18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Sivil Mimarî

Sivil mimarî ve sivil mimarlık, mimarlık câmiasında kullanılan, ama anlamı herkesçe çok fazla bilinmeyen bir terim. Sözlük anlamı ile ‘’sivil’’, dilimize batı dillerinden girmiş, yerleşmiş ve benimsenmiş. Lâtince ‘’civis’’, Fransızca ve İngilizce ‘’civil’’, dilimizde ‘’asker olmayan kişi’’ ve ‘’kıyafet’’, bir de ‘’çıplak’’ anlamlarında kullanılagelmiş. Ne var ki batı dillerinde bu anlamlar dışında, ‘’uygar (medenî)’’ ve ‘’devlete ait’’ anlamlarını da içeriyor. Mimarlık literatürümüz, devlete ait ve uygar deyimlerinden hareketle ‘’sivil mimarî’’ deyiminde karar kılmış. Bir bakıma bu sözcükten kamu için gereken yapılar anlamını da çıkarabiliriz.Bizdeki ‘’inşaat mühendisi’’ deyiminin İngilizcede ‘’civilengineer’’ olduğunu da anımsayalım. Bu arada ‘’mimarlık’’ deyimi ile ‘’mimarî’’ deyimi arasında, yeni Türkçemizin kazandırdığı nüans farkına da dikkat etmek gerekir. Mimarlık bir meslek ve uğraşı dalı, mimarî ise yapının üslûbunu belirler. Mesleğiniz nedir sorusuna mimarî diyemezsiniz, mimarlık yanıtını verirsiniz.

Mimarlık mesleğinde mimarî konular, işlevlerine (fonksiyonlarına) göre çeşitlilik arz eder.

Konut mimarîsi: İnsanlığın mimarlıkla tanışması, barınma içgüdüsü ile başladı dersek fazla bir abartı yapmış olmayız. Konut mimarîsi, insanın gelişengereksinimleri (ihtiyaçları) paralelinde oluşmuş ve kültür düzeyi yükseldikçe yaşanan mekânda estetik kaygılar, işlevle beraber önem kazanmıştır. Evler, toplu konutlar, villâlar, köşkler, apartman ve özellikli konutlar, yâni son günlerde Türkçemizde yer alan rezidanslar (residence), bu kapsama giren yapılardır.

Dînî mimarî: İnsanlık tarihi boyunca, ilk çağlardan bu günlere kadar gelen, Tanrıya toplu yakarışların, dînî ritüel ve törenlerin uygulandığı mekânlar; sunaklar, tapınaklar, pagodalar, sinagoglar, kiliseler ve camiler, dînî mimarî yapılarını oluşturmuştur.

Konut mimarîsi ve dini mimarî eserleri, sivil mimarî kapsamı dışında kalan yapılardır.

Sivil mimarî: Kamuya ve sosyal etkinliklere hizmet eden mimarlık eserleri, sivil mimarî kapsamına giren yapılardır. Şimdi sivil mimarlık yapılarını gruplara ayırarak sıralayalım:

Siyasî yapılar: Saray ve kasırlar, meclis, bakanlık binaları, hükümet konakları, belediye binaları, adalet sarayları, ceza evleri, kışlalar, elçilik kançılarya ve rezidansları, resmî lojmanlar,...

Üretim ve ticaret yapıları: Fabrikalar, atölyeler, bürolar, mağazalar, çarşılar, fuarlar,...

Eğitim yapıları: İlk ve orta dereceli okullar, liseler, yüksekokul ve üniversiteler, enstitü ve laboratuvarlar, dershaneler, eğitici spor alanları, …

Turizm yapıları: Oteller, pansiyonlar, restoran ve kafeler, plaj ve gazinolar, ...

Sağlık yapıları: Hastane ve klinikler, dispanserler, huzur evleri, spor salonları, yüzme havuzları, …

Kültür yapıları: Müzeler, kütüphaneler, kültür merkezleri (toplantı, konferans, seminer, sergi salonları, sanat atölyeleri), tiyatro, opera, sinema salonları, sergi evleri, kulüpler, statlar, …

Bu ve benzeri yapıların her biri sivil mimari eseri yapılardır.

***

İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘’pây-ı tahtı’’ (hükümdarın ülkeyi yönettiği kent), Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük metropôlü olarak sivil mimarî eserleri ile de temâyüz etmiş (üstünlük elde etmiş) kentimizdir. Osmanlı döneminin en büyük ve muhteşem sivil mimarî örneği, Topkapı Sarayı’dır. Bu saray, bünyesinde çeşitli dönem üslûplarını barındırmasına, her sultanın döneminde yeni eklentiler yapmasına karşın bütünlük arz edebilen, dünyanın en ilginç saraylarından biri olabilmiştir.

