26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Taksim 2013

İnşaat var bahanesiyle 1 Mayısta emekçilere, 19 Mayısta törenlere kapatılan meydanda her şey, Gezi Parkındaki üç ağacın kesilmesiyle başladı. Gelen kesimciler, sanki gündüzler çuvala girmiş gibi gecenin 11’inde bir emrivakiyle işi bitirmek istiyorlar, her halde ‘’âlemi kör, herkesi sersem’’ sanıyorlardı.

100 binlerin meydanı doldurması, miting, protesto, festival gibi eylemler için kent meydanlarına, özellikle Taksim Meydanına yasak getirilemeyeceğinin de bir nevi kanıtı oluyordu. Yeşile sahip çıkan gençlere yapılan ‘’toma’’lı, biber gazlı saldırılar, ardından tebdil kıyafet gelen çadır yakıcılar, iyi niyetli protestoyu ateşledi. Artık ağaçların kesilmesi, sadece bardağı taşıran son damlaydı. Bu olay, kimsenin farkında olmadığı bir gerçeği ortaya çıkardı. 1990 kuşağı bilinçli gençler, özgür ve evrensel yaşamın hasreti içindeydiler.

Taksim Topçu Kışlası

Devamlı okurlarım bilirler, hiçbir zaman 1940’lı yıllarda yıktırılmış bulunan Taksim Topçu Kışlası restitiüsyonunun yapılmasına karşı durmadım. Çünkü yıktırılması mimari mirasımıza vurulmuş bir darbe idi. Efendim, kışla Osmanlı mimarisi değilmiş, bizde soğan kubbe yokmuş, kimine göre eklektik, kimine göre oryantalist, kimine göre Hint mimarisinden esintiler taşıyormuş. Ne olursa olsun, Sultan III. Selim’den başlayıp, Sultan Abdülaziz’e kadar gelen bir dönemin mimari mirasıdır, başımız üzerinde yeri vardır. Mimarlıkta şövenizm sökmez.

Kışlanın konum ve boyutları Pervititsch haritalarında görülüyor. İç ve dış cephe fotoğrafları, yerden ve kuşbakışı perspektifleri var ama rölöveleri yok. Belki de Genelkurmay arşivlerinde vardır. Ne var ki bu bina kışla olarak kullanılmayacağına göre iç bölmeleri bizi ilgilendirmiyor. Yıkılmış bir binanın yeniden inşa edilmesi ilk defa yapılan bir işlem değil. II. Dünya Savaşı bombardımanlarında yıkılan Alman kentlerindeki, özellikle yerle bir edilmiş Dresden kentindeki klâsik yapılar, kiliseler, katedraller, opera binaları, … eskisi gibi yeniden inşa edildi. Kentler, savaş öncesi güzelliklerine yeniden kavuştular.

Yalnız burada bir ince nokta var. İnşaatı, döneminin malzeme ve yapım metotlarını kullanarak yapmalısınız. Radikal gazetesinde gördüğüm bir bilgisayar perspektifindeki gibi betonarme karkas ve çimento sıvalı bir yapı yaparsanız, üstelik sağına soluna orijinalinde bulunmayan portikler eklerseniz işte o zaman bu bina ÇAKMA BİNA olur. Bu bir.

İkincisi, bu binanın hiçbir şekilde AVM veya rezidans olarak kullanılması tasvip edilemez. İstanbulluya mutlaka müze ve sanat mabedi olarak hizmet vermelidir. Şehir müzesi olabileceğinden bahsediliyor. Olabilir. Evvelki yazılarımda da belirttiğim gibi en iyisi Resim ve Heykel Müzesi olmasıdır. Meydan kotunda sergi salonları, resim galerileri, kitabevleri, sanatçı işlikleri ve kafeler de bulunabilir.

Tabii ki bütün bunlar, Topçu Kışlası inşaatının gerçekleşmesi durumundaki temennilerimiz. Kışlanın inşaatı henüz kesinleşmiş değil. Önümüzde bir yargı süreci var. Şu anda yürütmenin durdurulması karara bağlanmış durumda. Bundan sonra daha bunun İdare Mahkemesi kararı var; Danıştay kararı var. Muhatabın itiraz hakkı var. Bilirkişi raporuna uyma veya gerekçeli uymama olasılığı var.

İnşaatın yapılabileceğine dair müspet sonuç alınsa dahi inşaatın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin mutlaka İstanbullunun oyuna sunulması gereği var.

