22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Resmî Konutlar


Ulusal ve uluslararası üst düzey resmî temaslarda, protokol mekânını oluşturan ve devlete prestij sağlayan görkemli resmî binalar ve de özellikle resmî konutlar nasıl yapılıyor, nasıl döşeniyor, bilmem hiç merak ettiniz mi?

Evvelâ prestij yapısını oluşturacak gereksinim programı belirlenir. Yatırım programında ve bütçede yerini alır. Yapıtın gerçekleştirilebilmesi için, her şeyden evvel tutarlı bir mimari proje gerekir. Proje, yapıtın önemine göre mimarlar arasında ulusal veya uluslararası açılan yarışma sonucu ve jüri kararı ile; veya başarıları sınanmış mimarların davet edilmesi ile yapılan sınırlı yarışma ve yine jüri kararı ile seçilir. Daha az önemli binalar için projeler, yine davetli mimarlar arasından, ihale yasası çerçevesinde bir mimarlık ofisine ihale edilir.

Resmî prestij konutlarının başlıcaları, vali konakları, Dış İşleri Bakanı, Başbakan, TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı makamları için yapılan ve döşenen binalardır. Bu önemli makamların, yoğun devlet hizmetleri yanında ailelerinin de protokolde yeri olması nedeni ile, konutta ağırlanacak resmî ziyaretçilere, toplantı, resepsiyon, ziyafet gibi aktivitelere zemin oluşturacak konutun, gerek mimari, gerekse dekorasyon, tefriş ve diğer donanımlarının devletimizi en iyi şekilde temsil edecek nitelikte olması gerekir. Bu tip etkinliklerin yapıldığı resmî konutlar, Türk ailesinin etik kurallarını ve yaşam biçimini, Cumhuriyetimize yakışır bir şekilde dosta – düşmana göstermemize de vesile olur. Bu nedenledir ki, bu gibi yapıtların konunun uzmanı mimar, mühendis ve dekoratörlerin titiz çalışmaları ile ortaya çıkması gerekir.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, dar bütçe olanakları içinde, bakanlıklar Ankara Ulus yöresindeki yetersiz binalarda çalışırken dahî, Hariciye Vekâleti (Dış İşleri Bakanlığı) ve de Hariciye Köşkü için masraftan kaçınmaksızın resmî binalar inşa edilmiştir. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun bu güzel yapıtı, bu gün de Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak hizmet vermeye devam etmektedir.

TBMM’nin açılışı ile yeni devlet olmaya hazırlanan ülkemizde Mustafa Kemal’in bin bir zaruret içerisinde hizmet verdiği Ankara tren istasyonundaki ‘Direksiyon Binası’, temsil yeteneğinden uzak, basit bir istasyon şefi lojmanı idi. Kurtuluş Savaşı günleri, bu mütevazı binada yaşanmış, bir süre sonra, o zaman için biraz daha prestij sağlayan Çankaya’daki bağ evi ve arazisi Devlet’e kazandırılmıştır.

Cumhuriyetin ilânı bu bağ evinde yaşanmış, 1924’de artık Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edecek konuta çekidüzen verilmesi zorunluluğu doğmuş, mimar Vedat (Tek) Beyin çalışmaları sonucunda bağ evi, Çankaya Köşkü’ne dönüşmüştür. ‘Büyük Nutuk’un yazıldığı yer, işte bu köşktür. Binanın tefrişinde Gazi’nin gösterdiği hassasiyeti ‘Çankaya Köşkleri’ yazımda belirtmiştim. Şimdi yeri geldi, tekrar ediyorum:

Köşkün tefriş projesi sonucu pahalı bir rakam çıkınca, Gazi dekoratöre: ‘’Biliyorsunuz burası Reisicumhur köşkü. Mülkiyeti devletin. Benden sonra buraya Meclis’in, belki de milletin seçeceği zatlar gelecek. Siz eşyaların parasını benim vereceğimi biliyorsunuz ama yarın bunu bilmeyenler yanlış hükümler vermez mi? Karar mevkiinde olanların şahsî arzularını devlete yükleme konusunda beni misal göstermelerini hiç istemem. Şahsî imkânlarıma göre asgarî masrafla mekânların rahat ve zevkli tefrişini tercih ederim.’’ demişti. (Cemal Kutay’dan)