Saray arazisi içinde yer alan Çinili Köşk, Fatih dönemi çizgileri ile ilginç bir sivil mimari örneğidir. Kezâ, Osmanlı’nın sıbyan mektepleri, medreseler, dâr’üş-şifa ve bîmarhaneler, imaret ve tabhaneler, hanlar ve hamamlar, çeşmeler, önemli sivil mimari örneklerini oluştururlar.

Saraylar, XIX. yüzyılda Dolmabahçe, Beylerbeyi, Çırağan sarayları, Küçüksu, Ihlamur, Beykoz kasırları ve sultan sarayı yalı ve köşkleri ile devam etmiştir. Yine neo-klâsik üslûpta inşâ edilen Beşiktaş, Akaretler Sıra Evleri’ni de kamuya verdiği hizmet dolayısıyla sivil mimarî örneği olarak niteleyebiliriz.Topkapı Sarayı, Bab-ı Humayun meydanında bulunan III. Ahmed Çeşmesi, rokoko üslûbu içeren geniş saçakları altında dört yönlü çeşmeleri ve sebilleri ile Osmanlı uygarlığını sergilemektedir. İç Bedesten ve Sandal Bedesteni ile bütünleşmiş Kapalıçarşı, Osmanlı’nın ticarî etkinliğini günümüzde de devam ettiren bir sivil mimarî örneğidir. Padişah dışında, sadrazam ve vezirlerin iş yerleri, kendi ikamet ettikleri konaklardı. Bu nedenle konak yapılarını da birer sivil mimarlık örneği olarak niteleyebiliriz. Tanzimat’la gelen Bâb-ı Âli, Osmanlı’nın yönetim merkezi olan bina, orta blok kısmı yangınla ortadan kalksa da iki yan blokla, günümüzde de İstanbul Valiliği olarak görevine devam etmektedir.

XX. yüzyıl başlarında, 1900’lü yıllarda,Türkçülük akımlarına paralel olarak gelişen ve Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi olarak adlandırılan, Osmanlı’nın dînî ve anıtsal eserlerini, sivil mimarlık yapılarında da uygulayan Mimar Kemalettin Bey, 1., 2., 3., 4., 5. Vakıf Hanları, ilk ve orta dereceli okulları ve‘’Türk Baroku’’ denemesi Lâleli Harikzedegân Apartmanları ile Mimar Vedat Bey, Bahçekapı’daki Posta Telgraf Nezareti (PTT) ile, Mimar Ali Talât Bey, vapur iskeleleri ile bu yeni ekolün temsilcisi oldular.

Batı etkili oryantal üslûp projeleri tercih eden Mimar Vallaury’nin Arkeoloji Müzesi, Cağaloğlu Düyun-u Umumiye (İstanbul Erkek Lisesi), Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhane (Marmara Üniversitesi) binaları, Tepebaşı Pera PalasOteli ve Mimar Hovsep Aznavur’un Sirkeci, Sansaryan Hanı (eski Emniyet Müdürlüğü), Cibali Tütün Fabrikası (Kadir Has Üniversitesi), Beyoğlu Tokatlıyan Oteli ve Mimar Fossati’nin Bâb-Âli, Sultanahmet Adliye binası (yandı) ve de Jachmund’un Sirkeci Garı, İstanbul’un önemli sivil mimari eserleri olmuşlardır. Kezâ, Otto Richter ve Helmuth Cuno‘nun Haydarpaşa Garı, yurdumuza yabancı Alman üslûbunu içerse da halkımız tarafından benimsenen önemli bir yapı olmuştur.

***

Bu dönem binalarında uygulanan inşâ sistemlerini, genel bir bakışla, kâgir, yarım kâgir ve ahşap karkas yapı şeklinde sınıflandırabiliriz. Osmanlı sivil mimari eserlerinde taşıyıcı duvarlar, horasan harç kullanılarak tabii taş, genellikle küfeki ve tuğla ara hatıllı, çatı örtüleri, tuğla örgülü kubbe veya tonoz sistemde inşa edilmiştir. Döşemeler lökün derzli mermer veya tuğla üzerine hasır ve halı serilerek oluşturulmuştur. Topkapı Sarayı yapıları da aynı sistemlerde inşa edilmiş, küçük köşk ve kasırlarda ahşap karkas sistem tercih edilmiştir.

