16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Son Yüzyılın Türk Mimarlık Sanatına Genel Bir Bakış (VIII)


Üçüncü çeyrek yüzyılın önemli mimarlık yapıtlarına devam ediyorum:

İstanbul Hilton Oteli, genç Türk mimarlarının yeni projelerine ilham kaynağı oldu. Bu ilhamla yapılan modern stildeki ilk önemli bina, Saraçhanebaşı’ndaki İstanbul Belediye Sarayı olmuştur. Nevzat Erol’un 1952’de projelendirdiği bina, ayaklar üzerinde yükselen yatık dikdörtgen prizma kitlesi, çift koridor sistemi tabir edilen orta koridor ve iki cepheye bakan ofisleri, yan cephe duvarlarındaki sağırlık (kapalılık), ön ve arka cephelerinin modüler pencereleri, merdiven cephelerinde kullanılan brizsoley tabir edilen sık ve düşey kolonlar arkasındaki yekpare cam yüzeyleri, artık ruf (roof) olarak anılan çatı terası ve toplantı salonu üzerindeki betonarme kabuk kitle ile döneminin uluslararası modern stilinin tipik bir örneğidir.

Burada bir noktaya dikkat edelim: İstanbul Belediyesi bu binaya sağladığı imar şartları ile merî imar planına aykırı hareket etmiştir. Arsanın konumu, yükseklik 3 katı geçemez şartı bulunan + 40 metre rakımın üzerinde olduğu gibi, Mimar Sinan’ın önemli yapıtı Şehzade Mehmed Camisi’ne olan yakınlığı, binayı caminin yüksekliği ile yarışır duruma getirmiştir ki bu çok büyük hatadır.

Vedat Dalokay (1927–1991), 1957’de Ankara Kocatepe Cami projesi ile dînî mimarimize modern bir yorum getirdi. Ancak başlayan inşaatın temelleri, cami yaptırma derneğinin başına geçen gelenekçilerce dinamitlendi. Proje iptal edilerek 16. yüzyıl Osmanlı klasik camisi ilkelerine göre çizilmiş yeni proje uygulandı. Yeni inşaat, bu günün teknolojisini kullanıyor, ancak çizgileri, 16. yüzyıl tekniğine uygun şekillenmiş camilerdeki stil ve detayları tekrar ediyordu. Yine de Osmanlı mimarisini çok iyi bilen mimar Hüsrev Tayla’nın elinden çıktığı için her bir detayın hakkı veriliyor, kusursuz bir yapıt oluyordu.

Vedat Dalokay, Türkiye’de yapamadığı caminin benzer projesini Pakistan, İslamabat’ta uyguladı. Cami dünya mimarlık literatüründe yerini aldı; Türkiye tanıtımında önemli olacak bir fırsatı kaçırmış oldu.

Modern mimarinin Ankara’daki önemli bir yapısı da 1959’da inşa edilen Kızılay’daki Emek İşhanı’dır. Sanatçı mimar Enver Tokay, dönemin zayıf teknolojisine rağmen modern mimari ilkelerini uygulamış, Ankara’ya güzel bir yapıt kazandırmıştır. O zaman için gökdelen sayılan bina, bu gün de sağlam mimari ilkeleri ile ayakta duruyor.

Modern mimarinin diğer önemli yapıtı, 1959’da yapılan İstanbul, Büyükada Anadolu Kulübü projesidir. Abdurrahman Hancı ve Turgut Cansever, modern mimari ilkelerine göre yaptıkları binaya, Büyükada atmosferini kazandırabilmişlerdir.

Doğan Tekeli (1929), Sami Sisa (1929–2002), Metin Hepgüler (1929) üçlüsünün projelerine göre 1959’da yapılan İstanbul, Unkapanı, Atatürk Bulvarı üzerindeki Manifaturacılar Çarşısı, çevreye olan uyumu ile fazla yükselmeyen parçalı kitleleri ve avluları, Süleymaniye Camisinin bulvardan görünümünü örtmeyen, aksine kitle aralarında yaptıkları açılımlarla övgüye değer binalardır.

Yine aynı yılların dışavurumcu modern mimari akımının etkilerinin görüldüğü önemli iki yapıt, Marc Saugey ve Yüksel Okan’ın Büyük Ankara Oteli ve de AHE Mimarlık Grubu (Kemal Ahmet Aru (1912–2005), M. Ali Handan, Hande Suher, Yalçın Emiroğlu, Altay Erol, Tekin Aydın)’nun İstanbul Sheraton Oteli (şimdi Ceylan İntercontinental)’dir. Mimarlar, planlamada kullandıkları dik açılar dışındaki dar ve geniş açılarla kitlelere ilginç perspektifler kazandırmış, iç hacimlerindeki olgunluk yanında adeta modern bir heykel gibi algılanan dış kitlesi ile sanat yapıtı oluşturmuşlardır.

