17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Türk Tiyatrosu ve Tiyatro Yapıları (VII)

İstanbul, XIX. yüzyılın başından beri batılı anlamda tiyatro ve opera sanatları ile tanışmış, Levantenler ve yabancılarla beraber Osmanlı sarayı ve ricalinin de ilgi odağı olmasına rağmen, kalıcı opera ve tiyatro yapılarına sahip olamamıştı. Fransız (Elhamra) Tiyatrosu (1833), Naum Tiyatrosu (1848) gibi salonlar, dekoratifşâşaalarına rağmen, ahşap ağırlıklı olarak inşa edildiklerinden, ya İstanbul’un meşhur semt yangınları içinde kalarak ya dakendi içlerinden çıkan yangınlarla yok olmuşlardı. Aşağı yukarı aynı tarihlerde inşa edilmiş Avrupa tiyatro ve opera binaları, kâgir bünyeleri, özenli bakım, onarım ve yenilemeleri ile zamanımıza kadar gelebilmişlerdir. Örneğin, Milano Scala Operası 1778, Brüksel Operası 1830, Londra Royal Opera House 1858, Viyana Operası 1869, Paris Operası 1875, Bayreuth Operası 1876, Prag Operası 1883 yıllarındaki açılışlarından bugünlere kadar gelebildikleri gibi bundan sonra da varlıklarını devam ettireceklerdir.

Milano Scala Operası (1778) (Vikipedi'den)
 

On yıl süren savaşlar ve muhataralı günlerden kurtulduktan sonra kavuştuğumuz Cumhuriyet döneminde, 1930’larda İstanbul’a devlet eli ile bir opera-tiyatro binası kazandırma fikri gündeme gelmişse de Fransız mimar AugustePerret’ye ısmarlanan proje uygulama olanağına kavuşamamış, ilk ciddî teşebbüs 1940’lı yıllarda İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfü Kırdar’dan gelmiştir.

Şimdi burada bir an için duralım. İstanbul’u şânına yakışır bir opera-tiyatro salonuna kavuşturmak için halktan gelen bir talep var mı? Yapılan opera-tiyatro binası halkın malı olmuş mudur? Bu gibi yapılar, bizde neden ‘’tepeden inme’’ ve ‘’halka rağmen halk için’’ formülü ile yapılır? Bırakın güdük tahsilli çoğunluğu, yüksek eğitim almış, umur görmüş pek çok kişinin bile güzel sanatlara bigâne kalmaları ne ile açıklanabilir?

Bu ve bu gibi soruların yanıtları, eğitim sistemimizle beraber yaşam biçimimizle ilgilendirilse de konu, son yıllarda hemen her belediyenin inşasına heves ettiği ‘’kültür merkezleri’’ ile ve zaman içinde çözülecek gibi görünüyor. Kültür merkezlerinde, tiyatro, konser ve konferanslar yanında, evlenme törenlerive sünnet düğünleri gibi halkı merkeze alıştıran etkinliklere de yer veriliyor. Bu gibi iyi niyetli girişimlerle beraber, klâsik tiyatro, konser ve opera gibi üst düzey gösteri sanatlarının icra edildiği ve mimarî kişiliği ile kentin malı olan başat sanat merkezlerine de gereksinim vardır. Bu başat binalardan biri Taksim, Atatürk Kültür Merkezi’dir. Bu bina dahî ana kent için yeterli değildir. Ayrı bir konser salonu, ayrı bir büyük tiyatronun da yapılması gereklidir.

Yukarıda saydığım Avrupa opera ve tiyatro binaları, yapıldıkları dönemin mimarî stilini yansıtan değerli yapılardır. Bizim Atatürk Kültür Merkezimizi de beğenebilir veya beğenmeyebilirsiniz ama bu bina, Cumhuriyetimizin ‘’modern mimarlık’’ dönemini yansıtan bir eserdir. Bu açıdan yıkılması kesinkes doğru değildir. Ancak taşıyıcı sisteminin güçlendirilmesi, sahne mekaniği, ışıklandırma, ses ve akustik düzeninin günümüz teknolojisine uyarlanması gerekir.

