23
Nisan
2024
Salı
ANASAYFA

Son Yüzyılın Türk Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (IV)


Ankara’nın önemli resmî yapıları, ‘Viyana Ekolü’ mensubu yabancı mimarlara, özellikle Clemens Holzmeister’e tevdi edildi. (Nedenlerini geçen yazımda anlatmaya çalışmıştım.) O dönemde, kalifiye inşaat elemanı yokluğu nedeniyle Alman ve Macar asıllı ‘baumeister’ (yapı teknisyeni) ve ustalar modern yapı tekniklerini bu yapılara uyguladılar.

Bu yeni mimari, süslemelerden ârî olarak düz çizgileri ile ortaya çıktı. Modern mimari gereği olarak saçaksız, düz çatı sistemi uygulanıyordu. Cephelerdeki doluluk ve boşluk oranları Orta Avrupa stilini çağrıştırıyorsa da Ankara’nın iklimine uygun ve modern mimarinin gerektirdiği sadelikte idi. Cephe duvarlarında genellikle, koyu pembe renkli ‘Ankara taşı’ kaplama kullanılıyor, bu uygulama ile yerellik vurgulanıyordu. Taş kaplanmayan cepheler, ‘terranova’, ‘edelputz’, ‘piyer artifisiyel’ denilen sıva harçları üzerine tarak veya murç vurulmuş pembe veya gri renkli mozaik sıvalarla kaplanıyordu. (Bu gün de yatay tarak vurulmuş sıvalara, artık yerleşmiş bir mimarlık terimi olarak ‘Ankara tarağı’ denmektedir.) (Tarak, murç, sıva veya taşın ön yüzünde pürtüklü doku oluşturan çelikten mamul taşçı aletleridir.) Pencereler ve giriş kapıları, aynı malzemeden söğelerle (plastr) çerçeveleniyor, ahşap doğrama detayları Alman normlarına göre şekilleniyordu. Bu binalar, aradan geçen 70–75 yıla rağmen bu gün de sağlamlıklarını muhafaza etmektedir. Ancak bitüm yalıtımlı düz çatılar, Ankara’nın değişken ısılı sert kara ikliminde, yağmur ve kar sızıntıları ile akmış, onarımlarda bu günün tekniği kullanılmak suretiyle ısı ve su yalıtımı ile veya kiremit kaplama çatı ve çinko dere yapılarak akıntıların önüne geçilebilmiştir.

Clemens Holzmeister (1886–1983), Ankara’daki çalışmalarında, Bakanlık yapılarının önemli bir kısmını, Yargıtay, Genel Kurmay, Harp Okulu, Orduevi binalarını, Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü ve daha birçok resmî yapıyı gerçekleştirdi. 1938’de açılan yarışmayı kazanarak yeni TBMM’nin projelerini hazırladı. Planlarda görülen Senato ve Millet Meclisi için düzenlenmiş çift meclis salonları, Atatürk’ün direktifleri ile gerçekleştirilmiştir. Meclis, bu projelere göre inşa edilmiş, ancak 1960 yılında bitirilebilmiştir.

Viyana Ekolü dışında 1937’de inşa edilmiş ilk modern yapılardan, Bauhaus mensubu mimar Bruno Taut’ın Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, modern - kübik yapılardan Ernst Egli’nin 1929’da inşa edilmiş Musiki Muallim Mektebi (Devlet Konservatuarı ki son yıllarda yapı tarihçesini, okul anılarını ve geleneklerini önemsemeyenler Mamak Belediye Binası yapmışlar), yine Egli’nin 1930’da inşa edilmiş İsmetpaşa Kız Enstitüsü, Martin Elsaesser’in Ankara – Ulus Meydanı’ndaki 1937 tarihli Sümerbank Genel Müdürlük binası, yabancı mimarların Ankara yapıtlarındandır.

Güzel Sanatlar Akademisi, 1930’lardan sonra Batı anlayışındaki mimarları yetiştirmeye başladı. Bu yılların mimarlık sanatı açısından en önemli olayı, Zeki Sayar (1905–2001), Âbidin Mortaş (1904–1963) ve Abdullah Ziya Kozanoğlu (1906-1966)’nun 1931’de başlattıkları, sonra Zeki Sayar’ın 1981’e kadar devam ettirdiği, yani 50 yıl boyunca aralıksız yayınlanan evvela ‘Mimar’, sonra ‘Arkitekt’ ismini alan mimarlık dergisi olmuştur. Bu dergi koleksiyonları, son yılların Türk mimarlık oluşumlarını merak edenler için bulunmaz bir hazinedir. Yayıncılar, Türkiye’de yeni tanınmaya başlayan mimarlık mesleğini ve mimarları çevreye benimsetebilmek için, yapıları yıkıcı eleştiriye tâbi tutmadan, olduğu gibi aksettirmişlerdir.

Bu dönemin önemli Türk mimarı, Atatürk’ün de teveccühünü kazanmış bulunan Seyfi Arkan (1904-1966)’dır. Seyfi Arkan, Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki mimarlık öğreniminden sonra gittiği Berlin Technische Hochschule’de ünlü mimar Hans Poelzig’in öğrencisi idi. 1933’de yurda dönerek Akademi’de şehircilik hocası oldu. 1934’de açılan yarışmayı kazanarak Çankaya Hariciye Köşkü’nü yaptı. Bu yapıyı 1936’da Florya Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkü, Çankaya Makbule Atadan - Camlı Köşkü (bu gün Devlet Konukevi), 1937’de İller Bankası Genel Müdürlük binası takip etti. Modern mimarinin örnekleri olan bu yapılar, bu gün de önemlerini korumaktadır. Özel sektöre 1935’de inşa ettiği Gümüşsuyu’ndaki Üçler Apartmanı da dikkati çeken bir yapıdır.

