16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Son Yüzyılın Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (I)

Mimarlık konularındaki yazılarım, mimar olmayan, ancak mimarlık sanatına ilgi duyan okurları bilgilendirmek ve bu sanatı sevdirmek amacını güdüyor. Aslında kentler ve kentleri oluşturan yapılar, insanların içli dışlı oldukları ve 24 saat yaşadıkları mekânlar. Gelişmiş ülkelerde kentli olmak, adeta modern yaşamın bir asalet unvanı. Bu nedenle olsa gerek, Avrupa’nın, özellikle Amerika’nın önemli gazetelerinde resim, heykel, tiyatro, müzik eleştirileri gibi, mimarlık eleştirileri de yapan yazar kadroları vardır. Son yıllarda bizde de kent sorunları ve yapılaşmaya olan ilginin önemli ölçüde uyandığını gözlüyoruz.

Mimarlığı, insanın barınma ve diğer yaşamsal işlevlerini karşılayan yapı sanatı şeklinde tarif, bir bakıma işi yalına indirgemek oluyor. Mimarlık, bu ana işlevleri yanında, iç ve dış mekânlarda düzenlediği görsel imgelerle estetik değerler oluşturabildiği oranda bir güzel sanat oluyor. Bu sanat da, diğer güzel sanatlarda olduğu gibi, çağın teknolojik olanakları ve kültür birikimleri ile beraber, devletin, dolayısı ile toplumun ekonomik düzeyi ve politik rejiminden etkilenerek oluşuyor. Kısaca mimarlık, toplumun aynası oluyor.

İnsanlık, mimarlık alanında ilk çağlardan başlayarak günümüze kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Yani geçmişin mimarlık yapıtları, insanlık tarihinin yansıması olmuştur. Bakın, mimarlık ne evlerden geçerek günümüze kadar gelmiş, başlıklar halinde hatırlayalım:

*İlk mimarlık (Mağaralardan köylere yerleşim. Yoğunluk artışı sonucu kentleşme)

*Mısır – Mezopotamya – Hitit (Geometrik düzenli ve kalıcı bir mimarlık)

*Küçük Asya’da İon, Ege’de Grek (Geometrik düzenle beraber orantı mimarlığı)

*Uzak Doğu (Mistik yaşama ve derin felsefeye paralel şaheserler)

*Pers – Horasan (İleri tuğla ve çini işçiliği, soğan kubbeler)

*Roma (İmparatorluğun yapıtlara yansıyan haşmeti + Kemer ve kubbeye geçiş)

*Bizans (Hıristiyanlığın etkisi ile yapıtlarda göksellik)

*Selçuklu (Horasan ve Anadolu mimarilerinin başarılı bileşimi)

*Osmanlı (Kemer – kubbe – minare oranları ile yakalanan klasik mimari)

*Romanesk (Din baskısındaki karanlık orta çağın masif mimarisi)

*Gotik (Kelime anlamının aksine, taşın inceliğine ve ışığın zarafetine ulaşım)

*Rönesans (Hümanist düşünce paralelinde eski kültür değerlerini kullanan maniyerist ve zengin mimari)

*Barok (Duygusal dalgalanmalar)

*Rokoko – Ampir (Aşırı süslemecilik)

*Eklektisizm (Dünyanın başka değerlerinden seçmecilik)

*Ar Nuvo (Sanayi devrimi malzemeleri ile zengin bitkisel motiflerin işlenişi)

*Neo Klâsizm (Pragmatizmle kazanılan ciddiyet)

*Yararcılık (Süslemeden arınma + İşlevin önem kazanması)

*Modernizm (İşlev ve taşıyıcı sistemde dışa vurum + Modern yaşama uyum + Yalınlık)

*Post Modernizm (Tarihsel mimarlık birikimlerinin yeni anlayışla kullanılması)

*Dekonstrüktivizm (Çevre ve geçmişi önemsemeden teknolojik olanakların fantastik kullanımı)

Bu başlıklardan fazla anlam çıkaracağınızı zan etmiyorum. Ancak daha fazla ayrıntıya girmek, bu yazının amacını ve de hacmini aşar. Meraklı okur, bu başlıklar üzerinde derinleşmek isterse, her bir konu hakkında ciltlerle kitaba ulaşabilecektir.

Yazımızın konusu son yüzyıl olduğuna göre, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında oluşan yararcılık, daha sonraki modernizm, post modernizm ve dekonstrüktivizm üzerinde duracağım.

