3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

Strasbourg Anıları (I)


Değerli okurlar; yazıma başlamadan evvel şunu söyleyeyim ki, lütfen bu yazıda Samed Ağaoğlu’nun ‘Strasbourg Hatıraları’ eserindeki gibi bir edebî değer aramayın. (Meraklısı için ifade edeyim; Samed Ağaoğlu, Menderes dönemi politikacılarından biri olduğu kadar öyküleri ile de ünlenmiş önemli bir edibimizdir. Andığım kitap, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra master yapmak üzere gittiği Strasbourg’daki yaşamı ve Üniversite ile ilgili öyküleri içeren, döneminin ilginç bir edebiyat eseridir.) 

AİHM Türk Yargıcı ve Mahkeme Başkanı  Yemin Töreni sonrası kutlamada

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına, üç aday arasından Avrupa Parlamentosu tarafından seçilen kızım Ayşe Işıl Karakaş’ın ‘yemin töreni’nde bulunmak üzere 4 – 11 Mayıs tarihleri arasında eşimle Strasbourg’a gittik. İlk defa gittiğim kentin özelliklerini ve güzelliklerini bu yazıda sizlerle paylaşmak istiyorum.

Strasbourg, bildiğiniz gibi Orta Avrupa’da Alsace bölgesinin merkezi konumundaki kent. Yine bildiğiniz gibi Avrupa Birliği’nden evvel Alsace – Lorrain (Alzas – Loren) bölgeleri Almanya ile Fransa arasında her an patlamaya hazır bir çıbanbaşı durumunda idi. Aslını ararsanız ben de bu ülkenin Alman mı, Fransız mı olduğunu teşhis etmekte zorlandım.

Kentin bilinen tarihi Keltler’e kadar uzanıyor. Sonra Romalılar geliyor. Kentin o zamanki adı Argentoratum. M.S. 455’te Hunlar buralara kadar yayılıyor ve kenti yerle bir ediyor. Ama kentliler yılmıyor; istilâ dalgası geçtikten sonra kenti yeni baştan inşa ediyorlar. İnşaata ekonomik desteği Fransa Krallığı veriyor. Kent 762’de önem kazanıyor ve piskoposluk oluyor. XIII. yüzyılda Kutsal Roma – Germen İmparatorluğu’na bağlı bir serbest şehir hüviyetini kazanıyor. Daha sonra, Dante kadar olamasalar da önemli Alman edebiyatçılarının toplandığı bir çevre oluşuyor. Öyle bir çevre ki, XV. Yüzyılda Johann Gutenberg matbaasını bu kentte kuruyor. XVI. Yüzyıla gelince Katoliklere karşın Luther’cilik burada çok uygun zemin buluyor ve yayılıyor. Katolik katedralleri yanında Protestan kiliseleri inşa ediliyor. 

Halef-Selef Yargıçlar (A.Işıl Karakaş ve Rıza Türmen

1681’de Fransa Krallığı’nın kenti işgal etmesi ile kente Fransız kültürü hâkim olmaya başlıyor. O dönemin Fransız edebiyatı çok önemli. La Fontaine, Molieré, Racine dönemin kilometre taşları. Arkalarından Voltaire geliyor. Böylesine bir kültürden etkilenmemek olası değil. Ama Alman edebiyatında da onlardan hiç de aşağı kalmayan Schiller ve Goethe var. Eğer dünyayı edebiyatçılar yönetseydi her halde her şey güllük gülistanlık olurdu. Ama politikacılar hiç rahat durur mu? Fransa Prusya’ya savaş açıyor. Savaşın sonu iyi gelmiyor. 1870’te Alsace ve Lorrain yine Almanya’nın oluyor. Bölge Almanlaşıyor. Çünkü Prusya’nın başında Alman birliğini gerçekleştiren, 1. Reich’ı kuran Bismarck gibi dirayetli bir lider var. 1. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Almanya 1919’da bölgeyi yine Fransa’ya bırakmak zorunda kalıyor. Tarih tekerrür ediyor ve 2. Dünya Savaşı’nda, 1940’ta yine Alman işgali, 1944’te yine Fransa yönetimine geçiş. 

Türk Yargıcı Strasbourg’daki makamında

Nedir bu iki milletin Alsace – Lorraine çekişmesi? Ren nehrinin solunda kalan Alsace’da mümbit topraklar ve büyük bir tarım kültürü var. Alsace’ın kuzeyinde kalan, yine Ren nehrinin solunda kalan Lorrain’de demir, kömür ve ağır sanayi var. Her iki devletin paylaşamadığı bölgenin kerameti bunlardan geliyor.

Günümüze gelince, Alman - Fransız çekişmesi ve de düşmanlığı tarihin tozlu yapraklarında kalmış. Avrupa Birliği öyle bir mucize yaratmış ki, artık kentin Almanya veya Fransa toprağı olması kimsenin umurunda değil. Kentte ve karşı yakada yaşayanlardan pek çok kimsenin aklından böylesine fanatik fikirlerin geçmediğine eminim.

Bir gün araba ile Ren nehrinin karşı kıyısına, Almanya’ya geçtik. Ben ve eşim, ne kadar olsa ceberut devlet yönetimine alışkın olduğumuz için midir nedir kimliksiz dolaşamıyoruz. Almanya’ya geçerken de pasaportlarımızı yanımıza almayı ihmal etmedik. Ren nehri üzerindeki köprüden sınırı geçtik. Daha doğrusu farkına varmadan sınırı geçmişiz. Ne asker, ne polis, ne gümrük, ne de bir bürokratik işlem; hiçbir şey yok. Almanya’ya geçişimizin Fatih veya Aksaray’dan Haliç’i köprüden geçerek Beyoğlu’na çıkmaktan hiçbir farkı yok. Meğer her iki yandaki halk, hafta içi alışverişe, hafta sonu pikniğe veya operaya rahatça gidip gelirlermiş. Demek ki serbest dolaşım hakkı böyle bir şeymiş. Biz AB üyesi olsak bile bu hakkı bize kolay kolay vermeyecekleri anlaşılıyor. Nedenini tahmin etmek zor olmasa gerek. 

