20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Safa Giray ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı

İSMAİL SAFA GİRAY

Meslektaşımız, ağabeyimiz Safa Giray da Rahmet-i Rahman’a kavuştu. 20 Haziran 2011’de, Ankara’da vefat etti, 2 gün sonra Kocatepe Camiinde kılınan namazın ardından Gölbaşı Mezarlığında defnedildi. Safa Giray 1931 İzmir doğumludur. Atalarının Kazan Tatar Türklerinden olduğunu zannediyorum. 16. Yüzyılda yaşamış Kazan hanlarından Safa Giray Han’la adaştır. Babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini Aydın, İstanbul, Ankara, Çankırı, Erzurum’da yaptı, Adana Lisesinden 1949’da mezun oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Fakültesini 1954 yılında bitirdi. (54’lü İnşaatçıların İTÜ tarihinde ayrı bir yeri vardır. Türk inşaat sektörünün yüz akı, değerli ağabeyimiz Şarık Tara da 54’lüdür. Selâhattin Babüroğlu, Prof. Semih Tezcan, Prof. Şenol Utku, Doğan Şahin, Şevket Özbilen, Erdoğan Bilal, Rafet Güney, Güngör Başol, Suphi Vaizoğlu, … her biri kendi alanlarında bu ülkeye hizmet etmiş İnşaat Fakültesi 54 mezunlarındandır). Safa Giray, 1954 – 68 arasında Ankara Elektrik İşleri Etüt İdaresinde Turgut Özal’la birlikte çalıştı. 1.5 yıl kaldığı Amerika’da hidroelektrik enerji kaynakları konusunda ihtisas yaptı.

1983 ANAP iktidarı döneminde İstanbul Milletvekili ve Bayındırlık ve İskân Bakanı oldu. 1995’e kadar 4 kez milletvekili seçildi. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’ndan sonra Milli Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarında bulundu. Onun en başarılı dönemi Bayındırlık ve İskân Bakanlığı dönemidir. Ne var ki daha sonraki Süleyman Demirel iktidarı, bu dürüst adamı Yüce Divan’a sevk etti. Dava gerekçesi, karayolları müteahhitlerine, sözleşme hilafına da olsa, zorunluluktan doğan fiyat farklarının ödenmesi idi. Ben o zaman emekli idim. Buna karşın ‘’Sayın Bakanım, dürüstlüğünüze biz Bayındırlıkçıklar kefiliz’’ mealinde bir telgraf çektiğimi anımsıyorum. Mahkemede aklandı ama Demirel’in bu hareketi o kadar ağırına gitti ki ‘’Artık sana ağabeyim demeyeceğim’’ dedi.

Bu söz sizler için bir şey ifade etmeyebilir. Ama İTÜ’lüler için derin anlamı olan bir sözdür. Bir zamanlar İTÜ’nün diğer üniversitelere nazaran bazı ayrıcalıkları vardı. Bir kere lisedeki en başarılı öğrenciler, birinci olarak İTÜ’nün, ikinci olarak Çapa Tıp Fakültesinin giriş sınavlarını tercih ederlerdi. (O zaman sınavlar ayrı ayrı yapılırdı). Çünkü o zamanlar İTÜ ve Tıp Fakülteleri, bir de Güzel Sanatlar Akademisi 50’şer, 60’ar öğrenci alırken Hukuk, İktisat, Edebiyat Fakülteleri 1000’er öğrenci alırdı.