1930’lara gelindiğinde artan iş hacmi ve protokol zorunlulukları ile eski köşkün Türkiye Cumhuriyeti’ni yeterli oranda temsil edemediği görüldüğünden, Avusturyalı mimar Prof. Dr. Clemens Holzmeister’e yeni köşkün projesi çizdirilmiş, Gazi hocayı ‘’Mimar sizsiniz. Dilediğiniz gibi çalışabilirsiniz.’’ diyerek tasarımında özgür bırakmış, köşkün dekorasyon ve tefriş projesi de Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne tevdi edilmişti. Gerek mimaride anıtsal, gerek dekor ve tefrişte frapan ve gösterişli çizgilere itibar edilmeyerek vakur ve çağdaş bir yapıt ortaya çıkmış idi. (Burada ‘idi’ sözcüğünü üzülerek kullanıyorum.)

Köşk, Atatürk’ten sonra birçok Cumhurbaşkanı ve ailelerine konut oldu. Uzun yıllar, ehil ellerde küçük onarımlar ve boya badana işleri dışında müdahale görmeden, tarihî anılara tanık bina, dekor ve mobilyalar orijinal hallerini korudu. Çok sonraları, bazı Cumhurbaşkanı eşi Birinci Hanımefendiler – ki artık sokaktaki adam bile bunlara ‘först leydi’ diyor – Pembe Köşk’ü kendi özel zevklerine göre tadil etmek ve de yeni baştan tefriş etmekte beis görmediler. Artık Gazi’nin yukarıda arz ettiğim sözleri unutulmuş, ‘Devlet Baba’ kesenin ağzını açmıştı. Zannedersem köşkte Atatürk’ün kullandığı çalışma masası ile bir ara toplantılarda kullanılan yemek masasından başka tarihi hiçbir eşya kalmadı.

Günümüzde de ‘Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır’ ve ‘Aslan yatağından belli olur’ özdeyişlerinin gereği gündeme gelmiş, köşkün tadil ve onarımı ile yeni mobilyaların alımı için yeni bütçe yasasında toplam 30.7 milyon YTL ayrılmış. Bunun 19.8 milyon YTL’si tadil ve onarım, 11.9 milyon YTL’si de yeni mobilya alımları için sarf edilecekmiş. Böylece Çankaya bütçesi, A. Necdet Sezer’den sonra % 64 oranında artış göstermiş oluyor. Bu miktar para ne ifade ediyor? Mimar veya mühendis olmayan okurlarım için söyleyeyim: Bu para ile 360 adet derslik, yani 24’er sınıflı, laboratuarlı, çok amaçlı salonlu 15 adet ilköğretim okulu veya 60 adet sağlık ocağı yapmak mümkün. Bu işin maddî yönü.

Bir de işin prestij yönü var. Günün modern anlayışına göre özene bezene düzenlenmiş bulunan Dış İşleri Konutu da bir süre evvel değişimden nasibini almıştı. Burada yapılan düzenlemeyi görmedim. Ama söyleyenlere bakılırsa Pembe Köşk’ün de kasvetli perdeler, çeşitli stillerde klasik veya alabildiğine oymalı ve kakmalı mobilyalar, cicili bicili örtülerle yeni zenginlerin rağbet ettiği ‘show room’lar meşherine benzemesinden korkuyorum.

Halbuki devletin prestijle ilgili bu gibi yapı ve tefriş işlerinin, sorumlu bir devlet kuruluşu tarafından işin ehline yaptırılması ve de işin denetlenmesi gerekir. Çünkü kendi zevkini tatmin etmek isteyen kişi, kendi özel mülkünü kendi parası ile ve kendi keyfine göre döşeyebilir. Buna hiç kimse karışamaz. Ama devlet konutlarında yapılacak seçim ve harcamalarda tarihi anılara saygı duyulmalı ve de işin uzmanlarının dediği olmalıdır. Bu konularla ilgili devlet kuruluşu Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’dür.