Mimar Şevki Balmumcu (1905–1962), 1933’de açılan yarışmayı kazanarak Ankara Sergievi binasını 1935’de bitirdi. Bu bina, modern Türk mimarlığının önemli köşe taşlarından biri idi. İdi diyorum, çünkü artık yok. (Binanın ve mimarın encâmını sırası gelince anlatacağım.) Şevki Bey, bana projesini şöyle açıklamıştı: ‘’Sergi salonu planı, daireseldir. Zaten binanın yarım daire formunu, yan cephede görüyorsun. Çünkü insan, sergi gezerken 90 derece dönüş yapmaz; dairesel hareket eder.’’ demişti. İşte size işlevcilik. Evvelki yazılarımda anlattığım Frank Lloyd Wright’ın, yıllar sonra New York Guggenheim Müzesi’nde yaptığı dairesel rampa çağrışımı ile mimarı rahmetle anıyorum.

Akademi hocalarından Arif Hikmet Holtay (1896–1968)’ın Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi Merkez Binası bahçesinde yaptığı ‘Gözlemevi’, 1934 yılı kübizminin en iyi örneklerindendir.

Rebii Gorbon (1909–1993)’un Karaköy Denizyolları Yolcu Salonu 1937 yılının, Rüknettin Güney (1904–1970)’in Taksim Belediye Gazinosu (yıktırıldı, şimdi yerinde Ceylan Continental Hotel var), Kadıköy Halkevi 1938 yılının modern – kübik yapılarındandır.

Bütün bu yapılar içinde Sedat Hakkı Eldem (1908–1988) yapılarının ayrı bir yeri vardır. Sedat Bey, 1928’de Akademiyi bitirdikten sonra Avrupa’da ünlü mimar Auguste Perret ve Hans Poelzig’in asistanlığını yapmış, 1932’de Akademiye hoca olmuştur. 1938 de gerçekleştirdiği bu günün Başbakanlık binası için kendisi bir yazısında bakın neler söylüyor: ‘’… Bu yapı periyodu esnasında, tek tük bazı tepkiler olmadı değil. Bunların en göze çarpanı şüphesiz ki, o zamanki İnhisarlar Vekâleti (Tekel Bakanlığı, şimdi Başbakanlık) binasıdır. Viyana kübiğinin tam ortasına yapılan bu binanın gerçekleşmesi büyük çatışmalardan sonra kabil oldu. O dönemde resmî üslûp kübikti, oysa bu yapı başka görünüşlere sahipti ve belki Türkiye’nin ilk modern binası sayılabilirdi.’’ diyor.

Eldem, diğer bazı yazılarında, Ankara’daki zamanın resmî yapılarını beğenmez, kübik mimari stillerin ‘Bauhaus Ekolü’nü değil, totaliter Avrupa’nın stilini çağrıştırdığını ifade eder.
Almanya ve İtalya’daki totaliter rejimlerin dayattığı mimari karşısında Le Corbusier’nin kabuğuna çekildiğini, Perret’nin klasik tavır aldığını anlatır. Bu sözlerinde doğruluk payı fazladır. Bir de bu yapıların vaktinden önce köhneleştiklerini söylemekte ise de, önüne geçilmiş olan çatı akıntıları dışında, binalarda ufak çatlaklara dahi rastlamadığım gibi, eski doğramaların da hâlâ kullanıldığını gözlemledim. Bunu Bayındırlık Bakanlığı binası içinde 4 sene görev yaptığım ve de işim icabı olarak diğer bakanlıkları da zaman zaman ziyaret ettiğim için biliyorum.

Yine Sedat Hakkı Eldem’in 1935–1938 yılları arasında gerçekleştirdiği Yalova Termal Otel de zamanının modern ve güzel bir tesisi idi. Ancak zamanının teknolojisinde bohçalama sistemi ile temellerin yalıtılması yapılmadığı için, kimyevî içerikli yeraltı suları temel demirlerini eritmiş, binayı yıkmak zorunluluğu doğmuştur.

Bu arada, döneminin modern mimari anlayışının en iyi örneklerinden, Gümüşsuyu, İnönü Caddesindeki Tüten Apartmanını 1936 yılında yapan, son yıllarını eski eser restorasyonlarına ayıran değerli ustam Adil Denktaş (1902–1968)’ı, Ankara’da Holzmeister’e asistanlık yapan, çizdiği okul tip projelerini kitap haline getiren, daha sonraki yıllarda Vakıflar’daki eski eser restorasyon çalışmaları ile Türk mimarlığına büyük hizmetleri geçmiş eniştem Süreyya Yücel (1903–1970)’i de rahmetle anıyorum.

Şunu da hatırlamakta yarar vardır ki, 1930’lu yılların sonuna kadar olan dönemdeki mimar sayısı sadece 150’den ibaretti. (Bu günkü sayı 40 bine yakındır.)

Böylece Atatürk döneminin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bundan sonraki yazımda İnönü döneminin mimari oluşumlarına değineceğim.

Yayın Tarihi : 13 Nisan 2007 Cuma 19:15:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.240.150.xxx Tarih : 14.04.2007 20:46:18
Ankarayı ziyaretlerimde Büyük Tiyatro ve Opera Binasındaki performansları yürek burukluğu ile izlerim. Rahmetli Balmumcunun hikayesinin ayrıntılarını merakla bekliyorum.