20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Strasbourg Anıları (II)


Strasbourg kent merkezinin 270 bin kadar nüfusu var. Bu nüfus yıllardan beri artmıyor ama eksilmiyor da. Kentin belediye bütçesi, bizim 15 milyonluk İstanbul’un belediye bütçesi kadar. Tabii bu bütçe ile her yer güllük gülistanlık oluyor. Halkın yaşam düzeyinin bizlerden kat be kat üstün olduğu, istatistiklere bakmaya gerek duymadan da su götürmez bir hakikat. Gerek kent merkezindeki, gerekse köylerdeki insanların malik oldukları evleri, villaları, çiftlikleri, iş merkezleri, araçları yanında eğitimleri, davranışları ve kıyafetleri bize bu izlemi veriyor. Restoran ve kafelerde rastladığım genç kızlar ve madamlar, Paris’teki kadar modayı takip eden, aşırı bakımlı ve makyajlı olmasalar da rahat ve uygar davranışlar sergiliyorlar. Ne kadar olsa burası Paris’e nazaran taşra sayılıyor. İstanbul’la mukayese edersek, Nişantaşı ve Bağdat Caddesi hariç olmak üzere bizler Strasbourg’un taşrası durumunda kalıyoruz. Özellikle trafikte araba kullanışımız ve toplum içindeki davranışlarımızla.

Gutenberg Bölgesi


Strasbourg, gerek yerleşim karakteri, gerekse mimari stili ile tipik bir Orta Avrupa kenti hüviyetinde. Kent, Ren nehrine karışan Ill (il) Nehrinin birkaç kollu deltası arasında kalan adacıklar üzerine kurulmuş. Ill (il) Nehrinin bol suyu Alplerden geliyor. Diğer Avrupa kentlerinde olduğu gibi, burada da nehir kente hayat veriyor. Kentin ilk yerleşim merkezi olan ada üzerinde Gutenberg ve Kleber meydanları halkın yaşadığı iki önemli merkezdir. Strasbourg Katedrali de Gutenberg meydanına bakar. Kilise, tipik bir ‘Gotik Katedral’dir. Bu vesile ile müsaadenizle bir nebze Gotik katedrallerden bahsedeyim:

Gotik Katedral

Gotik katedraller, Romanesk mimariyi takiben Orta Avrupa’nın, özellikle Almanya’nın, Fransa’nın ve de İtalya, İspanya ve İngiltere’nin önemli kentlerinde inşa edilmişlerdir. İnşaat, XII. Yüzyılda başlamış, XV. Yüzyıldan sonraki Rönesans ve Maniyerist Mimari dönemine kadar devam etmiştir. Gotik katedraller, Romanesk kiliselerden sadece form ve yapı tekniği açısından değil, toplumsal ve dinsel değişimlerle de farklılık göstermiştir. Örneğin, Orta Çağ karanlığında kadınlar kötülük kaynağı ve ayartıcı olarak niteleniyordu. Bu yorumun nedeni, Havva’nın Adem’i ayartarak cennetten kovulmaları efsanesine dayanıyordu. Gotik katedraller döneminde ise kilise değişik bir yorum getirdi. İsa peygamberin bakire annesi, saflık ve temizlik sembolü Azize Meryem’e gösterilen saygı ile kadın toplumda saygınlık kazanmaya başladı. Nitekim Fransız Gotik katedrallerinin birçoğu Bakire Meryem’e adanan yapılardır. Bu zihniyet değişiminde Bologna ve Paris Üniversitelerinde, rahipler tarafından verilen teoloji eğitimindeki Aristoteles’ci ‘Skolastik’ düşünce sisteminin etkisi vardır.

