22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Su ve Su Sorunlarımız


Seçim sonuçlandı; seçimin galibi Türk demokrasisi oldu. Türk demokrasi tarihinde, 1954 seçimlerindeki ikinci yasama dönemlerinde oylarının oranını arttırabilen Demokrat Partiden sonraki parti, 2007 seçimleri ile AKP oldu. Demek ki Türk halkı, oylarını Menderes, Demirel, Özal gibi proje öneren, üreten ve çözüm getiren karizmatik liderlere veriyor. Ekonomik istikrar bozulunca emaneti geri alıyor. İktidarın vatana, millete hayırlı olmasını diliyorum.

Bu haftaki konumuz su ve su sorunlarımız. Seçim günleri geride kaldığına göre, su rezervleri azalan belediyelerin, su kesintilerine gitmeleri kaçınılmaz olacak gibi görünüyor. Bu günlere kadar sabrettiler ama artık bıçak kemiğe dayandı.

Aslında su, dünyada eksilmiyor. Lavoisier, taa iki yüzyıl önceden, ‘’dünyada hiçbir madde yok olmaz, yoktan da var olmaz, ancak şekil değiştirir’’ demiş. Su da, her madde gibi milyarlarca yıldır, değişik pozisyonlarda, ama artmadan ve eksilmeden varlığını sürdürüyor. Bizler de, varlığımızı ona borçlu olarak yaşıyoruz. Çünkü vücudumuzun % 66’sı su.

Dünyada sudan bol bir şey yok. Dünya yüzeyinin % 80’i su. Tüm suların %97’si deniz ve okyanuslar, % 2’si donmuş sular, ancak % 1’i içme suları. Su için ‘değişik pozisyonlarda’ deyimini kullandık. Havadaki yağmur bulutları; bunların yoğunlaşması; yağmur, kar, dolu olarak yere inmesi; suyun toprağa geçişi ile yeraltı suları birikimi; yüzeysel akıntılar bileşeni ile oluşan dereler, nehirler ve göller; buharlaşma ile atmosfere geri dönüş. İşte buna ‘hidrolik döngü’ diyoruz. Mademki sular eksilmiyor, biz niçin zaman zaman su sıkıntısı çekiyoruz? Çünkü iklim değişiklikleri ve atmosferik şartlarla üzerimizden geçip giden bulutlar yere yağmur bırakmayınca kuraklık yaşıyoruz. Bu bir. İkincisi, değişik yörelerin değişik mevsim şartları ile yeraltı ve yerüstü suları eşit oranda dağılmıyor. (Galiba ortaokul kompozisyon ödevi gibi oldu ama sizlere hatırlatmadan esas konuya geçemedim.)

Bu eşitsizliği, değişik bölgelerdeki, bir yılda kişi başına düşen su rezervi olarak ifade edersek: Yılda, kişi başına 10 bin m3 su düşen ülkeler ‘su zengini’, 3 ilâ 10 bin m3 su düşen ülkeler ‘yeterli su sahibi’, bin ilâ 3 bin m3 su düşen ülkeler ‘su fakiri’ olarak niteleniyor.

Türkiye, 1960’larda yılda kişi başına düşen su miktarı olarak yeterli suya sahip bir ülke iken, 70 milyona varan nüfusumuz için yılda kişi başına düşen su miktarı, 1430 m3’e düşmüş bulunuyor. Bu demektir ki, bizler de su fakiri ülke olma yolundayız. Zaten dünyada su kıtlığı çeken 26 ülkeden 14’ü Ortadoğu ülkeleri. Bu ülkeler içinde yine de en şanslısı biziz.

Su sorununu: 1/ Yurt ölçeğinde, 2/ Kent ölçeğinde ele almak gerekiyor.

1/ Yurt ölçeğinde, tarımda sulama, sanayide kullanma suyu ihtiyacını DSİ Genel Müdürlüğü yıllardan beri çok başarılı çalışmalarla yürütmektedir. DSİ’nin yurt yüzeyinde yaptığı baraj, regülatör, sulama kanalı inşaatları, Türk mühendisleri için dünya çapında yüz akı olmuştur. Kim ne derse desin, Süleyman Demirel’i bu konuda hayırla yad etmemek haksızlık olur. Yine yurt ölçeğinde planlanması gereken husus, insan yerleşimlerindeki yoğunlukların dikkatle ayarlanması olmalıdır. Geçen yazımda da belirttiğim gibi Çukurova bölgesinde Seyhan, Ceyhan, Göksu gibi, Batı Akdeniz’de Manavgat gibi nehirlerin bol debili sularını denize akıtacağımıza, bu suların yeni yerleşim merkezlerinde insanların hizmetine verilmesi, buna karşın su fakiri Ege bölgesinde nüfus artışının teşvik edilmemesi ilk akla gelen hususlar.

