30
Nisan
2024
Salı
ANASAYFA

Türk Tiyatrosu ve Tiyatro Yapıları (II)

Bosco Tiyatrosunu 1842’de Naum Duhânî ve kardeşi Michael satın aldı. Duhânîler, Hıristiyan asıllı ve Lübnanlı, önemli bir Osmanlı ailesidir. Duhânî’nin Türkçe anlamı Tütüncü’dür. Naum Duhânî Paşa, bir süre Osmanlı’nın Paris sefiri (elçisi) idi. Bu gün Çiçek Pasajı olarak tanınan arsadaki tiyatro, Naum Paşa’nın satın almasından sonra Naum Tiyatrosu ismiyle anılmaya başlandı. Bina, 1846’da çıkan Beyoğlu yangınından sonra kullanılamaz hâle geldi.

Naum Tiyatrosu iç görünüm

Naum Duhânî Paşa, aynı arsaya ünlü İtalyan mimar Gaspare ve Guiseppe Fossati kardeşlere yeni bir tiyatro projesi çizdirdi.Sultan Abdülmecid, yeni inşaatı 60 bin kuruşluk yardım yaparak destekledi. Yeni Naum Tiyatrosu 1848’de açıldı. Elimizde proje ve fotoğraf olmadığına göre tariflere başvuracağız. Yeni tiyatro ve opera binası, ‘’at nalı’’ formunda parter ve etrafında kimine göre 3, kimine göre 5 katlı localarla çevrili idi. Ortada padişaha ait geniş ve iki kat yüksekliğinde özel loca vardı. Evet, Padişah Abdülmecid ve bendegânı bu locada tiyatro ve opera izlerlerdi. Sahne sanatları ile ilgilenmeyen yeni devletlûlarımızın kulakları çınlasın! Açılış töreni, 4 Ekim 1848 akşamı, Padişahın huzurunda ve Guiseppe Verdi’nin ‘’Macbeth’’ operası ile yapıldı. G. Verdi, Macbeth operasını, William Shapespeare’in aynı isimli trajik oyununun librettosuna göre 1846’da bestelemiştir. Eserin galası 1847’de Floransa’da yapıldı ve ertesi yıl bizde oynandı. Naum Tiyatrosunda, G. Donizetti’nin ‘’LukreziaBorgia’’ ve ‘’Parisiana’’, Rossini’nin ‘’Sevil Berberi’’,‘’Hırsız Saksağan’’, ‘’Corradino’’ ve daha birçok opera eserleri sahneye konmuştur. Sadece 1849-1850 sezonunda 6 opera sahneye konmuştu ki, bu rakam günümüz için bile büyük başarı sayılır. Ne var ki 1853’te çıkan yangınla bina önemli oranda hasar gördü.

Bu defa tiyatronun restorasyon ve yeni düzenlemesini İngiliz mimar William James Smith üstlendi. Ertesi yıl, 1854’te açılan tiyatroda yine Guiseppe Verdi’nin ‘’İl Trovatore’’ operası, Paris’ten evvel İstanbul’da, Osmanlı ağzı ile Konstantiniyye’de icra edilmiş oldu. Bu operanın galası bizden bir sene evvel, 1853’te Roma’da yapılmıştı. Yeni bestelenen opera eserlerinin, Avrupa ile beraber veya bir sene ara ile İstanbul’da oynanması, İstanbul’un uygar bir Avrupa kenti, Naum Tiyatrosu’nun Avrupa’da da tanınan, önemli bir sanat mabedi olduğunu ifade etmiyor mu? Ne yazıktır ki bu tiyatro da zamanımıza gelememiş, 1870’de çıkan büyük Beyoğlu yangını ile ortadan kalkmıştır. Yangından sonra enkazı satın alan banker Hristaki Zografos Efendi, ‘’Cité de Pera’’ adıyla bu günün Çiçek Pasajını inşa edecektir.