İTÜ’lü olmak, yakaya arı rozetini takmak bir ayrıcalıktı. Şimdiki durum nasıldır, bilemem; ama İTÜ’de eski Mühendis Mektebi’nden beri devam eden bir gelenek vardı. Bir üst sınıftan mezun mühendise ‘Ağabey’ denir, onun önünden bile yürünmezdi. Siz bir makam sahibi olsanız bile odanıza giren daha alt kademedeki bir ağabey mühendise ayağa kalkardınız. Örneğin Karayolları Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu ağabeyimiz, Bakan Safa Giray’ın makam odasına girince Safa Bey hemen ayağa kalkardı. Bu nedenledir ki Safa Beyin Demirel’i ağabeylikten reddetmesi, olayın ne kadar ağırına gittiğini ifade ediyor.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANLIĞI

Efendim bendeniz Mülga Nafıa Nezareti Müdir-i Umumilerindendim. Bu Osmanlıca cümleyi artık bizlerin çok çok eskilerde kaldığımızı vurgulamak amacıyla kullanıyorum. Osmanlıcayı öğrenmek zahmetine katlanamayan gençler için bu sözün yeni Türkçesini yazayım. Ben, kurulacak son hükümette kaldırılacak olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Genel Müdürlerindendim. Ağabeyim Safa Beyle olan iş ilişkim ve dostluğum İstanbul’da Bayındırlık Müdürü iken başladı, Ankara’da Yapı İşleri Genel Müdürlüğümle devam etti. O başka bakanlığa geçince, ben de emekliliğimi istedim ve mesleğime özel sektörde devam ettim. Bunları yazmamın nedeni ‘’eskiye rağbet oluşturup bitpazarına nur yağdırmak’’ değil. Sadece Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın bu vatana yaptığı hizmetleri yâd etmek istiyorum.

Bakanlığa bağlı olarak çalışan, Karayolları, Devlet Su İşleri, Demiryolları, Limanlar, Havaalanları ve Akaryakıt Tesisleri (DLH) inşaatları, Afet İşleri, Yapı ve İmar İşleri, Teknik Araştırma Genel Müdürlükleri, Yüksek Fen ve Bayındırlık Kurulları ve daha birçok hizmet birimleri vardı. Bakanlıktan ilk ayrılık Devlet Su İşleri ile başladı. Arkadan DLH ayrıldı.

Şimdi de öğreniyoruz ki Bakanlık tümüyle kaldırılıyor, tarihe karışıyormuş. Yani Nasrettin Hoca’nın hesabıyla leyleğin evvela gagasını, sonra ayaklarını kestiler ve kuşa benzettiler. Ama kuşun kanatlarını da kesince, kuş artık uçamaz duruma geldi. Uçamayan kuşu ne yapalım; iyisi mi öldür gitsin.

Bakanlık devlet tesis ve yapılarını nasıl gerçekleştiriyordu? Bütçede her bir bakanlık yatırımları için ayrılmış ödenek, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına devrediliyor, Bakanlık da diğer bakanlıklar adına yatırımları gerçekleştiriyordu. Bu işlem, diğer bakanlıkların hiç de hoşuna gitmiyordu. Daha doğrusu işlerine gelmiyordu. Her bir bakanlık, kendi ihalelerini kendileri yapmak, yatırımlarını kendileri gerçekleştirmek istiyordu. Tamam da, bu yatırımları gerçekleştirecek teknik örgüt ve yılların birikimiyle uzmanlaşmış teknik elemanlar topluluğu sadece Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın elindeydi. Her bir bakanlık, zaman içinde yeni kadrolar alarak kendi bünyeleri içinde ve ayrı ayrı mimarlık ve inşaat büroları kurmaya ve yeni Daire Başkanlıkları ihdas etmeye, başlarına buyruk olmaya başladılar.

Mimarlık alanında, artık mimar ve mühendis olmadıkları gibi, mimarlığın dünyadaki gelişiminden haberdar olmayan amirler, mimarlık stillerine müdahale edebiliyor, emirlerindeki kapı kulu mimarlara hayallerini dikte ettirebiliyorlardı. Türk mimarlık ve inşaat politikasında görülen yozlaşma, işte böyle çok başlılık ve muhafazakâr eğilimlerle başlamış oldu.

Artık uçamayan kuşu daha da fazla yaşatmanın anlamı kalmamıştı. Merhumu nasıl bilirdiniz? İyi bilirdik diyelim ve gömelim gitsin.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 25 Haziran 2011 Cumartesi 15:16:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?