XIX. yüzyıl kâgir binalarında beden duvarları yığma taş veya tuğla olup, kat döşemeleri volta tabir edilen, 50-70 santim aralıklarla dizilmiş demir putrellerin aralarının tonozşeklinde tuğla örgülü sistemde inşa edilmiş yapılardır. XX. yüzyıl başı kâgir binaları (Mimar Kemalettin ve Vedat Beylerin binaları) tabii taş duvarlar üzerinde betonarme kiriş ve döşeme, kısmen de betonarme karkas sistemde inşa edilmiş yapılardır.

Yarım kâgir binalar, yine yığma taş veya tuğla duvarlı olup, kat araları ve tavanlar ahşap kirişler üzerine ahşap kaplamalı yapılardır. Okullarda, kışlalarda, karakollarda ve devlet dairelerinde ve diğer ikinci sınıf yapılarda çok kullanılmıştır.

Ahşap binalar, ahşap dikme, yastık ve payandalı karkas sistemde olup, dış duvarları genelde ahşap kaplama, iç duvarları bağdadi tabir edilen, ahşap çıtalar üzerine kıtık-kum-kireç veya alçı sıva, tavan ve ara katlar ahşap kirişli ve ahşap kaplamalı yapılardır. Ahşabın kolay işlenmesi ve sağlıklı bir ortam yaratması nedeniyle köşk ve kasırlarda çok sık kullanılmış, saçak ve balkon çıkmalarında oya gibi işlenmiş motifler binalara ayrı bir özellik ve güzellik katmıştır.

***

Cumhuriyet döneminde Ankara’nın başkent olmasıyla İstanbul, ilk dönemlerde ihmal edilmişse de daha sonra kültürü, konumu, doğal güzellikleri, turistik ve ticari özellikleriyle yeniden değer kazanmış, sivil mimari eserleri ile yepyeni bir çehreye sahip olmuştur.

1930’lu yılların modern-kübik üslup yapılarından, Mimar Arif Hikmet Holtay’ın Beyazıt, İstanbul Üniversitesi bahçesinde yaptığı ‘’Gözlemevi’’ kayda değer bir eser olmuştur. Mimar Rebii Gorbon’un Karaköy Denizyolları Yolcu Salonu, Mimar Rükneddin Güney’in Taksim Belediye Gazinosu ve Kadıköy Halkevi, Mimar Seyfi Arkan’ın Florya Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkü gibi eserler de modern-kübizm akımını devam ettiren sivil mimarî örnekleridir.

1940’lı yıllarda başlayan İkinci Ulusal Mimarlık Dönemi, Birinci Ulusal Mimarlık dönemine ilham veren, Osmanlı dînî mimarî üslûbunun sivil mimarî eserlerine de uygulanması yerine, kubbe ve kemerlerin yer almadığı, geniş saçaklı ve dikdörtgen pencere ve açıklıkları içeren, daha ziyade konak ve hanaylarda uygulanmışTürk sivil mimarîsini örnek almayı benimsedi. Ne var ki genellikle ahşap yapı sisteminde inşa edilmiş olan eski yapılar, yeni yapılarda kâgir ve taş malzeme kullanılarak uygulandı. Sedat Hakkı Eldem ve Emin Onat eseri Beyazıt Fen ve Edebiyat Fakülteleri, bu fikirlerle geliştirilen ve inşa edilen bir proje oldu. Ancak iki mimarın devlet eliyle zoraki evliliğinden doğan bu çocuk, büyük bir başarı örneği olamadı. Nitekim Sedat Hakkı Eldem de bu dönem mimarisini, istihfafla ‘’Taş Devri’’ olarak nitelendirmiştir. Aynı mimarlar, bir süre sonra bu kez modern mimarlığın etkisinde kalarak Sultanahmet Adliye Sarayını yapacaklardır.

1950’li yıllarda, İstanbul Hilton Oteli, Amerika’nın modern mimarlık yapılarının Türkiye’deki ilk örneği ve İstanbulluda Amerikan hayranlığını başlatanilk yapı olmuştur. İşlev şeması, prizmatik kitlesi, bol cam yüzeyleri ile öne çıkan bu mimarîyi İstanbullu çabuk benimsemiş, şehirde kısa zamanda birçok Hilton taklidi yapılar yükselivermiştir. Bu arada, Nevzat Erol’un İstanbul Belediye Sarayı binasını anımsamadan geçemeyeceğim. Dönemin ticari sivil mimarî örneği olan, Unkapanı-Saraçhane arasındaki Doğan Tekeli-Sami Sisa- Metin Hepgüler üçlüsünün projelendirdiği Manifaturacılar Çarşısını, Süleymaniye Camiini kapatmayan konumu ve gabarisi ile mimarinin şehircilik ilkelerini ön plana alan bir aşama olarak kabul etmek gerekir.