Gezi Parkı

1940’lı yıllarda İstanbul, yeterli sınırlar içinde kalan ve mâkul bir nüfusu barındıran bir kentken savaş yıllarının getirdiği yokluk ve fakr’ür zaruret içinde yaşamını sürdürüyordu. Ülkede ekonomik gelişim ve sonucundaki göç olgusu henüz yaşanmıyordu.

Bu sıkıntılı günlerde dahi İstanbul’un imar işleri ihmal edilmemiş, Fransız mimar ve şehirci Henri Prost kente çağırılmış, şehir planını düzenleme görevi verilmişti.

O zamanın İstanbul’unda, Sirkeci veya Yenikapı’dan bindiğimiz trenle Florya plajlarına yüzmeye giderken çevreyi seyrederdik. Yedikule surlarına kadarki Sur içi yerleşimlerde bahçelerden fışkıran meyve ağaçları, boyasız ve kararmış ahşap evleri örterdi. Göze batan tek yüksek yapı, I. Dünya Savaşı sırasında askeriye ile yaptığı ticaretle zenginleşen ve vurgun yaptığı söylenen bir kişinin Cerrahpaşa Hobyar’da inşa ettiği ve halkın BULGUR PALAS olarak tesmiye ettiği bina idi.

İstanbul, özellikle Boğaziçi ve Kadıköy genelinde yeşil karakterli olmakla beraber, halkın yoğun yaşadığı bölgelerde mesire yeri olarak benimsenen Kuşdili, Çırpıcı gibi çayırların dışında, kent parkı olarak Topkapı Sarayı külliyesinden ayrılmış Gülhane Parkından başka düzenli bir yeşil alan yoktu. Gülhane Parkı, halkın hava aldığı ve yeni yetme gençlerin buluşma yeri olan tek parktı. Ne var ki bu güzel parkı o dönemin gericileri, kurucusu Şehremini (Belediye Başkanı) Cemil Topuzlu’yu kastederek CEMİL PAŞA KERHANESİ diye anarlardı. Eski İstanbullu hanımlar evden dışarı sıklıkla çıkmadıkları, beylerinse evle iş arasında mekik dokudukları, devam ettikleri cami ve kahvehaneler ve de ara sıra yaptıkları Beyoğlu kaçamakları dışında özel hayatları olmadığı için bizde KENT PARKI kavramı gelişmemişti.

Prost, İstanbul planlamasını bölgesel anlamda ele almadı. Genellikle meskûn bölgeler içinde çalıştı. Prost, her halde bir Le Corbusier değildi; kapasitesi bu kadardı. Sadece XIX. yüzyıl sonu, XX. yüzyıl başı şehirciliğini biliyordu. Yine de bir Avrupalı olarak İstanbul’da kamuya ait yeşil alanların bulunmadığını fark etti. İstanbul yakasında 1 Numaralı ve Beyoğlu yakasında 2 Numaralı parkları planladı.

1 Numaralı park, Aksaray’dan Surlara kadar olan, Likos deresinin aktığı ve Yenikapı’dan denize döküldüğü, bir tarafı Çapa, diğer tarafı Fatih sırtlarına bakan, eski yangın yeri olan vâdiyi kapsıyordu. Peki, ne oldu bu park alanına? Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, vâdinin ortasından 70 metre enindeki Vatan Caddesini geçirdi. Çevreyi imara açtı. Caddenin iki yanı resmî binalar yerleşti. Çapa ve Fatih semtleri yeşil alanlara önem vermeksizin ilkel dama tahtası sistemiyle planlandı ve apartmanlarla doldu. Bölgede yeşil meşil, park mark, hiçbir şey kalmadı.

2 Numaralı parka gelince. Bu park, bir ucu Taksim’de yıktırılan Topçu Kışlasından, diğer ucu Maçka Taşlık’tan başlayan ve Dolmabahçe’ye, denize kadar inen bir büyük yeşil alan planlamasıydı. Taksim’deki başlangıcı, İsmet İnönü’nün at üzerindeki heykeli çevresinde gelişen bir ANIT PARK olarak planlanmıştı. Bu bölüm, Fransız, Paris parklarına benzetildi ve düzenlendi. İsmi de İnönü Gezisi oldu. GEZİ sözcüğü PROMENAT anlamına geliyordu. Ne var ki Demokrat Parti iktidarı heykeli yerine koymadı, Gezinin özel tören platformu boş kaldı.Daha sonraları, Gezi Parkının Cumhuriyet Caddesi cephesine restoran ve fast fudcuları dizdiler. Üzerine bir de Evlendirme Dairesi oturttular. Bunun otoparkı nerede olacak diye düşünmediler, Gezinin bir kısmı emrivaki otopark oldu.

