24
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Siyasi Parti İlkeleri Mimariye Yansıyor (I)

Geçtiğimiz sıcak yaz günlerinde yazılarıma epey süre ara verdim. Tatil süresince, maddî çıkar gözetmeden ve de amatör bir ruhla yazdığım yazılarımda kendimi minnetsiz ve bağımsız hissetsem de beni izleyen okurlarıma karşı sorumluluk duygusuna kapılmadım da diyemem.

Esasen, mimari ve sanat ağırlıklı olmasına gayret ettiğim yazılarıma devam etseydim, son günlerde yaşanan siyasi toz – duman içinde yazılarım, pamuk atan hallacın yellenme sesi gibi gürültüye gidebilirdi.

Referandum nedeniyle günlük yaşamımız siyasetle o kadar haşır neşir olur hâle geldi ki kültür ve sanat dünyamız bile ister istemez kendini siyasetin içinde buldu. Uzun lâfın kısası, siyasetle yatar, siyasetle kalkar olduk. Yabancı bir gözlemci, her gün gazete ve televizyonlarda boy gösteren ve bağırıp çağıran, hırçın politikacılara her halde bir anlam veremezdi. Ne var ki kamuoyunu esir alan bu ‘evet – hayır’ yarışmasının sonucu, her seçimde olduğu gibi ‘muhafazakâr sağ’dan vazgeçemeyen Orta Anadolu ve İstanbul varoşlarının galibiyeti ile sona erdi. Bu sonuçlar, Türkiye’nin makûs talihine daha uzun yıllar hükmedeceğe benzer.

Her ne hâl ise, biz konumuza dönelim: Siyasi partilerin ilkeleri mimariye nasıl yansır acaba? Bu yazıda ve devamında siyasi partilerin son yıllarda büyük meblâğlar harcayarak inşa ettirdikleri genel merkez saraylarının ve de iktidar partisinin yurt yüzeyinde inşa ettirdiği resmî ve umumi binaların mimari üslûplarına şöyle alıcı bir gözle bakacağız. Partilerin modernlik veya muhafazakârlık, gelenekçilik anlayışlarına göre aralarındaki inanç ve görüş farklarının, binaların mimari üslûplarına yansıdığını izlemek umarım ki sizleri şaşırtmayacaktır.

Şu var ki belirli inanç ve umdelerin mimariye yansıtılması bize özel bir durum değil. Tarih boyunca mimarlık sanatı, totaliter yönetimler tarafından birer güç simgesi olarak kullanılagelmiştir. Ta Roma İmparatorluğundan başlayın, Papalık makamı, Rönesans dönemi burjuvaları ve daha birçok erk sahibi iktidar, kuvvet ve kudretlerini mimarlık ve diğer güzel sanatlar aracılığı ile göstermek istemişlerdir. Bu bir bakıma hayırlı olmuş, birçok sanatçı en güzel eserlerini bu vesile ile yaratabilmiştir. Çünkü her şeyde olduğu gibi maddi varlık ve talep olmadan mimarlık ve diğer güzel sanatlar gelişme olanağı bulamazlar. Ancak bu söz bizi yanıltmasın. Her zaman mimariyi kendi amaç ve ideolojileri doğrultusunda kötüye kullananlar olmuştur. XX. yüzyılda, Sovyet Rusya’da Stalin, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, totaliter yönetimlerinde, erklerini hissettiren ama bireylerin kendilerini önemsiz ve nokta gibi hissettikleri devasa anıt yapılar inşa etmişlerdir. Bu gün hiçbir mimarlık tarihçisi bu anıt yapılardan sitayişle bahsetmiyor.

