22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Son Yüzyılın Türk Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (VI)


İstanbul, ikinci çeyrek yüzyıla yeni rejime intibak sancıları içinde girdi. O zamanın İstanbul kenti, Cadde-i Kebir (İstiklâl Caddesi), Divan Yolu gibi bir iki caddesi ve etraflarındaki binalar dışında, ihmal edilmiş yangın yerleri ile bakımsız ve harap bir manzara arz ediyordu. Bunu o günlerde çekilen fotoğraflarda görebiliyoruz. Mamur İzmir kenti de Kurtuluş gününün sevincini tadamadan büyük bir yangınla karşılaşmıştı.

Cumhuriyet döneminin imar konusunda çözmesi gereken en önemli işi, yangın yerlerinin yeniden yapılandırılması olmuştur. 1925’de, yangın yerlerindeki arsaların birleştirilerek yeniden planlanmasına dair bir yasa çıkartılmıştır. Aynı yıl İzmir yangın yerlerinin imarı için Renè Danger’ye plan yaptırılmış, bunu Henri Prost’un planları izlemiştir. Vali General Kâzım Dirik ve Belediye Başkanı Dr. Behçet Uz’un dirayetli çalışmaları ile İzmir, yangın yerinin ortasında kazandığı 42 hektarlık ‘Kültürpark’ı, çevresinde oluşturulan modern bulvar ve caddeler ve yapılan modern binalarla uygar bir Akdeniz kenti olmuştur.

1945’de kurulan ‘İller Bankası’, Anadolu’nun perişan kent ve kasabaları için düzenlediği imar planları, alt yapı tesisleri ve belediyelere açtığı kredilerle büyük hizmetler yapmıştır.

İstanbul, ciddî anlamda imarla 1936’da Henri Prost (1874–1959)’un yaptığı imar planları ile tanıştı. Bu planlar, İstanbul’a hayır mı, şer mi getirdi konusu hâlâ tartışıla gelmektedir. Planların, İstanbul’u başıboşluktan kurtarmakla ‘hayır’ getirdiği kesin. Düşünün ki, plansız dönemlerde, tarihî surların tepelerine evler konduruluyor, önemli anıtlara bitişik inşaatlar yapılabiliyor, hatta Rumeli Hisarı içinde koca bir mahalle teşekkül edebiliyordu. Planın ‘hayır’ yanları, getirdiği ‘şer’ yanında çok daha ağır basmaktadır.

Prost’un meslekî yeteneği tartışılır. (Merhum hocam Prof. Sabri Oran, ‘O şehirci değil, ancak bir kanalizasyon mühendisi olabilir’ derdi.) Ama o dönemde bu nitelikleri haiz bir mimarımızın bulunmadığı da bir gerçek. Prost’u, uyguladığı genel planlama metodu açısından eleştirirsek şunları söyleyebiliriz:

* Prost bir Fransız’dı ve kadîm Osmanlı kentinin mistik havasını hissetmekten uzaktı. Buna karşın, Aya Sofya ve diğer Bizans yapıtlarına gençliğinden beri aşina ve de yakındı.

* Bir şehircilik çalışması tek bir mimara bırakılamayacak kadar önemli bir iştir. Kent planlamasında dirayetli bir yöneticiye ve de şehirci – mimarla beraber jeolog, jeofizikçi, meteorolog, inşaat, tesisat, harita, tarım, orman, peyzaj mühendisleri, sosyolog, ekonomist, hukukçu, istatistik uzmanı gibi birçok meslek insanının çalışmasına ihtiyaç vardır. Şehircilik çalışmalarını bir orkestraya benzetirsek: Orkestra şefi = yönetici; solist = şehirci mimar; yaylı – nefesli – vurmalı saz elemanları ve koro = diğer meslek mensuplarıdır. Prost, bu elemanların birikim ve çalışmalarına fazla ihtiyaç duymamıştır. (Belki de bulamamıştır.)

* Prost, bölge planlaması yapmadan, sadece kent içi planlarını düzenlemekle yetinmiştir. Hâlbuki bir kent, çevresi ile bütünleşebildiği oranda yaşar.