2 Numaralı büyük yeşil alan, Dolmabahçe rıhtımında son bulacaktı. Fakat mimar yapılan baskılara dayanamadı ve büyük bir meslekî hatâ yaptı; İnönü Stadını kondurdu; yeşilin denizle ilişkisini kesti. Peki, daha sonra ne oldu? Ne olacak, 1950’lerde parkın göbeğini Hilton Oteline verdiler. İş çığırından çıktı, arkası geldi. Ceylan İntercontinental, Hyatt, Swiss otelleri, Süzer Plaza ve daha bir sürü kazulet yapı, parkın canına okudu.

Koskoca park, Nasrettin Hoca’ya atfedilen fıkra misali makasla leyleğin gagasını ve bacaklarını kesip kuşa döndürmesi gibi artık kuşa mı, kargaya mı neye benzediyse benzedi.

Uzun lâfın kısası yeşil alanmış, parkmış, böyle kavramlar hâlâ daha kültürümüze yerleşmiş değildir. İstanbul’un, vazgeçtim New York’un 320 hektarlık Central Parkından, Londra’nın, Paris’in ve diğer Avrupa kentlerinin muhteşem güzel parklarının tırnağı olacak bir tek parkı yoktur.

Kusura bakmayın, koskoca parktan kırpıla kırpıla küçücük kalmış göstermelik bir Gezi Parkı olsa ne yazar, olmasa ne yazar; Gönül Yazar.

Tabii, ağaç da park da önemlidir. Ama bu eylemde önemli olan, pırıl pırıl gençlerimizin çok cepheli ve çok anlamlı hareketidir.

Bilmem farkında mıyız, YENİ TÜRKİYE doğum sancıları çekiyor.


yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 19 Haziran 2013 Çarşamba 09:50:57
Güncelleme :21 Haziran 2013 Cuma 09:52:12


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
yasar ertas IP: 5.61.150.xxx Tarih : 17.06.2013 17:11:17

gece gelen üc agaci kesen Gündüz sanki yokmus cümlenize benzer bir Animi yazmak geldi icimden kasabanin birinde bir isi yapmak arzusu o kiside varmis fakat demokratik yasizmalar müsadeler Kabul edilir edilmez rizikolari varmis bir de Zaman alirmis o da yanin calisanlarina bu gece gidin bi isi Sabaha bitmis göreyi onlarda Emir kulu ya gitmisler bi isi yapmislar (is bitmis ve olmus bundan sonraki baska bürökrasi yoluna bumesele  girmis is isten de gecmislik var olmus)

eski tarihi bina vs. yikilmis olabilir eskimis olabilir  yikilanlarin yenisi yapilacak sa malzemesi ona uymali eski si onarim yapilacaksa onuda malzemesi ona göre secilmeli

ayasofya nin onarimi yapildi distan görünüsü o renkli badanasi ve dis görünümü kim güzel kim bu yakismis derse ben ne diyeyim

 bir zamanlar fransiz mimar ve sehirci henri porst kente cagrilmis konusunada deginmisiniz  o  veya o zamanlardan bir söz yükselmis kente oturan insanlarin o yer güzel benim bu yol  burdan gecerse köse benim menfatime cokta Uygun manevi menfatime de cok saygin diye düsünenlerle bas edecek baslariniz ve yasalariniz yoksa hicbu ise baslamayin  ve bizde o zamanda baslanmis ve güzel baslanan is bu kentimizi böyle insanlar  ve uygulanamayan yasalar böyle yapmistir (bu pagraftaki sözü tam hatirliyamadigimdan kisada tam yazamadigimdan özür anlamak istiyenler birseyler anlayabilir anlamak istemiyenler  de anlamayabilir ama cok kisiler  bu kentte yasiyor cogu kezde  illallah diyoruz  Memleketimz yüz ölcümü bakimindan büyük bir memleket insanlarin ic ice evlerin sokaklarin ic ice  daracik olmasi bu genis melektimde sadece adinin genisli ile iyi  hissetmekeyim Istanbul gibi bir sehirde cendere de gibi kendimi hissetmekteyim buna betonlasmada köse kapmacada kasabalarda girmeye basladi Allah sonumuzu hayir etsin bende artik allaha havale ediyorum isleri kolay yol