Günümüzde geri kalmış ülkeler ve de demokrat geçinen ama bir türlü demokrat olamayan ülkeler, aynı yoldan giderek sanatı ve özellikle mimarlığı kendi dikta ve ideolojileri paralelinde kullanma yolunu seçmekte ısrarcı olmaktadırlar. Üzgünüm ki yurdumuz da bu kategorinin içinde yer almaktadır. İster sol, ister sağ olsun, tutuculuktan kendini kurtarabilmiş partilerin genel merkez yapılarında çağdaş eserlere rastlanabildiği gibi, yine ister sol, ister sağ olsun konulara gelenekçilik ve din açısından bakan parti yapılarında eski mimarinin özlemi ile moderni birleştirme çabasında olan başarısız yapılara rastlayabiliyoruz.

Sanatı ve mimari eserleri kendi politik ilkeleri paralelinde kullanma olayına, demokrasiyi içlerine sindirmiş ülkelerde, örneğin ABD’de ve AB ülkelerinde rastlanmıyor. Bu gibi ülkelerde mimarlık ve sanat, kendi özgür ve doğal mecrası içinde ilerliyor. Geçmiş dönem mimarlıkları da titizlikle korunuyor. Ancak gotik mimari gotik dönemde, barok mimari barok dönemde, klasik mimari klasik dönemde, modern mimari modern dönemde, postmodern mimari postmodern dönemde kalıyor; çağımızda bunların taklitleri yapılmıyor ve çağdaş mimari uygulanıyor.

Bize gelince: Gelenekselcilerimiz bir türlü geçmiş mimari dönemlerin etkilerinden kendilerini kurtaramıyor, çağdaş mimariye iltifat etmiyorlar. Selçuklu mimarisinin Selçuklu döneminde, Osmanlı mimarisinin Osmanlı döneminde kalmasına bir türlü gönülleri razı olmuyor. Hâlbuki Osmanlı, Selçuklu mimarisini Selçuklu döneminde bırakmış, kendi döneminde yeni ufuklara yelken açmıştı. Bu mantıkla Osmanlı’yı bu günkü bizden çok daha ilerici sayabiliriz.

Bütün bu söylediklerim eskiyi eskide bırakmak anlamına gelmiyor. Çağdaş kültür ve sanat, geçmiş değerlerin birikimi ile bu günün kültür ve sanatını yaratabilmektir. Yoksa bir kubbeyi, bir kemeri günümüzde tekrarlamak kültür birikimi ile ilgili olmayıp basit ve anlamsız bir şekilcilikten başka bir şey değildir. Keza yeni yapım teknolojisini uygularken eski teknolojinin kalıpları içinde kalmak, klâsik üslûbu acemice taklit etmek çağdaşlık değildir.

Son günlerin aktüel mimarlık olayı, ülkemizin modern mimarlık döneminde inşa edilen ve başarılı bir modern mimarlık örneği olan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkımı için çevrilen dolaplardır. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti organizasyonu başkanı bunu ağzı ile itiraf etmiştir. Bütün bu çabaların amacı, Türk modern mimarlık tarihine mal olmuş, modern üslûptaki bu binayı yıkıp, yerine Selçuk ve Osmanlı’ya ve de eski dini mimariye özenen, ama hiçbir kültür birikimi içermeyen şekilci, yoz ve ‘kitsch’ bir binayı Taksim’in göbeğine oturtmaktır.

Yazının bundan sonraki devamında parti genel merkez binalarından somut örnekler vereceğim. Keza bazı devlet yapılarındaki başarılı yapılar yanında eskiye özenen bazı kötü uygulamaları da fotoğraflarla anlatmaya çalışacağım.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 14 Eylül 2010 Salı 12:18:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
teoman törün IP: 88.241.189.xxx Tarih : 14.09.2010 18:15:30

Evvelâ köşene yeniden hoş geldin. Gerçekden referandum toz dumanı içinde başını dinlemene çok isabet etmişsin ama asla yazılarını hallaç rahatlamasına benzetme. Ve şimdi ele aldığın konu (politico-architecture) fevklâde önemli. Devamını heyecanla bekleyeceğiz.