Gelelim Prost’u hayırla yâd etmemiz, ona şükran duymamızın nedenine:

* Bildiğimiz gibi Osmanlı, İstanbul tarihî yarımadasındaki başat (dominant) yapıtları büyük bir bilinçle 7 tepe üzerinde inşa etmiştir. Özellikle Aya Sofya ve diğer camiler, kubbeleri ve minareleri ile denizden bakışta çok muhteşem bir siluet arz eder. Topkapı Sarayı bu silueti tamamlar. İşte, İstanbul’u dünyanın en güzel ve en ilginç kentlerinden biri yapan etken, bu siluettir. Belki bizler, bu silueti göre göre kanıksamış olabiliriz. Ama bir anımı anlatayım: İzmir’den gemi ile İstanbul’a gelişimde, gemi sabahın ilk ışıklarında limana girerken, güverteye toplanmış turistlerin muhteşem siluet karşısında ‘vauvvvv’ diye takdir, hayranlık, hatta şaşkınlık sesleri çıkararak ne derece büyülendiklerini unutamam.

İşte Prost, bu silueti, bu günlere armağan eden adamdır. Prost, bu silueti bozmamak, o güzelim kubbe ve minareleri, çevrelerine yapılacak yüksek yapılarla örtmemek ve etkilerini azaltmamak için, deniz seviyesine göre + 40 metre rakımın üzerinde bulunan parsellerde 3 kattan daha yüksek yapıların yapılmasını yasaklamıştır. İsmim gibi biliyorum, daha doğrusu tahmin edebiliyorum ki, Prost olmasa idi biz bu güzel silueti çoktan kaybetmiştik.

İstanbul’da başlattığı imar hamlesini zaman zaman eleştirdiğimiz Adnan Menderes dahî bu silueti bozan İstanbul Üniversitesi Botanik binasını yıktırarak hayırlı bir iş yapmıştır. Ama sonra, ‘Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz’ zihniyeti, ‘3 katın üzerine bir kat daha ilave etsek bir şey olmaz’ demekte beis görmemiştir.

* Sultanahmet’i, Gülhane Parkı’nı ve Topkapı Sarayı eteklerini 1 numaralı yeşil alan, ‘Arkeolojik Park’ olarak niteledi. Keza, Taksim’den başlayıp Maçka’dan Dolmabahçe’ye kadar inen alanı 2 numaralı yeşil alan olarak niteledi ve bu alanlara yapı yasağı getirdi. (Bu yasağı ilk delen yapı Hilton Otelidir.)

* Taksim Meydanı’nı bu günkü AKM’ye kadar genişletmiş, yeni bulvarlar planlamıştır. Özellikle Beyoğlu ile Aksaray’ı birleştiren Atatürk Bulvarı’nı, kadim Pantokrator Kilisesi ve Bizans duvarları yanından, yine Bizans’ın Valens su kemerlerinin altından geçirmesini takdir etmek gerekir. Bulvarın denize ulaştığı Yenikapı’nın denizyolu ve raylı sistemlerin transfer noktası yapılması da onun fikridir. Boğaz’a köprü düşünmemiş, Ahırkapı – Harem arasına hem raylı, hem karayollu tüp geçit önermiştir. Keza Boğaziçi’nin iki yakasında Fransız Rivierası’ndaki gibi sahili promenad olarak bırakıp, trafiği sahile değil, yapılacak üç kademeli üst yollara vermeyi, bu yollardan yer yer sahile bağlantı kurmayı önermiştir. Tabii, o günlerin şartları ve anlayışında bu fikirler ütopik bulunmuş ve uygulanmamıştır.

Şimdi de planın ‘şer’ yanına gelelim:

* Kapsamlı bir bölge ve gelişme planı yapmayarak, imar planlarının mevcut yerleşim sınırları içinde kalması nedeni ile olsa gerek, sanayi bölgesini kentin içine, hem de kentin bağrına, Haliç’e sokmuştur. Çünkü Haliç ve Sâdâbad’ın Osmanlı yaşam kültüründeki yerini önemsemiyordu. Onun için Haliç, malzeme ve emtianın rahatça boşaltılıp, mamul maddenin rahatça yüklenebileceği bir suyolu idi. Haliç sahili ve çevresi, bu nedenle yıllarca fabrikaların faaliyet merkezi olmuş, medrese, hamam gibi eski eserlere küçük sanayi yerleşmiş, deniz açık kanalizasyon mecrasına dönmüş, tarihî evler ve konaklar lümpen yerleşimlere mesken olmuştur. Bu hatânın giderilmesi için yıllar sonra istimlâkler yapılmış, bu sefer de kurunun yanında yaş da yanar misali, Golden Horn (Altın Boynuz)’un Ceneviz, Bizans ve Osmanlı yapıtları da yıkımdan nasiplerini almıştır.