Katedral çan kulesi ve gül pencere

İnşai sistem açısından, Romanesk kiliselerle Gotik katedraller arasında büyük farklar vardır. Romanesk’teki masif duvarlar, Gotik’te yerlerini olabildiğince ince taş kolonlara terk etmiştir. Plan kurgusu açısından da Gotik’te daha rasyonel çözümler getirilmiştir. Batı yönünden girişte, ortada ibadet edenlerin oturduğu ana nef ve iki yanda daha dar sahınlar vardır. Katedral, girinti ve çıkıntıları dikkate almazsak, kabaca dikdörtgen formdadır. Nef ve sahınlar arasında olabildiğince ince tutulmuş aksiyel kolonlar (sütunlar) yer alır. Tavan, beher aksta taş kaburgalı tuğla tonoz (nervür) dizileri veya kâgir tonozla örtülmüştür. Nervür veya tonoz üzerlerinde ahşap çatı bulunur. Dikdörtgenin sonunda muhteşem mihrap hacmi yer alır. Gotik katedrallerde org ve koro mahalli önem kazanmıştır. Genellikle ön cephenin bir veya iki yanında göğe doğru yükselen çan kuleleri yer alır. Dış cephe taşıyıcı sistemi de taş kolonlarla sağlanmıştır. Kolon açıklıklarında uzun ve sivri kemerli pencereler bulunur. Pencere açıklıkları dini konuları betimleyen renkli vitray camlarla bezelidir. Bu camlarda İncil’de geçen önemli olaylar tasvir edilmiştir. Öyle ki o çağda okuma-yazma bilmeyen halk, bu vitray, fresk ve heykeller yardımı ve rahibin vaazı ile İncil’i öğrenebiliyordu. Ön cephe çan kuleleri arasında ve girişin üzerinde mutlaka dairesel pencere (gül pencere tabir edilir) ve müzeyyen vitray bulunur. İngiliz ve İtalyan Gotik katedralleri, Fransız Gotik katedrallerine nazaran daha yayvan kitlelidir. Katedraller, dinin yüceliğini ve ruhban sınıfının kudretini halka hatırlatan ve onları etkileyen yüksek yapılar olmuştur. Bu katedralleri planlayan ve inşa eden mimar ve ustalar, ‘Operatif Mason’ gruplarıdır. Avrupa tarihinde önemli ve saygın yerleri olan bu gruplar, çıraklıktan başlayıp kalfalıktan sonra üstatlık derecesinde, sanatlarında ileri düzeye ulaşırlar, disiplin içinde ürettikleri iş yanında yüksek ahlak değerleri ile de donanırlar, meslek sırlarını avama söylemezlerdi. Strasbourg Katedrali de bu anlattığım özelliklerin tümüne sahip, operatif masonlarca inşa edilmiş önemli bir yapıdır.

Ittersville'de antik yapılar

Diğer yapılara gelince… İkametgah veya işlik olarak inşa edilmiş XVI., XVII., XVIII. Yüzyıl yapıları, masif ahşap taşıyıcı kolon, kiriş ve çapraz payandalarla çatılmış iskelet sistemi ve araları kâgir malzeme ile doldurulmuş ve sıvanmış duvarlardan oluşmuştur. İşin ilginç yönü, bu binalardan pek çoğu zamanımıza kadar gelebilmiştir. Bu binalar zamanımıza kadar nasıl dayanabilmiş, nasıl sağlam kalabilmiştir? Ahşap malzeme kesitleri çok kalın tutulmuş, ayrıca dönemin tekniğine göre emprenye edilmiştir.

Strasbourg'da bir XVII. yüzyıl yapısı

Şöyle: Büyük boylu kalaslar kireç kuyuları içinde bekletilirdi. Zaman içinde sönmüş kireç, ağacın lifleri arasına nüfuz eder, kalas dışarıya çıkarıldıktan sonra içindeki su buharlaşır ve havadaki karbon di oksitle etkileşerek oluşan kireç lifler arasında kalır, bu da ağacı haşereden koruduğu gibi çürümesine de engel olurdu. Yüzeye sürülen manganezli ve demir oksitli bir nevi kil olan aşıboyası (okr) da ağacı dış etkilerden korurdu.

Strasbourg'da bir XVI. yüzyıl yapısı

Aynı teknolojiyi Mimar Sinan ve kalfaları da biliyordu. Ama her halde maliyet unsuru dolayısıyla sivil mimarimizde uygulama alanı bulamamış olsa gerek. Tabii yapıların devamlı bakım görmesini de unutmamak gerekir. Bizde bırakın XVI. Yüzyılı, XIX. Yüzyıldan kalan kaç tane ahşap bina gösterebiliriz? Zaten kalanları da ya yaktık, ya da yıktık, yerlerine beton ucubeler oturttuk.

