Taksim Cumhuriyet Anıtı hakkında çok yazılar yazıldı; çok şeyler söylendi. Ama ben, fazla sözü edilmeyen konulara girmek ve de anıtın inşa girişimi ve inşa evresine başka bir yönden bakmak istiyorum.
Anıt, genişleyen Taksim Meydanı ortasında eski mimari orantılarını kaybetse de İstanbul’umuzun, özellikle de Cumhuriyetimizin simgesi olmaya devam etmektedir. Taşradan gelenlerin foto-şipşakçılara çektirdikleri resimlerin fonunda bu anıt vardır ve de her İstanbullunun aile albümünde bu anıtın önünde çekilmiş bir iki fotoğrafı bulunur. Geçen yıl, 40 yıldan fazla zamandır İsveç’te çalışan mimar arkadaşımız Gökçetin Kanra’nın yurt hasreti ile geldiği İstanbul’da, yurt sevgisini ifade edebilmek adına Taksim Cumhuriyet Anıtı’na çelenk bıraktığına tanık olduk. Bu çelenk, kanımca rical-i devletin bayramlarda koyduğu çelenklerden daha anlamlı idi.
Taksim Cumhuriyet Anıtı |
Anıtı anlatmadan evvel, anıtın yapıldığı yılların genç Türkiye Cumhuriyeti’nde, İstanbul ve İstanbul halkının kesitine bir göz atmakta yarar görüyorum. Millî mücadele ve Kurtuluş Savaşı döneminde, Osmanlı hükümetinin olsun, İstanbul basınının olsun TBMM Hükümetine cephe alması, genç Cumhuriyet üzerinde ister istemez bir İstanbul alerjisi yaratmıştı. Bu bir. İkincisi, İstanbul kozmopolit bir kentti. Lozan Barış Antlaşmasından sonra Türkiye - Yunanistan arasında yapılan halkların mübadelesi (değiş-tokuşu) hükümlerine göre İstanbul’un Ortodoks Rumları değişim dışında kalmışlardı. Yine Lozan’da kararlaştırıldığı üzere, Rum, Ermeni ve Yahudi cemaat, azınlık statüsüne tâbî olup dil, din, eğitim özgürlükleri sağlanmıştı. Ancak özellikle Rum ve Musevî vatandaşlarımızın yoğun ticarî ve sınai faaliyetleri ve de ekonomik gücümüzün önemli bir kısmının bu vatandaşlarımızın elinde bulunması, ‘ulus-devlet’i rahatsız ediyordu. (Ekonomik gücün Müslüman Türklerin eline geçmesi amacı ile daha sonraki zaman içinde azınlıklar üzerinde yapılan legal veya Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi illegal baskı ve yüz karası eylemlerle gerçekleştirilen eritme politikası konumuz dışında kalıyor.)
Cumhuriyet dönemine kadar Türklük değil, Osmanlılık önemli idi. Milliyetçilik akımları bazı son Osmanlı edip ve düşünürleri ile gündeme gelmiş, İttihat-Terakki Fırkası iktidarı ile de uygulama alanı bulmuştu. Osmanlılık kisvesi altındaki Hıristiyan cemaatte de milliyetçi duygular içinde cadı kazanları kaynatılmış, sonuç her iki taraf için de büyük kayıplara neden olmuştu. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda milletvekili Buşo Efendi’nin ‘’Ben Osmanlı Bankası kadar Osmanlıyım’’ sözü o dönem basınında çok yankılanmıştı. Çok uluslu Osmanlı’da o zamana kadar Türk sözcüğü gündeme gelmez, ancak Avrupa basınında ve yabancı tarih-coğrafya atlaslarında ‘Turc’ ismine rastlanırdı. Osmanlı’nın parçalanması sırasında Balkanlar’da ve Ortadoğu’da revaç bulan milliyetçilik akımları paralelinde biz de Türk adına sahip çıktık, sonuçta ‘ulus-devlet’imizi kurduk. ‘Ne mutlu Türküm diyene’, ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’, ‘Türkün Türkten başka dostu yoktur’ gibi sloganlar bu politikanın doğal sonuçları idi. 1923 – 30 yılları arasındaki yeni ulus-devlet rejimini benimseme dönemlerinde, İstanbul dışındaki illerde Rum kalmamıştı. Ama bazı bölgelerde yaşayan Museviler, yerel halkın baskısı ile yurtlarını terk etmek zorunluluğunda kalıyorlar, ya dış ülkelere, ya da İstanbul’a göç ediyorlardı. Örneğin, Kırklareli yangını ve Çanakkale olayları bu şekilde gerçekleşti. O dönemde Çanakkale’yi ziyaret eden Atatürk’e Çanakkaleli bir Musevi’nin ‘’Gazi Paşa, bizi buradan kovuyorlar’’ feryadına Atatürk: ‘’Vatandaşım beni istemezse beni de kovar’’ yanıtını veriyordu.