Tarih boyunca ressam, müzisyen gibi sanatçılar gibi mimarlar da aristokrat, burjuva ve ruhban sınıfının emrinde, onların ihtiyaç, heves ve de kaprislerine hizmet eden, lüks binalar inşa eden kişilerdi. Kişiliklerini ve saygınlıklarını, bu günün oda veya sendikası diyebileceğimiz ‘Operatif Mason’ gruplarında koruyabiliyorlardı. Sanayi devrimi ile kentlerde iş bulan köylüler, sanayi tesisleri etrafında yerleşmeye başladılar. Kentler büyük nüfus artışları yaşadı. Ucuz ve dayanıklı işçi siteleri, az alanda çok kişi barındırma esasına dayanan apartman blokları inşasına girişildi. Bu yapılar, hızlı inşa edilebilen, süslemelerden arındırılmış, sağlam ve kullanışlı planlar içeriyordu. Sağlıksız koşullarda yaşayan dar gelirlilere bir nebze olsun, köylerindeki pastoral havayı solumaları için kent parkları ve çocuk bahçeleri düzenlendi. Böylece mimarlar, kendilerini toplum hizmeti içinde buldular.

Sanayi devrimi ürünü, tren garları ve fuar yapıları mimarisi daha 19. yüzyılda başlamış ve 20. yüzyılda da devam etmiştir. Bu yapılarda demir konstrüksiyon (taşıyıcı sistem) ve cam, büyük ölçüde kâgir inşaatın yerini aldı.

Adolf Loos, 1908’de işlevi olmayan mimari süslemelerden ‘Cinayet’ diye bahsediyordu.

Peter Behrens’in 1908’de Berlin’de yaptığı AEG Türbin Fabrikası’ndaki üst düzey estetik içeren tasarımı, bir sanayi yapısında da mimarinin önemli bir yeri olduğunu göstermesi açısından ilginçtir. Bu yapıyı, Walter Gropius’un 1912’de projelendirdiği Adolf Meyer Fabrikası yönetim blokundaki, o zamana kadar yapılmamış geniş cam yüzeyler izledi.

Walter Gropius, 1919’da müdürü olduğu Weimar Sanat ve Zanaat Okulu ile Adolf Meyer’le beraber kurmuş olduğu Dessau’daki Bauhaus Mimarlık ve Güzel Sanatlar Okulu’nu birleştirdi. Bauhaus’un manifetosunda: ‘Geleceğin yapısı, yeni bir inancın kristal simgesi gibi, milyonlarca işçinin ellerinden gökyüzüne doğru yükselecektir.’ diyordu. Eski mimariye baş kaldırı ile dünyadaki işlevci - modern mimarlığın temeli işte bu okulda atıldı. 1926’da yerleştikleri yeni binalarında açtıkları ve 16 ilerici mimarın iştirak ettiği sergide tanıtılan projeler, uzun yıllar işçi konutu inşaatlarına rehber oldu. 1935’de ‘Tarihsel üslûpların yeniden üretimi için yeterince zaman harcadık. Strüktürel mantığın gerekleri olan açık ve seçik formlarla çağımız yaşamının somut ifadesini aradık.’ diyordu.

Mies van der Roche, 1924’de ‘Mimarlık, çağın mekâna döndürülmüş istencidir.’ diyordu. Roche, zamanın teknolojik olanakları ölçüsünde, ilk cam kuleleri gerçekleştiren mimardır. Bir çok modern yapıtları yanında 1951’de Chicago’da yaptığı ‘Göl Kıyısı İkiz Kuleleri’ ile modern gökdelenler devrimini yaratan büyük bir mimardır.

Bu Almanların Amerika’da ne işleri var diyebilirsiniz. Anlatayım. Şansölye Hitler’in Nazi Almanya’sı, mimarlığı insana ve insanlığa hizmet eden bir sanat şeklinde görmek yerine, insanı ezen oranlarda, devletin haşmet aracı olarak kullandı. Nazizm ve faşizm esasen bireye değer veren modern ve akılcı mimariye karşı idi. Militarist ve ırkçı rejim, Yahudi asıllı mimarlarla birlikte modern mimarları da Almanya’dan kovdu. İşte bu değerli mimarlar, Amerika’da çalışma olanağı buldular ve de Amerikan mimarisine çok büyük katkıda bulundular. Bauhaus mensubu Bruno Taut da Türkiye’ye geldi. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi binasının mimarıdır. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisindeki hocalığı ile de Türk mimarlığına çok büyük katkıda bulunmuştur. Ortaköy Emin Vâfi Korusu içindeki kendi evi de bir mimari değerdir. Atatürk’ün naaşını taşıyan katafalkı da o yapmıştır.