2/ Kent ölçeğinde yapılacak çalışmalarda, alınacak ekonomik tedbirlerle ana kentlere yığılmaların önlenmesi, artan nüfusun planlı bir şekilde, ön görülecek yerlere kaydırılması gerekir. Bir ana kentteki anormal nüfus artışları ile yükselen nüfus yoğunluğu, kişi başına tüketilecek su miktarının da anormal artışı, uzak mesafelerden evlerimizdeki musluğa kadar gelen suyun ilk tesis ve işletme maliyetlerinde logaritmik artışlara neden olmaktadır. Artık ‘sudan ucuz’ deyimi günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir.

Tarım sulamaları ve sanayi kullanım suları dışında, kentlerde tüketilecek içme sularının toplanması, ham suyun arıtılması, kente getirilmesi ve belli bir basınç altında evlerimize dağıtılması, dikkatli bir planlama ve projelendirme gerektiren önemli mühendislik hizmetlerindendir. 4 kişilik bir aileyi barındıran bir evin yıllık su tüketimi 400 bin litre kadardır. Bu rakam içinde kişilerin özel tüketimleri, ev temizliği, çamaşır yıkama, çiçek sulaması gibi su giderleri vardır.

Bir insanın günlük su tüketimi, kişinin alışkanlıklarına göre değişim gösterse de ortalama 200 litre kadardır. Bu miktar, 60 ilâ 110 litre banyo, 26 litre tuvalet, 4 litre el yıkama ve diş fırçalama, 56 ilâ 106 litre bulaşık, 4 litre içme suyu ve diğer içkiler olarak hesaplanmıştır. Yani, uygar bir insanın, elindeki olanaklara göre günde 150 ilâ 250 litre arasında su tüketmesi gerekmektedir. Bu rakamlar, gelişmiş ülkelerde 260 litre, Güney Amerika’da 184 litre, Asya’da 143 litre, Afrika’da 67 litre ve de Türkiye’de 111 litredir.

Bu rakamlardan ekonomi yapmak, bilmem ne dereceye kadar doğrudur. Hijyen, bu rakamlarla idame edileceğine göre hiç kimseden böyle bir su kısıntısı yapması istenemez. Yurdumuz ortalamasında, minimum kullanım standardından bile 40 litre aşağıda su kullandığımızı da dikkate alalım. Ancak zorunlu gereksinimler dışında kalan taşlık, balkon, araba yıkama, çim ve çiçek sulama gibi işlerde su ekonomisi yapabiliriz. Örneğin sulama işlerinde zemine döşenen borularla damlama sistemini uygulamak, kurak bölge bahçelerinde zemin altına döşenecek delikli borularla köklere yeteri kadar su vermek ve de bu sistemleri periyodik zamanlama apareyleri ile çalıştırmak gerekir.

İstanbul, tarih boyunca su sıkıntısı çekmiş bir kenttir. Birçok Avrupa kentinde olduğu gibi büyük nehirler kenarına kurulu bir kent olmadığı için tatlı su gereksinimini yağmurdan ve Istranca ormanları gibi yakın çevreden getirilen sularla karşılamıştır. Bizans’ın Yerebatan, Binbirdirek gibi sarnıçları, yağmur suları ve kemerler üzerinden geçen isale kanallarının getirdiği sularla doldurulabiliyordu.

