3
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Taş Yerinde Ağırdır

Bir taşın ağırlığının her zaman ve her yerde aynı olduğunu düşünenler yanılıyorlar. Öyle taşlar vardır ki, ağırlıklarını ancak yerinde hissedebilirsiniz. Mimarlık sanatında da bir eser ne kadar güzel olursa olsun, çevresine uyumlu değilse o çevrede ağırlığını hissettiremez. Fazla uzatmadan, sözü nereye getireceğimi açıklayayım:

Yapımı yılan hikâyesine dönüşen, kültür ve sanat çevrelerinde tartışması bitmeyen Haliç Metro Köprüsünden bahsetmek istiyorum. Köprüler mühendislik yapılarındandır. Ne var ki bu köprüde mühendisin adı yok; mimarın mühendisi asma köprü yapması paralelinde yönlendirmesi var. Hâlbuki mimarın mühendisi yönlendirmesi sadece çevreye uyumlu, iddiasız, düz bir köprü yapılması şeklinde olmalıydı. İstanbul Sur içi ile Galata’yı bağlayacak Haliç köprüsünün, Golden Horn (Altın Boynuz) söylencesini çağrıştırsın diye dikilecek yaldızlı çelik pilonların, Süleymaniye Camii minareleriyle yarışarak çevreye yapacağı olumsuz etkileşimi düşünmek gerekirdi. Haliç’in üzerine ‘’altın boynuz’’ takmak, bir zamanlar sözü edilen Hayırsız Ada üzerine Mevlânâ heykeli dikmek kadar, mimari ile ilgisi olmayan, abes bir girişimdir.

 

Proje müellifi Hakan Kıran iyi bir mimardır. Kendisini tanımam, ama çok iyi mimari proje ve eserleri olduğunu, bürosunda 40’ı aşkın mimar çalıştırdığını biliyorum. Haliç Köprü projesi de başarılı, güzel bir projedir. Bu projeyi Kanal-İstanbul üzerine inşa etse hiç kimsenin diyeceği bir şey yoktur. Ama tarihi değerler içeren İstanbul ve de Haliç üzerinde bu projeyi inşa etmeye kalkarsanız, işte o zaman kızılca kıyamet kopuyor.

Bir dönemin Modern Mimarlık akımında kübizmin geometrik düzeni devam etmekle beraber aklın ve işlevin gerektirdiği yapılar çevre ile ilişkisine bakılmaksızın yapılırdı. Le Corbusiér’nin binaları, işlevlerindeki düzen ve estetik değerlerinin dışında, sanki bir çayırlığın ortasına pahalı kumaşla kaplanmış bir kanepeyi koymuş izlenimi yaratırdı. Akılcı ve işlevci mimariyi çevre ile uyumlu hâle getiren mimar Frank Lloyd Wright olmuştur. Günümüzde mimar Frank Gehry de çevre ile uyumu fazla önemsemeyenlerdendir. Ancak onun eserleri, örneğin Bilbao’daki Guggenheim Müzesi, başlı başına dominant (başat) bir eser olduğu için yadırganmaz. Ne var ki İstanbul’u bu kentlerle mukayese edemezsiniz. Burada yapılacak şey ‘’Zararın neresinden dönsen kârdır’’ özdeyişi uyarınca, köprü ortasına bir ayak daha koyarak asma köprüden vazgeçmek, diğer Haliç köprüleri gibi düz bir köprü ile sorunu çözmek olmalıdır.

Diğer bir konu, köprünün ortasına inşa edilmek istenen istasyondur. Bu istasyonun kime hizmet edeceği belli değil. Viyadükleriyle beraber bin metreye yakın uzunluğu olan köprünün ortasında inecek halkı, Unkapanı veya Azapkapı yönlerine gitmek için en aşağı 600 – 700 metre yürütmeye hakkımız var mı? Ayrıca, metro vapur gibi bir tenezzüh aracı değil, zorunluluktan binilen bir araç. Her halde köprü ortasında inenlerin köprü üzerinde piyasa yapacaklarını düşünmüyorsunuz. O halde bu istasyonun anlamı ne, anlamış değilim.

 

İstanbul S.O.S Girişimi, UNESCO’nun İstanbul’un tarihi çevre ve siluetini bozacağı yönünde yıllardır ısrar ettiği Haliç Metro Köprüsünü onayladığı haberlerinin gerçeği yansıtmadığını söylüyor. ‘’Günün Leonardo da Vinci’si olmaya özenen mimar’’ olarak nitelediği Hakan Kıran’ın ‘’Binlerce yıllık eserlerle dolu Dünya Mirası Tarihi Yarımadayı bozmak, İstanbul’u geri dönüşsüz bir şekilde değiştirmek hakkını nereden aldığını’’ soruyor. (Gereksiz ve yakışıksız sözleri çıkardım).