1960’lı yılların ilginç yapısı, Mimar Hayati Tabanlıoğlu yönetiminde Bayındırlık Bakanlığı proje bürosu tarafından yapılan Taksim Atatürk Kültür Merkezi olmuştur. Bu bina her şeyden evvel, başıboş meydanı sınırlandıran bir yapı olmuştur. Saydam cam cephesiyle modern mimarî ilkelerini sonuna kadar kullanan bu yapı, Türk modern mimarlığının simgesi olmasına karşın, ne hikmetse birçok çevrelerce benimsenememiştir.

1970’li yıllarda Sedat Hakkı Eldem, Unkapanı Sosyal Sigortalar Kurumu binasında, her katta artan konsollar ve dikdörtgen pencere orantıları ile İkinci Ulusal Mimarlık Döneminde uyguladığı geleneksel sivil mimarimizi, modern mimari ilkeleri ile bağdaştırabilmiştir ki bu, salt modern mimarlık akımını yaşayan Türkiye için başarılı bir aşamadır.

***

Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri, İstanbul yerleşik düzeninin, bütünüyle değişimine neden olmuştur. Kentin Marmara sahilleri boyunca gelişimi, Boğaziçi’nin düşük yoğunlukta ve yeşil ağırlıkta kalması, kuzey yönü ormanlarının akciğer görevini üstlenmesi, artık sadece birer hayaldir ve tarihî anı olarak kalacaktır. Üçüncü köprünün de inşa edilmesinden sonra Yeni İstanbul, Marmara’dan Karadeniz’e kadar, Anadolu-Kocaeli ve Rumeli-Paşaeli Yarımadalarının tümünü kaplayan bir mega-kent olacaktır. Köprübaşlarının ticari etkinliklere açılarak yoğunlaşması, önlenemez bir şehircilik kuralıdır. Keza köprülere giden yollar da aynı yoğunluktan nasiplerini alacaklardır. Bu oluşumu imar planları ile kısıtlayamazsınız. Nitekim bu gibi bölgeler, modern alış-veriş ve iş merkezleriyle, betonarme-çelik-cam’dan oluşan yapılarıyla, yoğun gökdelenler meşheri durumuna geldikleri gibi şehri daha da kuzeye doğru geliştirecek, Karadeniz’e ulaştıracak ve son yüzyılın dünya çapında ultra-modern mega-kenti oluşacaktır.

Diğer bir konu, dış ülkelerde yapılanyeni yapıların, uluslararası-çağdaş mimarî ilkeleri içerdikleri hâlde, dikkatli bir gözün, örneğin İspanyol, İtalyan, Alman, İngiliz yapılarını birbirinden ayırt edebilmesidir. Binalar, küçük nüans farklarıyla da olsa, inşa edildiği ülkenin ve ulusun geleneksel özelliklerinibize hissettirebiliyor. Peki, biz bunu niçin başaramıyoruz? Geçmiş mimarlık eserlerine özlem ve hayranlık duyuyoruz ama çağdaş mimarîyi çevre bilinci ile yorumlamakta zorlanıyoruz da ondan. Günümüz çağdaş inşaat yöntemleri ve yapı malzemeleri, mimarları eskiye nazaran daha özgür kılmakta, hayallerini canlandırmaya daha fazla olanak tanımaktadır. Ne var ki burada önemli olan, çevre koşullarını ve ulusal kültür değerlerini çağdaş binaya aksettirebilmektir. Ama bunu başarabilmek kolay değildir.

Hükümetin son yıllarda resmî bina projelerinde mimarlara dayattığı şekilde Selçuk veya Osmanlı mimarîlerini şekil olarak örnek almak, taklit etmek, çağdaş Türk mimarîsine hiçbir şey kazandırmayacak, aksine gelecek dönemin mimarlık tarihçilerine alay konusu olacaktır.

yerguvenc@gmail.com 
 

Yayın Tarihi : 8 Mayıs 2012 Salı 16:35:31
Güncelleme :8 Mayıs 2012 Salı 16:57:26


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?