Şarap yolunda kafe-restoran

Peki, Almanya’da karşıya nazaran ne değişiklik gördük? Sadece tabelalar, trafik işaretleri Almanca oldu. Alışveriş yaptığımız mağazalarda, kafelerde Almanca konuşuluyordu, o kadar. İşte o zaman devletin ne demek olduğunu fark ettik. Eğer Strasbourg Almanya’da kalsa idi, herkes Almanca konuşacaktı. Fransa’da kaldığı için de herkes Fransızca konuşuyor. Aslında Strasbourg banliyösünde Alman asıllı halk yaşıyor. Ve de evlerinde Almanca konuşuyorlar. Dış ilişkilerinde resmî dil olan Fransızca geçerli. Strasbourg’a yerleşmiş Şükür Beyin villasında, havuzbaşı peynir-şarap partisinde öğrendiğime göre bu yöre halkı değişik bir Almanca konuşuyormuş. Batı dillerinin önemli özelliği olan harf-i tarifler, Almancadaki eril ‘der’, dişil ‘die’, nötr ‘das’ kelimeleri kullanılmıyormuş. Demek ki bu da bir köylü lehçesi olsa gerek.

Fransa’da, Strasbourg çevresindeki kent dışı gezilerimizde, trafik levhalarındaki bazı bölge ve köy isimlerinin Almanca kökenli olması dikkatimizi çekti. Sonu ‘heim’la, ‘burg’la biten köylerin, ‘schloss’ şeklinde sıfatlanan büyük yapıların isimlerini değiştirme gereği duymamışlar. İyi de yapmışlar. Orijinal yer isimlerini Osmanlı da değiştirmez, onları kendi dil yapısına uyarlardı. Osmanlı, İstanbul’a yıllar yılı Kostantiniyye demiştir. İstanbul da yabancı kökenlidir. Anadolu, Trakya, İzmir, Edirne, Bursa, Manisa, Antalya, Ankara, Sivas, Kayseri, Malatya, Konya, Amasya, Trabzon, Tirebolu, Gelibolu ve daha birçok bölge ve kent isimleri ilk akla gelen yabancı kökenli isimler. Cumhuriyet döneminde İstanbul banliyölerinden Terkos’a Durusu, Kilyos’a Kumköy, Podima’ya Yalıköy demişiz, Samatya tren istasyonunu Kocamustafapaşa yapmışız da başımız göğe mi ermiş? Halk yine orijinal isimleri kullanıyor. Aynı şeyleri doğuda ve güneydoğuda da yapmışız. Acaba fayda mı gördük, yoksa zarar mı? 

Strasbourg banliyösinde bir Alman restoranı

Banliyö gezimizde Latin – Alman kökenli Kaisersberg köyünden geçerken bizim Kayseri kentimiz çağrışım yaptı. Yol boyunca Obernai, Ribeau, Requevi, Ittersville yerleşimleri arasında alabildiğince ve muntazam üzüm bağları ve de asperges (kuşkonmaz) tarlaları kilometrelerce uzanıyordu. Zaten bu yola ‘şarap yolu’ deniyor. Dünyaca meşhur Alsace şarapları, özellikle de beyaz şaraplar bu bölgede elde ediliyor ve işleniyor. Yemeğimizi Alsace’ın kırsal kesim mimarisinin güzel bir örneği olan Cour de Chasseus’de (Avcılar Meclisi) yedik. Yeşil kaideli özel Alsace kadehleri içinde sunulan nefis Alsace şarapları eşliğinde yörenin özel menüsü Tarte-Flambée’den birkaç kere ısmarladık. Bu nefis tat, odun ateşi fırınında pişen ince pide üzerinde özel yöre peyniri ve diğer katkılardan oluşuyor ki, İtalyan pizzalarına on basar.

Anakent Strasbourg’u anlatmaya bundan sonra devam edeceğim.

Yayın Tarihi : 26 Mayıs 2008 Pazartesi 10:51:39
Güncelleme :26 Mayıs 2008 Pazartesi 11:22:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.241.187.xxx Tarih : 26.05.2008 17:46:18

Hiç kuşkusuz, okumakda olduğumuz seyahatname, üstelik zaman içindeki gelişmeleri sunması ve özellikle de göz bebeğimiz Işıl'ın onurlu görevine başlayışı için bizlerin yeniden göğüslerimizin kabarması, kutlama dileklerimizin yeniden iletilmesi vesilesi vermesi ile Samed Ağaoğlunun "Strasbourg Hatıraları"ndan çok daha ilginç ve renklidir. Edebî değeri de hiç ama hiç aşağı kalmamaktadır. Alcace'ın serencamı, etnik itiş kakışların acı bir tarihsel örneğidir. Bu zoraki kaynaşmalar, şimdi, Fransız uyruğu olup soyadı "Alman" ya da Alman yurttaşı olup soyadı Fransız bir kişinin hemen Alcase'li olduğunu tahmin dışında bir yarar sağlamamış; etnik hınçların kabarması iki büyük cihan savaşı felaketine yol açmıştır. Fakat olan olmuş; tarih öyle yazılmış; bize de ibretle tarihi seyretmek kalmıştır. Bu bakımdan, Dünya mirasına ıhanet demek olan tarihi tahrif edici isim değişikliklerinin anlamsızlığı da bu yazıda tam yerine oturmuş.