Dolmabahçe Saray Tiyatrosu (1958'de yıktırıldı)

Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe Sarayı inşaatı ile beraber, bu günün İnönü Stadının solundaki caddenin altında kalan arazide, saray mimarı Garabet Balyan’la beraber tiyatro mimarları Dieterle ve Hammont ve de iç mimar Sechan’ın projelerine göre Dolmabahçe Saray Tiyatrosu inşaatını gerçekleştirdi. Söz açılmışken antrparantez şunu da ilâve edelim ki Balyan Ailesi, Osmanlı’ya dört kuşak boyunca hizmet eden, her zaman hayırla yâd etmemiz gereken vebir bakıma ‘’Hassa Mimarlar Ocağı’’nın devamı addedebileceğimiz resmî devlet mimarlarıdır. Dolmabahçe Tiyatrosu, 300 izleyici kapasiteli parter ve çevresinde localar ve üst katta hanımlara mahsus kafesli galeri içeren güzel bir tiyatro idi. 12 Ocak 1859’da açılış töreni yapıldı. Açılışta Padişahın huzurunda Naum Tiyatrosu sanatçıları tarafından oynanan Luigi Ricci’nin ‘’Scaramuccia’’ operası izlendi. Daha sonraları Muzika-i Humayun, bu tiyatroda konserler verdi. Şinasi’nin ‘’Şair Evlenmesi’’ ilk defa bu tiyatroda oynandı.

Şimdi gelelim acı olaya, yani 1939 imar hamlesine (!): Vali Lütfi Kırdar döneminde, şehirci mimar Henri Prost’un acımasızca yıktığı ve şimdi bazı akl-ı evvellerin yeniden yapılmasına itiraz ettiği Taksim Topçu Kışlası’nın orta avlusunda bulunan Taksim Stadı da kaldırılınca, yeni stat inşası için çevrede yer arandı. Hazret, bula bula şimdiki İnönü Stadı’nın olduğu yeri gözüne kestirdi. Ama burada Dolmabahçe Saray Tiyatrosu, müştemilâtı ve saray ahırları bulunuyordu. Umurunda mı Prost’un Türk’ün eski eserleri? Zaten Lütfi Kırdar da onun ağzına bakıyor. Yıkın gitsin. İşte böyle, ahırların üzerine stat konduruldu; tiyatro binası yıktırıldı ve enkazı üzerinden yol geçirildi; müştemilat binaları umumi helâ yapıldı. Maçlara gelen ve stada giremeyen taraftar, helâları leş gibi bırakınca belediye başa çıkamaz oldu; helâları kaldırdı, yerine kendileri için ‘’sosyal tesis’’ yaptı. Oh, ne âlâ memleket. Demek ki TBMM Millî Saraylar İdaresi de malına sahip çıkmamış. Bundan sonra ne olur? Sosyal tesisin arazisi üzerine ‘’Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’’ tekrar, aynen ve yeniden inşa edilebilir. Tiyatronun planlarını ve fotoğraflarını mimar Sinin Genim buldu ve yayınladı. Hadi bakalım, buna da taş koyun!

Hagop Vartanyan (Güllü Agop)

Şimdi İstanbul sur içinde yapılan ilk tiyatro binasına ve tiyatro etkinliklerine geçelim. Beyazıt-Sultanahmet arasında Gedikpaşa’da Fransız akrobat Souliér 1860 yılında bir tiyatro binası inşa etti. Altı sene bu tiyatroda akrobasi gösterileri yaptı. Bina, 1866’da İtalyan Rozi tarafından kiralandı. Bu yapının tiyatroolarak kullanımı, 1870 yılında Tiyatro-i Osmani ile başlamıştır. ‘’Tiyatro-i Osmani Kumpanyası’’nı batılı anlamda gerçek Türk tiyatrosunun başlangıcı olarak görmek gerekir. Naum Duhani Paşa, tiyatrosuna Fransız opera ve operet truplarını getirtip tiyatrosunu bu truplara kiralayan bir nevi işverendi. Hâlbuki daimi kadrosu ile telif ve çeviri eserleri sahneye koyarak Türk Tiyatrosunun temellerini atan sanatçı, Güllü Agop (HagopVartanyan) olmuştur. İkinci büyük tiyatro sanatçısı Mardiros Mınakyan’dır. Muhsin Ertuğrul, bu kahramanların izinden yürümüş ve arkadaşları ile beraber Türk Cumhuriyet tiyatrosunun kurucusu olmuştur.