UNESCO 2011 taslak raporunda, muhatap İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili etki değerlendirme raporlarının hazırlanması için uluslararası uzmanlar ve ICOMOS (International Council on Monuments and Sites – Uluslararası Anıtlar ve SİTler Konseyi) rehberliğinde gösterdiği çabaları takdir etmekle beraber; 01 Şubat 2012’ye kadar DMK (Dünya Miras Komitesi) oturumunda incelenmek üzere varlığın korunma durumu ile ilgili raporun sunulmasını talep ediyor. Kayda değer bir gelişme olmadığı takdirde ‘’Varlığın’’ (İstanbul’un) ‘’Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesine’’ dâhil edileceğinin dikkate alınmasını istiyor. Demek ki mimarın bir konuşmasında ifade ettiği gibi ‘’projenin kabul edilmesi’’ diye bir şey yok; aksine ‘’aba altından sopa gösteriyorlar’’.

Bütün bunlara karşın, Belediyenin internet sitesinden öğrendiğim kadarı ile Haliç’te sondaj çalışmaları bitmiş, yükselecek pilonları taşıyacak temel fore kazıkları çakılıyormuş. Portekiz’de imal edilerek gelen çelik borular, buradaki betonlama işleminden sonra çakma işine girişilmiş. Bu güne kadar 511 kazık çakılmış. Su yüzüne çıkan kazıkların fotoğrafları da yayınlanmış.

Yine siteden öğrendiğime göre Astaldi – Gülermak firmasına 2008 yılında ihale edilen inşaat işinin 2009 yılında işe başlaması için ‘’yer teslimi’’ (bir inşaatçı terimi) yapılmış, bitim tarihi 07. 07. 2011 olarak belirtilmiş. Daha ortada köprü olmadığına göre proje kesinleşmeden nasıl ihale yapılmış, sonra işin sürüncemede kalmasına rağmen neden bu projede ısrar edilmiş; anlaşılır gibi değil.

Yukarıda da söylediğim gibi diğer Unkapanı köprüleri gibi asma olmayan, birkaç ayaklı ve de ortasında istasyon bulunmayan bir tadilât projesi ile metroyu bir an evvel işletmeye açmak en akılcı ve çıkar yol gibi gözüküyor.


yerguvenc@gmail.com  
 

Yayın Tarihi : 8 Ağustos 2011 Pazartesi 17:12:56


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Dr. S. A. IP: 88.229.234.xxx Tarih : 8.08.2011 23:25:48

Sayın Yılmaz Ergüvenç'in köşe yazısı ile, Sayın Erdem Yücel'in bu konuda ortaya koyduklarını büyük bir ilgi ve heyecanla okudum. İstanbul'un, 1950 li ve bundan da önceki yapısını bilen ve halen hayatta olanlar - şüphesiz - ne kadar hüzün içindedirler.. İfade ettikleriniz gibi, İstanbul'un bugünlerine şahit olan şimdiki nesil gelecek zamanda - beterin beteri misali -  bu kentin şimdiki halini de arayacaktır. Sayın Yücel'in son vurguladığı; "bilim adamlarımız ve uzmanlarımızdan yararlanmayı onurumuza yediremiyoruz" hususu, bence, "Türkiye'deki genel veya yerel olsun  yöneticilerin kendileri çıkarları doğrultusunda düşünmeleri ve hareket etmeleri" tarzındadır. Ülkemizde, gerçekten, Hermann Jansen düzeyinde ve hatta bundan da üstün uzmanlarımızın olduğunu kabul etmeliyiz.


erdem yücel IP: 217.131.179.xxx Tarih : 8.08.2011 22:07:00

Bu yazınızı bizleri yöneten, her şeyi ben bilirim diyenler okuyabilseler...Mühendis, mimar ve çevre uyumunu çok güzel açıklamışsınız. Kutlarım...Birde çevre mimarliği ve tarihi dokuyu iyi bilen sanat tarihçilerimiz var.  Her uzmanın veya akademisyenin İstanbul'u tanıması da olanaksızdır.

Gerçekte bu tür işler ben yaptım oldu bitti denilmemelidir. .. İstanbul, tarihi eserleri dışında insanlarıyla yok olduysa da yine de gelecek kuşaklara bir şeyler vermek zorundayız.Ne yazık ki, bazen yönetime gelenler her şeyi ben bilirim havasına girip konunun uzmanlarına önem vermezler...Bunun tipik örneğini İstanbulu imara kalkan Menderes'te görmüştük. Yol açma sevdasından bir çok tarihi eserin yok olup gitmesine neden olmuştu..İstanbul'u imar ediyoruz diyenler öyle garabetler ortaya koydu ki...Aslında imar adına İstanbul nasıl yok oldu diye doktora tezleri yapılmalıdır...

Türkiye'de konusunun  uzmanı pek çok bilim adamımız ve uzmanımız var ama onlardan bir türlü yararlanmayı nedense onurumuza yediremiyoruz.