1960 sonrasının önemli mimarlık yapıtı, Behruz (1932) ve Altuğ Çinici’nin Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) yerleşkesi (kampusu) ve Mimarlık Fakültesi binalarıdır. Yerleşke vaziyet planı, yaya allesinin ulaştığı fakülte ve sosyal tesislerle akılcı (rasyonalist), gelişimlere olanak tanıyan yapısı ile organik bir projedir. Mimarlar, Mimarlık Fakültesinde ve diğer binalarda, Le Corbusier’nin brüt beton, Louis Kahn’ın parçalı kitle ilkelerine kendi yorumlarını katarak ve Ankara bozkırına meydan okurcasına yeşile önem vererek bu yapıtları gerçekleştirmişlerdir. Fakülte, insan ölçülerine önem veren iç mekânları, kitleler arasındaki avluları (patio) ve bağlantılarından oluşmuş yapılar kompleksidir.

Neo-klasik sayılabilecek bir projeye göre yapılan betonarme iskeleti 20 yıl boyunca bekledikten sonra 1966’da rönevasyonuna başlanan İstanbul, Taksim’deki opera binası, Hayati Tabanlıoğlu’nun Bayındırlık Bakanlığı bünyesi içindeki çalışmaları sonucu, yeni bir çehre ve AKM adı ile yeni bir hüviyet kazandı. Talihsiz bir yangınla harap olan bina, yine aynı mimarın yönetimi ile yenilendi ve bu günlere geldi. Binanın alüminyum kafes doku ve arkasındaki cam yüzeyle yukarıdan aşağıya kadar inen bir tiyatro perdesini anımsatan ön cephesini kamu oyu evvela yadırgamışsa da bina, zaman içinde Taksim Meydanı ile bütünleşmiş ve kentlinin benimsediği bir yapıt olmuştur. (Binanın yıkımı konusundaki tartışmaları ve fikrimi bu yazı serisinden sonra ayrı bir yazıda belirteceğim.)

1967’nin önemli yapısı, Turgut Cansever (1920) ve Ertur Yener’in gerçekleştirdikleri Türk Tarih Kurumu Kitaplık Binası’dır. Turgut Cansever, Büyükada Anadolu Kulübü’ndeki modern çalışmasından sonra, geleneksel Türk sivil mimarisindeki öğelere ait detaylara çağdaş yorum katarak gerçekleştirdiği bu yapıtla Türk mimarisinde yeni bir dönem başlatmış, 1980 Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne lâyık görülmüştür. Cansever, daha sonraki yıllarda İslâm Tasavvufu anlayışı içinde yerel mimariye yönelecek, geleneksel metotlarla ve sadece taş ve ahşap kullanarak gerçekleştirdiği Bodrum’daki ‘Demir Tatil Sitesi’ ile 1992’de yine Ağa Han Mimarlık Ödülü sahibi olacaktır.

Sedat Hakkı Eldem’in 1972’de gerçekleştirdiği İstanbul, Zeyrek, Atatürk Bulvarı üzerindeki Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) hizmet binaları, her katta yinelenen konsollar (çıkmalar) ile geleneksel sivil mimarimize yaptığı göndermeler ve de mimari öğelerde geleneksel oranlar kullanarak, aynı zamanda çağdaş olabilmeyi başarması ile, mimarın olgunluk döneminin ve Türk mimarlığının önemli bir yapıtı olmuştur.

Bu çeyrek yüzyılda yurdumuzda ekonominin ve sanayinin gelişmesine paralel olarak, sanayi yapılarında mühendislik projeleri yanında mimari projelerin de önemli olduğu anlaşılmaya başlamış bulunuyor. Evvelki yazılarımda bahsettiğim, mimaride yararcılık akımı paralelinde, 1908’de, mimar Peter Behrens’in projesi ile yapılan Berlin, AEG Türbin Fabrikası’ndan 60 – 70 yıl geçtikten sonra, nihayet Türkiye’de de, yapılacak fabrika projelerinde mimarlara ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır.

Doğan Tekeli ve Sami Sisa’nın projelendirdiği İzmit, Lassa Oto Lastik Fabrikası, Aydın Boysan (1921)’ın Karamürsel İpek Kâğıt Fabrikası, Metin Hepgüler’in İzmit, Köseköy’deki Rabak Alüminyum Fabrikası, açılan bu çığırın ilk ve de önemli yapıları olmuştur.

Bundan sonraki yazımda dördüncü çeyrek yüzyılın mimari oluşumlarını anlatacağım.
Yayın Tarihi : 18 Mayıs 2007 Cuma 10:47:33


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?