Hagop Vartanyan (Güllü Agop)’un Şark Tiyatrosu, bir süre sonra Tiyatro-i Osmani adını almıştır. Halkın söylemiyle Gedikpaşa Tiyatrosu, Ermenice oyunlarla beraber, daha ziyade Türkçe oyunların sahneye konduğu ve oynandığı ve de Ahmet Fehim gibi değerli bir aktöre ve diğer Müslüman oyunculara yer veren tiyatrodur. Sultan Abdülaziz, ‘’Deraliyye’de Gedikpaşa’da vâki Güllü Agop Efendi’nin taht-ı idaresindeki Tiyatro-i Osmani’ye, 10 sene müddetle, metne dayalı ve suflörlü oyun oynama ruhsatı’’ile Güllü Agop’a bir nevi ‘’Devlet Tiyatrosu’’ statüsü vermiş oluyordu. Orta sınıf Türk halkının tiyatroya ilgisi, bu tiyatro ile başladı. ‘’Şair Evlenmesi’’ müellifi Şinasi Bey’den sonra, diğer Türk edipleri de sahne eserleri yazmaya başladılar. Ebuzziya Tevfik’in ‘’Ecel-i Kaza’’ eseri 1872’de, Namık Kemal’in ‘’Vatan yahut Silistre’’ eseri 1873’te bu tiyatroda sahneye çıktı. Bu oyunlar, özellikle Namık Kemal’in oyunu, o dönem için izlenme rekorları kıran, büyük heyecan ve olay yaratanbir oyun oldu. Eserin orijinal adı ‘’Vatan’’ iken sansür, sonuna ‘’Silistre’’ ilâve etmişti. Temsilin bazı olaylara ve halkın galeyanına neden olması Sultan Abdülaziz’i rahatsız etmiş, yazar tutuklanarak Kıbrıs’a, Mağusa zindanına sürgüne yollanmıştı. Aslında eserde sakıncalı hiçbir şey yoktu. Osmanlı-Rus (Kırım) savaşı ve Silistre kuşatmasının savaş atmosferi içinde, İslâm Bey ve Zekiye Hanım aşkının işlenmesi ilginç bulunmuş olmalı ki eserin Rusça çevirisi bile yayınlanmıştı.

Şemseddin Sami’nin ‘’Besa yahut Ahde Vefa’’ eseri, 1874’te, ‘’Seyd-i Yahya’’ eseri 1875’te, ‘’Gave’’ eseri 1876’da yine bu tiyatroda ve Güllü Agop yönetmenliğinde sahnelendi. Türkçeye ‘’Kamus-i Türki’’, ‘’Kamus-i Alâm’’ gibi değerli eserler kazandıran müellif, Arnavut asıllı olduğunu ‘’Besa’’ ile hatırlamış ve bu eseriyle Arnavut milliyetçiliğine destek vermişti. Buna karşın eser, Türk halkının büyük oranda rağbetine mazhar olabilmiştir. ‘’Gave’’ eserinde, Firdevsî’nin Şehname eserinde adı geçen ve Kürt mitolojisinde yer alan ‘’Demirci Gave’’yi işlemişse de bu oyun ve ‘’Seyd-i Yahya’’, gerek Güllü Agop, gerekse 1884’te Tomas Fasulyeciyan tiyatrosunun temsillerinde fazla rağbet bulmamıştır. Fasulyeciyan (1843-1903) da Anadolu turneleriyle halkımıza tiyatro sevgisini ileten değerli aktör ve sanat yönetmenlerimizdendir.