İşte böyle bir ortamda İstanbul’un ve İstanbullunun Cumhuriyet’e bağlılığını bir şekilde göstermesi gerekiyordu. İşleri tıkırında giden ve çoğunlukla Beyoğlu - İstiklal Caddesi, Karaköy - Bankalar Caddesi ve çevresindeki iş merkezlerinde çalışan Musevî ve İsevî vatandaşlar tedirgindi. Bu zenginler, yanlarına Türk iş adamlarını da alarak mevcut statülerini korumak ve yeni rejime sahip çıkmak adına Taksim’e Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’i simgeleyen bir anıt yapmak üzere bağış kampanyası açtılar. Bu kampanya, basının da teşviki ile tüm İstanbulluları sardı. Teşebbüsü, devlet de teşvik etti. İstanbul milletvekili Hakkı Şinasi Paşa başkanlığında kurulan komisyon, makbuz bastırdı ve halktan bağış topladı. Bu arada meydan ve çevre düzenlemesi için de belediye bütçesinden harcama yapıldı.
Kuru çeşme ve havuz. |
Gazi Mustafa Kemal Paşa Kocatepe'de |
Cumhuriyet'in kurucuları ve Milli Mücadele destekçileri. Gazi Paşa, İsmet Paşa, Müşir Fevzi Paşa, Voroşilov, Frunze ve Türk milleti. |
Doğu cephesi madalyonu: Örtülü Osmanlı kızı |
Batı Cephesi Saçları açık Cumhuriyet kızı |
SAYIN YILMAZ ERGÜVENÇ BEY SİZİN SAYENİZDE BU GİZLİ KALMIŞ KAHRAMANIMIZ NAZMİ AKPINAR BEYİN TORUNU DR.NAZMİ AKPINAR BEYE ULAŞTIM.SİZE MÜTEŞEKKİRİM ÇALIŞMALARINIZDA BAŞARILAR DİLERİM...
Sayın Gürdal Özçakır, hocam ilginize çok teşekkür ederim. Dr. Nazmi Akpınar Kadıköy'de bir özel hastanede iç hastalıkları uzmanıdır. Çok değerli bir doktordur. Cep telefonu 0532-2217591 dir.
Sayın Yılmaz Ergüvenç çanakkale geçilmez yazınızı zevkle okudum.Benim merak ettiğim konu Çanakkale kahramanı Nazmi AKPINAR beyin sonraki hizmetleridir.Kdz.Ereğli liman reisliğide yaparak Alemdar Gemisinin milli mücadeleye katılmasına destek veren ömrü denizlerde geçen bu kıymetini bilemediğimiz değerli zatın torununun kadıköyde doktorluk yapan Nazmi AKPINAR bey olduğunu belirtmişsiniz acaba ona nasıl ulaşabilirim kdz.Ereğlideki faaliyetleri amasra ve inebolu liman reislikleri ile ilgili belki bilgi edinebilirim diye düşünüyorum merakla cevabınızı bekliyorum...Tarih öğretmeni GÜRDAL ÖZÇAKIR