Teoman Törünt IP: 88.241.192.xxx Tarih : 16.06.2013 12:46:15

Engin mimarlık ve mimarlık tarihî bilgisi ve formasyonu ile Sayın yazar "Gezi Parkı" olaylarının cereyan ettiği yer ve çevresi hakkında hem mimarlık, şehircilik hem de sosyolojik açıdan derin bir analiz yapmış ve biz okurları aydınlatmış. Tesis edilmiş bir mimarî eserin, en azından tarihî olması yönünden ortadan kaldırılmasının caiz olmaması gerektiği düşüncesine ben de katılmış, bu gazeteye verdiğim yorumlardan birinde bunu dile getirmiştim. Nitekim, rahmetli babam da Topçu Kışlasının yıkılmasına yanıp yakılırdı. Fakat başka uzmanların makalelerinde hibrid, hattâ "kitsch" bir yapı olarak değersizleştirildiğini ben de okudum. Sayın yazar tarihî değerinin her şeyin önünde olduğunu beyan ediyor; haklıdır. Fakat aslına sadık bir restitüisyonunun eldeki veri yetersizliği karşısında olanak dışı olduğunu ifade ettiğini anlıyorum. Bana göre, mahâllî belediyelerin takdir ve tasarrufuna taâllûk eden yeniden inşa düşüncesi ve bu konuda gösterilen azm-ü karar, ilgili idare mahkemesinin icranın durdurulması kararına rağmen buldozerlerin gezi parkına sokulmasından anlaşıldığı üzere Sayın Başbakana aittir. Bu da mimarî zevkinden değil, son zamanlarda bir dizi beyan ve tasarruflarından anlaşılacağı üzere Osmanlı mirasına dönülmesi ve topluma dindar bir kimlik kazandırma, bu arada ehibbaya rant kapısı açma hedefindendir. Peki, anısı el üstünde tutulan Demokrat Partinin, 1956-57 yıllarında Vatan Caddesi inşası sırasında yıkılan sanat değeri yüksek "Oruç Gazi", "Süheyl Bey", "Murat Paşa" camileri ve Karaköydeki son derece zarif minyatür caminin yeniden inşalarının düşünülmemesine ne demeli?!.  Topçu Kışlası aydınlanmaya karşı direnmeyi temsil etmektedir. Derviş Vahdetî gibi softaların kışkırtması ile alaylı askerlerin mektepli subayların kırılması ile başlayan karanlık-aydınlık mücadelesini hatırlatmaktadır. Topçu Kışlasının yeniden inşası, 31.MART'da başarısız olmuş alaylıların hatıralarının tâzim ve tekrimini hedefliyor sanırım. Bu bir, ikincisi  bunun yenilenmesi yanında AVM, rezidans projeleri ile rant elde edilmesi. Şu sıralarda yargı kararı beklenmesi, yargı müsaade ederse plebisit'e gidilmesi süreci sonunda Topçu Kışlası inşa edilecekse; ben bunun AVM ve/veya rezidansla entegre edilmesinin bir emr-i vaki olarak peşinden geleceğini kuvvetle tahmin ediyorum.  Bu arada Sayın Başbakan cılız bir sesle bu konuda anlaşma önerisini yapıyor; öte yandan esip gürleyerek bunca can kayıplarının ve çekilen çilelerin tüm sorumluluğunu yüklediği direnişçilere, muhaliflere ve bütün Dünyaya meydan okuyor; tabanı karşısında güç kazanıyor. Kendi kişiliğini devamlı öne çıkararak Cumhurbaşkanlığı hedefine olanca azmi ile yürümeye çalışıyor. Bu kişiliği "narsisizm", "complexe de supériorité-üstünlük kompleksi" ya da buna ifade eden başka bilinen deyimlerle tanımlama yetersiz oluyor. Ben haddimi aşarak psikoloji terminolojisine "kendini merkez-i alem zannetme sendromu" deyimini eklemek istiyorum.      