Odeon Tiyatrosu (Perspektif çizim)

Odeon Tiyatrosu, İstiklâl Caddesinde Ağa Camii yanındaki Sakızağacı Caddesi köşesinde, 1875 yılında inşa edildi. İlk açılışında ‘’Varyete Tiyatrosu’’, ‘’Eldorado’’, ‘’Verdi’’ isimlerini almışsa da daha sonraki ‘’Odeon Tiyatrosu’’ ismiyle tanındı. Bina, son yıllarda ‘’Eclair Sineması’’, ‘’Şık Sineması’’ gibi isimlerle çalıştı. Mimarı İtalyan Barborini’dir. Parter, localar ve iki balkon katını içeren bir tiyatro idi. Son yılda yıkılarak yerine Demirören AVM inşa edildi. Güllü Agop da bazı temsillerini bu tiyatroda icra etmişti. Arşak Haçaturyan’ın Millî Osmanlı Operet Kumpanyası da burada temsiller verdi. Reşat Rıdvan ve Burhaneddin (Tepsi) Beylerin Sahne-i Milliye-i Osmani tiyatrosu Shakespeare’in ‘’Othello’’, Namık Kemal’in ‘’Gülnihal’’, Hüseyin Rahmi’nin ‘’Mürebbiye’’ gibi telif ve çeviri eserleri oynadı.

İstiklâl Caddesi üzerinde Taksim-Galatasaray arası sol kolda Halep Pasajı bulunur. Bina 1885 yılında mimar Campanaki tarafından inşa edilmiştir. Pasajın içinden girilen Ses Tiyatrosu şükür ki günümüze kadar gelebilen nadir tiyatrolardan biridir. Cemal Sâhir ‘’Kontes Mariça’’ operetini burada icra etmiştir. Semiha Berksoy bu salonu çınlatmıştır. Lise öğrencisiyken, Minir Hayri Egeli’nin sahneye koyduğu, ‘’Arşın Mal Alan’’ operetini, Karlo Kapoçelli orkestrası ve Hagop Topuzyan’ın aryalarını, paradiden izlediğimi anımsıyorum. Salon, 87 yıl tiyatro, 17 yıl sinema olarak kullanıldıktan sonra 1989’da Ferhan Şensoy tarafından restore edildi; ‘’1885 Ortaoyuncular Tiyatrosu’’olarak devam ediyor.

Dikran Çuhacıyan

İlk Türk opereti deyince akla gelen ilk isim Dikran Çuhacıyan (1840-1898) olmalıdır. Dikran Bey, opera eğitimini Milano’da aldı. Piyano ve keman çalar, aynı zamanda değerli operet bestecisidir. 1868’de İtalyanca ‘’Arsas’’ operetini Naum Tiyatrosunda, 1872’de Türkçe ‘’Ârifin Hîlesi’’ operetini Gedikpaşa Güllü Agop Tiyatrosunda sahneye koymuştu. 1874’te 30 kişi kadrolu Opera Tiyatrosu topluluğunu kurdu ve 1876’ya kadar oyunlarını sürdürdü. İstiklâl Caddesi ile Meşrutiyet Caddesine açılan Hacopulo Pasajı üst katında müzik dinleti ve prova salonu açtı. ‘’Leblebici Horhor Ağa’’ opereti, Türk halkının çok tuttuğu, yakın zamanlara kadar çeşitli tiyatrolar tarafından tekrarlanan bir eserdir.

Operet modası, ‘’Zeybekler’’ opereti (1884) ile devam etti. Bu operetin librettosu Ahmet Mithat Efendi’ye, bestesi lâvtacı Hristo Efendi’ye aittir. ‘’Pembe Kız’’ operetinin (1886), librettosu Osman Nuri ve Muslihiddin Beylere, bestesi kemanî Haydar Beye (Muzika-i Humayun zabiti), çok seslendirmesi Macar Tevfik Beye aittir. Üzeyr Hacıbekov’un ‘’Arşın Mal Alan’’ opereti, Azerî halk müziğinden aldığı ezgilerle süslenmiş 1914 yapımı bir eserdir. Bu gün de zaman zaman tekrarlanan bir operettir. Türk halkı, operaya nazaran operetlere daha sıcak bakmış, benimsemiş ve büyük rağbet göstermiştir.

Leblebici Horhor Ağa'dan bir sahne

Popüler kültüre hitap eden bu gibi eserler, daha sonra Muhlis Sabahaddin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar gibi bestecilerin eserleriyle devam edecek, halkın sevgisine mazhar olacaktır.

(Sürecek)

yerguvenc@gmail.com

Yayın Tarihi : 20 Mayıs 2012 Pazar 17:59:07
Güncelleme :20 Mayıs 2012 Pazar 18:26:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?