Osmanlı toplumu için bol su temini, her zaman önemli olmuştur. ‘Su gibi aziz ol’ deyimi bunu kanıtlar. Kentler, hamamlar ve çeşmelerle âbat edilmiştir. Çeşme yapmak, sebil dağıtmak en makbul hayrattan biridir. Kanuni Sultan Süleyman, işçi yevmiyesinin 6 akçe, usta yevmiyesinin 12 akçe olduğu İstanbul’da, su kıtlığı baş gösterip bir katır yükü suyun 15 akçeye satıldığı dönemde, Mimar Sinan’a ‘Kırkçeşme’ sularının İstanbul’a getirilmesini irade etmiş. Bol su ile nüfus artışı arasında bir paralellik sezen Sadrazam Rüstem Paşa: ‘Aman Padişahım, Şehr-i Stanbul’a bol su getirmeniz nüfus artışını da beraberinde getirir’ mealinde itiraz etmiş. Sinan da, isale hattının inişli çıkışlı olduğunu, birçok yerde su kemerleri inşasının zorunlu olduğunu, her bir hat üzerine aralıksız akçe dizmiş gibi büyük masraf gerektirdiğini ifade etmişse de hünkâr kararından vazgeçmemiş, sonuçta İstanbul bol suya kavuşmuş, her mahallede kurulan çeşmelerden gürül gürül bedava sular akmış. (Sayın Erdem Yücel, Mimar Sinan’ın ‘Tevzi Defteri’ne göre, Kırkçeşme suları inşaatının 1554’de başladığını, 1563’de bitirildiğini ifade etti. Demek ki tesis Sultan Süleyman’ın vefatından iki yıl evvel bitirilmiş, Hünkâr eserini görme mutluluğuna ermiş.)

Son yıllarda, göçlerle oluşan anormal nüfus artışları ile 15 milyona yaklaşan İstanbul’da su sorunu zaman zaman yaşana gelmiştir. İstanbul’a modern metotlarla su getiren yabancı şirket, Terkos gölünün suyunu kente getirmiş, İstanbul’un yerli halkı, her yerdeki su tesislerine terkos demeye başlamıştır. Son yıllarda yapılan barajlarla kent, bu günlere kadar anormal su sıkıntısı çekmemiştir. İçme suyu üreten baraj ve göllerin su potansiyeli şöyle: Ömerli 235, Terkos 162, Büyükçekmece 150, Darlık 107, Sazlıdere 89, Pabuçdere 55, Alibey 34, Kazandere 16, Elmalı 10 milyon m3 kapasitelidir. Toplam kapasite 858 milyon m3 oluyor. Bu rezervuarın yaz aylarında buharlaşma ile 60 milyon m3 su kaybettiğini de hesaba katmak gerekir. Bu baraj ve göllerden 2 milyon m3 arıtılmış su kente pompalanır. Bu da yıllık 720 milyon m3 eder. Ama bu suyun % 40’a yakını yetersiz borulardan sızarak evlere varmadan zayi olur. Yanlış politikalar sonucu devamlı artış gösteren nüfusa, bir kısır döngü içinde İSKİ’nin su yetiştirme gayretleri devam ediyor. İstanbul’a 180 km. uzaklıktaki Bolu’nun Melen çayından su getirme projesi ilerliyor. Bunları görünce insanın Sadrazam Rüstem Paşa’ya hak veresi geliyor.

Hürriyet gazetesinden öğrendiğimize göre barajlardaki su seviyesi % 30’ların altına düştüğünden, kente su yetiştirebilmek için peş peşe artezyen kuyuları açılıyormuş. Demek ki yeryüzü sularını tüketince sıra yeraltı sularına geldi. Bu suları da aşırı çekmek, geçen her yıl yeraltı su seviyesini aşağılara indirmek sonucunu verecektir. Bu işlem, kazancımız yetmediği için biriktirdiğimiz parayı yemeye başlamak gibi bir şey ki, zaman içinde ‘hazıra dağ dayanmaz’ deyimini haklı çıkarır.

Şu anda yaz tatilimi geçirdiğim Bodrum Yarımadası’nda da su problemi var. Yarımadada bırakın nehiri, doğru dürüst dere yok. Azmak denilen dereler, ancak kış aylarında sel sularını denize akıtmaktan başka işe yaramaz. Küçük derelerle beslenen Mumcular barajını saymazsak, su gereksiniminin tümü yeraltı sularından sağlanıyor. Bu arada, Bodrum Yalıkavak Belediyesi, denizden içme suyu sağlama projesi sunan bir firmaya yeşil ışık yaktı. Diyaframdan süzme metodu ile çalışan ilk denemelerin olumlu sonuç verdiği söyleniyor. Bildiğimiz gibi bu metot Arap ülkelerinde çok kullanılıyor. Riyad’ın suyu, 500 km. Doğudan, Basra Körfezi kıyısındaki Al-Jubail’den geliyor. Bu önemli tesisler, genellikle Türk müteahhitleri tarafından gerçekleştiriliyor. Yüksel İnşaat, yakın zamanda 90 bin m3/gün kapasiteli büyük bir tesisi, bir Arap ülkesine teslim etti.