Le Corbusier, fikirlerini 1919’dan beri Paris’te yayınladığı ‘L’esprit Nouveau’ (Yeni Anlayış) dergisinde açıklayarak modern ve akılcı mimarinin temellerini attı. ‘Konut, içinde yaşamak için imal edilmiş bir makinedir.’ diyordu. Yine 1926’daki bir yazısında, yapım ilkelerini ‘Yapıyı zeminden ayırma, taşıyıcı sisteme uyması şart olmayan serbest plan, serbest cephe, iç mekânın doğal aydınlanması, çatı bahçesi yapılması’ gibi maddelerle ifade ediyordu. Mimar, bu fikirlerini 1922’de tasarladığı ‘3 Milyonluk Kent’, 1931 yapımı ‘Villa Savoye’ gibi projelerde uyguladı. Bu çalışmaları, 1955’te yaptığı Marsilya Apartmanları, muhtelif konutlar, resmî binalar, üniversite kampusleri takip etti. Yine 1955’te yaptığı Ronchamp Şapeli ile sanatının doruğuna çıktı.

20. yüzyılın önemli mimarlarından biri de Antoni Gaudi’dir. Gaudi, İspanya, Barselona’da işlev açısından modern mimari esaslarına uysa da, yerel geleneklerden esinlenen, kendine özgü bir mimari stil yarattı. Bu stilde belki de Barselona’nın dahil bulunduğu Katalonya’nın kendilerini İspanyol saymamaları, ayrılıkçılık ve bağımsızlık özleminin bir tezahürü, bilinç üstüne çıkmış olabilir. Her ne hal ise, Barselona’daki Casa Mila Apartmanı, hâlâ tamamlanmamış olan Sagra da Familia Katedrali, Guell Parkı yapıtları, bu gün de mutlaka görülmeye değer şaheserler arasındadır.

Mimarlık anlatılarına, bundan sonraki yazılarımla devam edeceğim.



Yayın Tarihi : 5 Şubat 2007 Pazartesi 18:45:18
Güncelleme :12 Şubat 2007 Pazartesi 13:11:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem YücelCemile Yücel IP: 195.174.33.xxx Tarih : 12.02.2007 22:37:28
Tarihi çağlar boyunca mimari üslupları, kavramları çok güzel ve yerinde sıralamışsınız. Bir çok mimarın dışında engin bir mimari tarihi bilginiz olduğu da yazılarınızdan açıkça görülüyor. Ancak üzülerek üzerinde durduğum ve zaman zaman da yazılarımda dile getirdiğim bir konuyu sizinle ve okuyucularla paylaşmak isterim. Sanırım yeri de geldi. Batıda ve Anadolu'da bütün bu mimari akımlar tarih boyunca yer yer uygulanmışken, 1950'li yıllardan sonra ortaya çıkan yap satçı müteahhitler ve konuyla uzaktan yakından ilgisiz yöneticiler mimari üslubumuzu bir anda yok ettiler. Bilinçsiz ve çikarcılıktan kaynaklanan girişimler sonunda bugün Türkiye'de bir yapı üslubundan söz edebilmek çok zor. Başka bir değişle Türkiyemiz kişiliksiz, yapılarla donatıldı. Bugün aynı üslup Edirne'de ne ise Kars'ta da aynen karşımısa çıkıyor. Bilmiyorum bugünkü mimari anarşı konusunda ne düşünüyorsunuz ? Bu konuyu başka bir yazınızda irdelerseniz sevinirim. Hoşça kalın, Erdem Yücel

Teoman Törün IP: 85.107.154.xxx Tarih : 6.02.2007 11:51:55
Sıralanan tüm mimarî akımların açıklamalarını ayrı ayı makalelerinde sayın yazardan bekliyoruz. Bu, Kenthaber gibi medyatik ufku çok geniş bir bilgi kaynağından güzelliğe ve bilgiye susamış kitlelere yapılacak, paha biçilmez değerde bir hizmet olacak.