Teoman Törün IP: 88.241.192.xxx Tarih : 17.06.2013 14:50:30

Sevgili Yılmaz,

Senin de tahmin ettiğin gibi asla ve asla bu örnekten hisse çıkarmaz. Zira onun meramı başka... İşin başından beri Topçu Kışlasının eski sakinlerinin ruhunu taşıyan ve çoğunluk zannettiği tabanına güçlü mesajlar vermenin hesabı içersinde. Çevre duyarlığı ve Anayasal Demokrasiye saygısı olsaydı yargı kararına rağmen Gezi Parkına buldozerler sokturmaz; yargı kararını savunmak üzere oraya, tamamen meşru bir düşünce ile giren gençlerin üzerine tamamen gayrı meşru bir tasarrufla ve vahşiyane girip çadırları yakan polis aracılığı ile ve yurt dışına gider ayak "Topçu Kışlası da yapılacak; AKM de yıkılacak" tahrikleri ile bu korkunç süreci başlatmazdı. Derdi imanı sınırsız  yetkili Başkanlığa yolunu açmak. Zira tabanının tamamını hukuk ve toplumsal âdab bilincinden yoksun, esip gürlemelerine hayran olan Sincan ve Kazlıçeşmede bir takım manipülasyonlarla toplattığı, demagojik konuşmalarını yiyecek kalabalıklardan sanıyor. Artık bir sırat köprüsü üzerinde başkanlığı erişecek mi; göreceğiz. Onuncu Yıl Marşı yerine Mehter Marşına, "T.C." işaretlerinin kaldırılmasına, Atatürk adı taşıyan Kültür Merkezinin yıkılmasına, Atatürk remi taşıyan bayrakların kullanılmamasına kadar Cumhuriyet kazanımlarını silip süpürmeye sıvanmış bu anlayıştan Tanrı bizi korusun.


Yılmaz Ergüvenç IP: 188.56.150.xxx Tarih : 17.06.2013 13:10:28

Her iki okurumun yorumları, mimarlık mesleği ile sınırlı formasyonuma değerli katkılar sağlıyor. ''Hepimizin maksudu bir amma rivayet muhtelif''. Bu vesile ile bir anımı sizlerle ve diğer değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Sovyet Rusya, Gorbaçov dönemi... Komünist yönetimin son yılları... Türkiye Cumhuriyeti Moskova Büyükelçiliği Çarlık döneminden kalma güzel bir binadır. Büyükelçilik makamı ve rezidans bu binadadır. Ne var ki gelişen ihtiyaçlar karşısında Kançılarya hizmetleri ve lojmanlar için yeni bir yapının inşası gerekiyordu. Sovyet Hükümeti bize orta büyüklükte bir semt parkını tahsis etti. Bizler Ankara'da projeleri hazırladık. İş ihale edildi. Şantiye tesisine geçilirken semt halkının haberi oldu. Halkın parkını ellerinden aldığımız gibi pek çok ağacı da kesmemiz gerekiyordu. Çevre halkı galeyana geldi; pankartlar açıldı, protestolar başladı. Çehov'un bu parktaki ağaç altında kitap okuduğu dile getirildi. Peki, Sovyet Hükümeti ne yaptı? Gorbaçov halkından özür diledi. İhale iptal edildi. Bize de Moskova Nehri kenarında büyük bir binayı tahsis ettiler. Bu binada yaptığımız iç tadilat projesi ile Kançılarya ve lojmanlar faaliyete geçti. Çok da güzel bir yapı oldu. Acaba bu ''kıssadan bir hisse'' çıkabilir mi dersiniz? Hiç zannetmiyorum.   


Nazmi Öner IP: 178.233.80.xxx Tarih : 16.06.2013 12:59:24

Sayın Ergüvenç.
Bırakın batıyı, Türkiye’de kentleşme, yeşil alan yol ve meydan konusunda İran’a, Gürcistan’a, Kırgızistan’a baksınlar. Türkiye’nin en büyük meydanları, parkları İran’da çoğu kasabalarınki kadar bile değil. Sanıyorum Türkiye’de devlet halkın toplanmasından, yan yana gelmesinden hep korktuğu için bunları hep göz ardı etmiş. İstanbul ise tarihini ve coğrafyasını bitirmiş bir boşluk haline gelmiş. İstanbul’un bu hali bana aşağıdaki dizeleri yazdırmıştı.
BOYNUZLANDI ALTIN BOYNUZ
Ağladı yıllarca altın boynuz
Boynuzlanınca pislikle, lağımla!...
Ne büyük İstanbul yangınları
Ne depremler, ne de veba
Bunca kötülüğü aynı anda
Görmemişti İstanbul’a reva.

Kan kusturdular, kir kusturdular
Lağım kusturdular
Dizdiler güzelliğini boğazına.
Sıyırdılar, yeşil eteklerini, taciz ettiler
Tecavüz ettiler, yağmaladılar.
Astılar İstanbul’u kendi boynuzuna
Boğazından çelik halatlarla.
Ve on milyonluk bir varoş ağırlığını
Bağladılar halatların ucuna..