Bu metotta önemli olan husus, işletmede suyun pH derecesini iyi ayarlayabilmektir. (pH derecesi, sudaki asit ve baz değerlerini tayin eden, hidrojen iyonu konsantrasyonunun negatif logaritma değerini gösteren 0 – 14 arasındaki ölçüdür. Bu değer, 7’den büyükse asitik, küçükse bazik niteliklerin suda ağırlıklı olduğunu gösterir.) Bu değerlendirmede asitik özellikler fazla ise, bir takım metal tesisatın korozyona uğrayarak elden çıkması sonucu ile karşılaşabiliyorsunuz. Bu da, tesisatlarda büyük zararlara ve yeniden yapılandırmalara neden olabilecek demektir. Bu gün galvaniz boruların yerini alan plastik borular üzerindeki etkisini de araştırmak gerek. Yoksa Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olabiliriz.
Yayın Tarihi : 26 Temmuz 2007 Perşembe 11:12:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
K. Mükremin BARUT IP: 85.99.3.xxx Tarih : 30.07.2007 19:53:41
SAYIN YILMAZ ERGÜVENÇ ÜSTADIM. GÜNÜMÜZDE DÜNYA NÜFUSUNUN YÜZDE ATMIŞBEŞİ BÜYÜK KENTLERDE YAŞIYOR. ÖNÜMÜZDEKİ YÜZYILDA BU ORANIN YÜZDE SEKSENBEŞLERE ÇIKACAĞI SÖYLENİYOR. SOSYOLOJİ VE KENT BİLİMİNİN BU TESPİTİ ORTA YERDE DURUYORKEN, KENTLERİN KADERİ DOĞAL AFETLER BAĞLI KALABİLİR Mİ ? SİYASİLERİN GÖREVİ ÖNCEDEN ÖNLEM ALMAK DEĞİL MİDİR ? SİZE ANKARA'DAN BİR ÖRNEK VEREYİM. EĞER ANKARA'DA MURAT KARAYALÇIN ZAMANINDA YAPILAN "SU MASTER PLANI" UYGULANSAYDI, BU GÜN; ŞİMDİLİK BEŞ AYLIK OLDUĞU SÖYLENEN SU KESİNTİSİYLE KARŞILAŞMAZDIK. OYSA MELİH BEY, YAKLAŞIK ON YILDIR ANKARA'YI YÖNETİYOR. ASKİ'YE ÖDEDİĞİMİZ PARALARLA KENTİ OTOBANA ÇEVİRDİ. HER MEYDANI KATLI KAVŞAKLARLA, VE ÇÖZÜLMEZ DÜĞÜM NOKTALARINA DÖNÜŞTÜRDÜ. KENT HABER SAYFALARINDAN, ANKARA İÇİNDE OLUŞAN TRAFİK KAZALARINI TOPLAYIP ARŞİV YAPTIM. BU KAVŞAKLAR YAPILMADAN ÖNCE KENT İÇİ KAZALARDA EN FAZLA MADDİ HASAR OLUŞURDU. ŞİMDİ KAZA YAPMIŞ HER ARAÇTAN BİR CESET ÇIKIYOR. TÜM MÜHENDİS VE MİMARLARA "KADROLU EYLEMCİLER" DİYEN, "BEN HERŞEYİ BİLİRİM, GELİP BENDEN ÖĞRENSİNLER" DİYE MEYDAN OKUYAN BİR SİYASET ADAMI YILLARDIR KURNAZLIKLARLA KENDİNİ BÜYÜK ŞEHRİN BAŞINA SEÇTİREBİLİYOR. BU SU KESİNTİLERİ İLE İLGİLİ; ANKARALILARA "ALLAHA DUA EDİN. YAĞMUR YAĞSIN" DİYE SORUMLULUĞU ÜSTÜNDEN ATAN DEMEÇLER VEREBİLECEK KADAR RAHAT. BU RAHATLIĞININ BİR DİĞER NEDENİ DE, DİĞER PARTİLER, ONUN KARŞISINA RAHMETLİ VEDAT DALOKAY GİBİ HEM TEKNİK BİRİKİMİ OLAN VE HEM DE YÜREKLİ BİRİNİ ÇIKARMIYORLAR. 17 AGUSTOS DEPREMİ HEPİMİZİ DEPREM PROFESÖRÜ YAPMIŞTI. BAKALIM BU SUSUZ BEŞ AY HALKIMIZI BELEDİYECİ YAPACAK MI. YA DA TEKNİK BELEDİYECİLİK NEDİR ÖĞRENECEK MİYİZ ? SAYGILARIMLA. K. Mükremin BARUT-ANKARA 30 Temmuz 2007