Ama bu çeşit boz – yap olayları yurdumuzda o kadar doğal karşılanıyor ki, genellikle bir makama atanan müsteşar, genel müdür, daire başkanı, vali, müdür, kaymakam gibi, yeni seçilen belediye başkanı gibi kişilerin ilk işleri makam odalarını, varsa lojmanlarını yeni baştan tadil ve tefriş etmek oluyor. Makam odalarında lambri duvar, parke döşeme kaplamaları veya duvardan duvara halılılar, ne işe yaradığı belirsiz maroken kapitone makam arkalıkları, makam masaları, sehpa ve koltuklar, kristal sigara tablaları ve vazoların; keza lojmanlarda yeni banyo ve mutfakların, koltuk takımlarının, ne yapıp edip yenileri ile değiştirildiğine resmî görevlerimiz zamanında tanık olduk. (Allah devlete millete zeval vermesin, Özel İdare veya Belediye bütçeleri sağ olsun.)

Küçük masraflar gibi görünen bu çeşit tadilat, dekorasyon ve tefriş için sarf edilen paraların yurt çapındaki birikimi sonucu oluşan meblâğı düşünürsek, bu gibi fantezilerin kim bilir kaç okul, kaç sağlık ocağı, kaç kreşin yapılamamasına neden olduğunu bilemiyoruz. Ama bu, hiç kimsenin umurunda olmuyor.

Ödediği vergilerin hesabını sormayan halka bu yapılanlar az bile.

Yayın Tarihi : 27 Ekim 2007 Cumartesi 11:56:12


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
errdem yücel IP: 195.174.34.xxx Tarih : 31.10.2007 13:22:18

Sayın Ergüvenç,

Her zaman olduğu gibi mimari bir yaklaşımla Türkiye'nin kanayan bir yarasına veya görgüsüzlüğünü dile getirmişssiniz. Sizin de belirttiğiniz gibi herhanği bir makama getirilen kişiler öncelikle kendilerinden öncekilerin yaptıklarını hiçe sayarak işe girişirler. Çoğu kez de bilgi ve deneyikleri, sosyal görgüleri biraz yetersiz olduğundan da kaba tabirle çoğu çuvallar. ..Ne yazık ki bu durum  hemen her dönemde yaşanır. Her yönetim atadığı veya göreve seçtirdiği kişilerin bu hallerini görmezlikten gelir. Benim adamım iyidir, yaptığı doğrudu derler .Devletimizin zaman zaman aldığı tasarruf tedbirleri, genelgeleri dosyalara konur ve gerekeni de  uygulanmaz.

Yazınızda belirttiğiniz cumhurbaşkanlığı köşkü de bu  tür uygulamadan  Turgut Özal döneminden beri kurtulamamıştır. O makama gelen kişilerden çok eşleri öncelilkle köşkü kendilerine  lojman olarak verilmiş ve bir daha terketmeyecekleri düşüncesi ile kendi görüşlerine göre yenilemeye çalışır, eskiden hiç bir şey kalmasın isterler .

Köşkün yenilenmesi için Maliye Bakanlığının tahsis ettiği ödeneği görünce üzülmemek elden gelmiyor. Sanıyorsunuz ki, köşk sanki yıkılmış, harap olmuş, içerisinde kırık dökük eşyalar kalmış... Oysa oraya tahsis edilecek para ile güneydoğıuda savaşan askerlerimize, polislerimize çelik yelekler alınmaz mıydı?  Bunun yanı sıra Maliye Bakanlığı'nın memura verdiği zammı düşünün, bir de köşke verdiğine...

Ne yazık ki, Atatürk'ün Türk milletine bıraktığı Köşk de cömertçe yapılan, gereksiz harcamalara sahne oluyor. Nedense orasının tarihi bir yapı olduğu düşünülmüyor. Sizin de belirttiğiniz gibi först leydilerin (!) keyfine göre döşeniyor. Sesli düşünerek, bundan sonra çadır kültüründen gelen bir cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiş olsa bu kez Köşk çadıra şeklinde mi tefriş edilecek? Aslında meşhur ve herkesin bildiği bir söz vardır; güleriz ağlanacak halimize...

Erdem Yücel