı birçok Osmanlı eserinin, cami, medrese, konak ve çeşmelerin üzerinden geçirmekte beis görmemiştir. Keza Taksim Topçu Kışlası’nın yıkımı affedilmez bir hatadır.

Prost, ‘Suriçi’ bölgesindeki yangın yerlerini imara açarken Osmanlı kent oluşumuna yabancı olan, Hippodamus ilhamlı Avrupa kentlerinin ızgara plan sistemini uygulamıştır. Kentin yeni gelişen bölgelerinde, örneğin Talimhane’de ızgara sisteminin uygulanması normaldi. Ancak ‘Suriçi’nde yapacağı planda yeşili bol, çeşmeli, çınarlı, peykeli meydancıklarda kadim İstanbul havasını soluyabilirdik.

Prost, Haliç ve çevresini ‘sanayi bölgesi’ yaptı. Bu hiçbir şehircilik kuralına sığmayan, affedilmez bir cinayetti. Haliç’in, Sadabad’ın Osmanlı yaşam kültüründeki yerini bilmiyor, belki de önemsemiyordu. Haliç, onun için ham maddenin rahatça boşaltılıp, mamul maddenin rahatça yüklenip yollanabileceği bir suyolundan ibaretti. Fabrika ve imalâthaneler, bu bölgede kısa zamanda gelişti; Osmanlı’nın medreseleri, hamamları, Ceneviz’in yapıları işgal edildi. Tarihî evler, konaklar lumpen yerleşimlere mesken oldu. Türk, Musevi ve Rum mahalleleri renklerini kaybetti. Sanayinin arkasından gecekondu bölgeye yerleşti. Haliç kanalizasyona döndü. Bakın Reşat Ekrem Koçu neler söylüyor: ‘’Haliç’te yalı kalmamıştır. İngiliz ressam Thomas Allom’un bir gravüründe gördüğümüz Haliç – Bahariye’deki Esma Sultan yalısının yerinde bir lâstik fabrikası, karşısında Karaağaç’ta İbrahimzadeler (Sokullular) yalısının yerinde de mezbaha…’’ Hatayı şimdilerde düzeltmeye uğraşıyoruz ama nafile…

Bu kadar zem yeter. Biraz da iyi yanları görelim:

Tarihî yarımada’nın başat yapıtları 7 tepe üzerine yerleştirilmiştir. Kubbe ve minareler, denizden görünümleri ile muhteşem bir İstanbul silueti çizerler. Topkapı Sarayı bu silueti tamamlar. Prost, bu silueti bizlere armağan eden mimardır. Tarihî Yarımada’da deniz yüzeyine göre + 40 metre yükseltiler üzerindeki yapılaşmalara 3’ten fazla kat izni vermeyerek bu silueti muhafaza etmiştir. Prost olmasaydı bu karar yine çıkabilir mi idi, emin değilim. Nitekim Prost’tan sonra kat irtifaını arttırma gayretleri eksik olmamıştır. Galiba kat adedini 4’e, bazı yerlerde 5’e kadar çıkardılar.

İkinci hizmeti yeşile verdiği önemdir. Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane çevresini ‘arkeolojik park’ olarak tescil etmesi, Taksim – Maçka – Dolmabahçe şeridini 2 numaralı park olarak planlaması, kâğıt üzerinde kalsa da Çapa ve Fatih arasındaki, Lykos deresinin de geçtiği vadiyi 1 numaralı park adı ile yeşil alan olarak ayırması takdire değer çalışmalardır.

Ne yazık ki 1 numaralı park hiçbir zaman gerçekleşmediği gibi Adnan Menderes imarı (!) ile dere üzerinden Vatan Caddesi geçirilmiş, bulvarın iki yanı resmi daireler ve niteliksiz yapılarla dolmuştur. Keza 2 numaralı park da zaman içinde kırpıla kırpıla kuşa benzetilmektedir. Hilton’la başlayan tecavüz, Sheraton’la devam etmiş, Gökkafes hepsinin üzerine tuz – biber ekmiştir.

Prost’un İstanbul’u gerçekleşseydi daha iyi olurdu diyemiyorum ama belki de o demode plan bile bu günkü keşmekeşten daha iyi olabilirdi.

Nazım planların ana ilkelerinden verilen ödünler sürdükçe dünyanın en iyi şehircisini bile getirseniz bir şey değişmiyor.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 23 Haziran 2010 Çarşamba 11:32:50
Güncelleme :23 Haziran 2010 Çarşamba 11:34:14


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem yücel IP: 92.44.148.xxx Tarih : 17.06.2010 12:29:42

Değerli sütun arkadaşım;

H.Prost döneminde İstanbul'da yapılan  imar çalışmalarını günahları ve sevaplarıyla birlikte çok güzel anlatmışsınız. Sanırım bu yazıyı okuyan pek çok kişi  ve özellikle yönetimlerde olanlar önce düşünmeli ve sonra da biz ne yapabiliriz , şimdiye kadar ne yapmışlar diye  akıllarından bir şeyler geçirmelidir. Akıl ve bilim kolay iş değildir.

H.Prost'un İstanbul nazım planını hazırlaması  o dönem için belki bir şanstır ama sizin de belirtiğiniz gibi Osmanlıyı bilmeyişi pek çok eserin yok olmasına da neden olmuştur. Ondan sonra gelenlere ne demeli? Örneğin Adnan Menderes,  İstanbul'u aklınca imar etmeye kalkmış   ve pek çok Osmanlı eserini yok etmiştir. Bunun tipik örneği Beyazıt  ile Laleli arasındaki Simkeşhane dir.  Bugün yarısı yıkılmış yarısı harabe halinde duruyor. Dalan'ın Tarlabaşı faciasına ne demeli? XIX. yüzyıl sivili mimarasının pek çok güzel örnekleri orada yok edildi. Amaç trafiği rahatlatmak!..Ya bugün trafik rahatladı mı? Öncelikle Türkiye insanını İstanbul'da toplamaktan vaz geçeceksin, bunun çaralerini arayacaksın. Onun dışında ne yaparsan boş...

Yazınızda belirttiğiniz gibi Taksim Topçular Kışlasının  ve içerisindeki spor tarihi yönünden  önemli  olan ortadan kaldırılan Taksim stadının kaldırılması bir cinayettir. Ya Harbiye de yarısı yıkılmış, kalanına da mimarimizle terk düşen Askeri Müze' nin yapılmasına ne demeli?. Prost'un Dolmabahçe  vadisini koruması güzel bir örnek ama orasıda rant uğruna yakında kemirilecektir. Nitekim stadını hemen yanı başında bir otel yükseltildi. bile...

Herşeyi şikayet ediyoruz. Bu kolay ama ya çözüm/ Herşeyden önce yerel belediyeler imara yönelik bakanlıklar bu işleri iyi bilen şehirci mimar, tarihi iyi yorumlayan arkeolog ve sanat tarihçilerden oluşacak gruplarla bu işin üstesinden gelebilirler. Ancak rant, çıkar veya siyası düşünceler bunun dışında kalmalıdır. Türkiye'de bunlar olur mu olmaz. mı?  Olur diyen varsa yanılır...Kaldı ki, Türkiye'de her il ve ilçede açılan üniversite ve yüksek okullardan çıkanlara ne derece mimar, arkeolog ve sanat tarihçisi diyebiliriz?

Kısacası bizim ömrümüz ya yakınmakla ya da ranttan kazanç sağlamakla geçer. Sonra bir bakarız ki, tarihi şehrimizden bir kaç anıt dışında eser kalmamış...

Erdem Yücel