* Çapa, Fatih, Aksaray bölgelerindeki yangın yerleri, Türk yerleşim ilkelerine uymayan, Batının eski Yunan’dan gelen dama tahtası gibi ızgara planlarının kötü uygulamaları ile yeşilden nasibini almamış beton apartmanlara dönüştüğü gibi, mevcut yerleşimlerdeki tipik Türk mahallelerinin özelliği olan büklüm sokaklar ve ahşap evler, ‘sıhhîleştirme’ adı altında cetvelle çizilmiş düz caddeler açılması uğruna elden çıkmıştır.

*Osmanlı yapıtlarının muhafazasına gereken önem verilmemiştir. Taksim’de ‘İnönü Gezisi’ni yapmak uğruna Taksim Topçu Kışlası yıktırılmıştır. Halbuki bu kışla muhafaza edilse idi, Taksim, restore edilecek kışla bünyesi içinde bir çok kültür tesisi kazanacak, üstelik kışlanın orta avlusunda yine aynı gezi parkı yapılabilecekti. Çünkü orta avlu, eski Taksim Stadı’nı içine alabilecek kadar büyük bir alandı. Bilindiği gibi meydanlar, çevresindeki işlevi ve mimari değeri olan binalarla halkın yaşamına renk katan alanlardır. Böylesine boş meydanlar, mimari değer ifade etmezler, ancak mitinglerde dolar. Nitekim bu meydan, 1950 seçim konuşmasını yapan İnönü’ye Vali Fahrettin Kerim Gökay’ın kalabalığı göstererek: ‘’İşte Paşam İstanbul’’ dediği meydandır. Yine, 1 Mayıs 1977 günü yapılan mitingde halkın üzerine açılan ateşle acılı günler yaşayan meydandır.

Her şeye rağmen, Prost planlarının İstanbul’u imar başıboşluğundan kurtardığı da bir gerçektir.

Prost planlarının en önemli uygulayıcısı, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfü Kırdar olmuştur. Kırdar, kente Açıkhava Tiyatrosu (Cemil Topuzlu), İnönü Stadı, Spor – Sergi Sarayı (bu gün Lütfü Kırdar Kongre Salonu) gibi yapıtlar kazandırmış, AKM’nin kaba inşaatını bitirmiş, tarihî koruları park olarak halka açmış bir yöneticidir. Bu arada Eminönü’nde çarşılar içinde sıkışıp kalmış Yeni Cami’yi ve Mısır Çarşısı’nı ortaya çıkarmış, mezbele halinde bulduğu Barbaros Türbesi’ni onarmış, açılan meydana anıtını dikmiştir. Bu hizmetleri unutulamaz.

Yukarıda saydığım yapılar yanında, Harbiye’deki Prof. Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular yapıtı Radyoevi, aynı mimarların Çanakkale Şehitler Anıtı, döneminin neo-klasik üslûbuna uygun önemli yapıtlardır.

Şunu da itiraf etmek gerekir ki, İstanbul’un 1/25 binlik gizli askeri haritaları dışında doğru dürüst bir halihazır (mevcudu gösteren) haritası bile yoktu. 1/5 binlik, 1/2 binlik ve binlik imar planları, o zamanın tekniğine göre ve zorluklarla hazırlanabilmiştir. 1940-1945’de topoğraf J. Pervitiç tarafından bir sigorta şirketi adına hazırlanmış olan, yolları ve binaları, kat adetleri, yapı cinsleri, hatta apartman adları ile gösteren haritalar, o yılların İstanbul’unu gösteren bir hazinedir.

Böylece son yüzyıl Türk mimarlık sanatının ikinci çeyrek yüzyılını sonlandırıyorum. Bundan sonraki yazımda üçüncü çeyrek yüzyıl olaylarının, mimarlık sanatımıza getirdiği sürprizlere değineceğim.
Yayın Tarihi : 30 Nisan 2007 Pazartesi 10:34:28


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?