Requevi'de meydan

Kleber meydanı, alışveriş merkezleri, lüks restoranlar ve kafelerle halkın yaşamına katkıda bulunur. Kareye yakın planlı büyük ve taş kaplama ve de ilginç havuzlu meydanın ortasında Kleber’in heykeli yer alır. Jean Baptiste Kleber, XVIII. Yüzyıl sonlarında yaşamış, Strasbourg doğumlu Fransız generalidir. Asıl mesleği mimarlıktır. Alsace bölgesinin inşaat müfettişi idi. Askerliğinde birçok cephede savaştı. General oldu. Kahire’de Osmanlı’yı yenilgiye uğrattı ise de yine Kahire’de çıkan bir isyanda öldürüldü.

Strasbourg'da Petite France (Küçük Fransa)

Yine eski yerleşimin güneybatısındaki küçük bir ada üzerinde kurulu Petite France (Küçük Fransa) yerleşimi vardır. Bu gün burada çağlayan ırmak kolları arasında kâin antik yapılarda turistik oteller, kafe ve restoranlar bulunuyor. Antik yapıların birçoğu eskiden deri imalathaneleri imiş. Bilirsiniz, deri imalâtında suya büyük gereksinim vardır. Onun için bu sektör bol suyun yanında gelişmiş. Bu gün aynen muhafaza edilen binaların üst katları, deri kurutma mahalli olarak üstü örtülü teraslar halinde bulunuyor. Alman işgali sırasında (Bismarck döneminde) buradaki bir binada cüzamlı ve frengili hastalar hapsedilirmiş. Bu yüzden ve de deri imalattan yayılan mülevves koku dolayısıyla, Almanlar Fransızlara hakaret amacı ile buraya Küçük Fransa demişler. Bu gün cennetten bir köşe haline gelen bölge aynı adla anılıyor. İşin ilginç yönü, Fransızlar bu ismi değiştirmeye kalkmamışlar.

Kentin yeni bölgelerine ve de Avrupa Birliği tesislerine bundan sonraki yazımda değineceğim.

Yayın Tarihi : 2 Haziran 2008 Pazartesi 12:25:04


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Nazmi Öner IP: 85.104.154.xxx Tarih : 4.06.2008 19:58:22

Mart 2002’de Frankfurt’ta dört gün kalacaktım. İki gün dolaştıktan sonra, Strasbourg’un çok yakın olduğunu fark edip, günübirlik gezip dönerim diye gelmiştim oraya. Ama Strasbourg’u görünce adeta büyülendim ve kalmak için çareler aradım. Oteller pahalıydı. Katedralin girişine göre 100-150 metre kadar sağ tarafta Maraşlı bir dönerciye rastladım. Oturup döner yerken, kalabileceğim uygun fiyatlı bir yer sordum. Genellikle Öğrencilerin ve sırt çantalıların gittiği Herberge diye bir otel zincirinden söz etti. Telefon ettik doluydu. Sonra şehir dışında kendi evinin yanında, Ren kıyısında aynı otelden bir daha olduğunu ve orada kalabileceğimi söyleyerek: “Sen git gezmene bak. Akşamüstü altı-yedi gibi gel. Ben eve giderken arabamla götürüp seni oraya yerleştiririm. Olmazsa, Ren’in karşı kıyısında Almanya’nın Kehl kasabasında mutlaka yer olur.” Dedi. Ben bu güvenceyi aldıktan sonra, adeta saldırırcasına daldım sokaklara. Kaybolma tehlikesi yoktu. Çünkü nereye giderseniz gidin, katedral görünüyordu. Altı saatten fazla sokak sokak dolaşıp resim çektim. Ertesi gün de Ren kıyısından başlayarak yürümeye, sekiz saat daha dolaştıktan sonra 15 treni ile Frankfurt’a döndüm. Öylesine kaptırmıştım ki kendimi Strasbourg’a, hiç yorgunluk bile hissetmedim. Şimdi yazılarınızı okudukça ve sizin de aynı biçimde etkilendiğinizi gördükçe, aynı duyguları yeniden yaşıyorum. Tebrikler ve teşekkürler.