İstanbul Operası, neo-klâsik proje (Mimar Rükneddin Güney-Feridun Kip)

İnsanların alın yazısı gibi binaların da talihlisi var, talihsizi var. Alın yazısına inanmayabilir, insanlar alın yazılarını kendileri yaratırlar da diyebilirsiniz. Her hal-i kârda bu bina, talihsiz bir yapı olmuştur. Talihsiz yapının geçirdiği evreleri kısaca anımsayalım: İstanbul Belediyesi, 1944 yılında, mimar Rükneddin Güney ve Feridun Kip’e ısmarladığı projeye göre Taksim Meydanına nâzır arazi üzerinde İstanbul Operası yapım işine girişti; Binanın temeli 1946 yılında atıldı. Proje, Auguste Perret’nin evvelce yaptığı projesinden alınan ilhamla, dış mimarîsi Neo-Klâsik, iç hacimleri Barok ve at nalı planlı bir proje idi. Parter ve fuayelerin betonarme karkası, sahne kısmının temelleri tamamlandıktan sonra inşaat durdu. Bu arada Dr. Lütfü Kırdar başkanlıktan ayrıldı, Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay başkan oldu. Yeni başkan, İstanbul Belediyesinin dar bütçe olanakları ile bu çok masraflı yapının bitirilemeyeceği kanısında idi. Çünkü opera binaları, hakkı ile inşa edilirse, normal yapı maliyetlerinin dört kat üzerinde, teknik donanımları yine bu maliyetin dört kat üzerinde olan, kendine özel mimarlık ve mühendislik uzmanlıklarını gerektiren binalardır.

İstanbul Operası betonarme karkası (Yıllarca bekleyecek)

Nitekim yapı, 1953 yılında çıkarılan 6165 sayılı yasa ile Hazineye intikal ettirildi. Görevi devralan Bayındırlık Bakanlığı, projeleri Prof. Paul Bonatz’a incelettirdi. Bonatz, sahne görüşü ile ilgili bazı hatalar buldu, 1954-55 yılında 1/500 ölçekli bir eskiz yaptı. Bu eskiz de eski projenin Neo-Klâsik mimarî stilini devam ettiriyordu. Eski müellifler, bu eskize göre proje üzerinde düzeltmeler yaptılar. 1956 Nisan’ında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Avrupa’ya yaptığı inceleme gezisi dönüşünde, bu demode projenin yerine yeni bir konseptle yeni bir projenin yapılmasını teklif etti. Bayındırlık Bakanlığı, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü (o zamanki adıyla Yapı ve İmar İşleri Reisliği) yeni proje çalışmalarına başladı. Burada emekleri geçen Reis Orhan Alsaç, Fen Heyeti Müdürleri Serbülent Bingöl ve Mithat İlkray (Amca Mithat) üstatları rahmetle anıyorum. 1956 Haziran’ında, İstanbul’da Dr. Y. Müh. Mimar Hayati Tabanlıoğlu (Tanrı rahmetini esirgemesin) başkanlığında yeni bir proje bürosu kuruldu. Eski projeler yok sayılsa da yapılmış betonarme inşaata olabildiğince uyulmak suretiyle yeni ve modern mimarî stilde projeler düzenlendi. Akustik çözümler ve sahne mekaniği için Alman uzman Willi Ehle getirildi. Bina, 1969 yılında tamamlandı. ‘’Çeşmebaşı’’ balesi ve ‘’Aida’’ operası temsilleri ile açılış töreni yapıldı. Aradan bir yıl geçmişti ki 27 Kasım 1970 gecesi, Devlet Tiyatrosunun oynadığı Arthur Miller’in ‘’Cadı Kazanı’’ temsili sırasında çıkan yangınla bina, birkaç saat içinde kül oldu.Binanın sadece betonarme karkası kaldı. Tabii ki karkas da yangından etkilenmişti.

Tabanlıoğlu tekrar kolları sıvadı; güçlendirme ve ufak tadilâtla yeniden proje ve inşaat işine girişti.1978’de bina tekrar açıldı. İstanbul Operası olan adı Atatürk Kültür Merkezi oldu. İstanbulluya yıllarca konser, opera, tiyatro, çocuk oyunları ve sanat galerisi ile hizmet etti. Taa ki 2008’e kadar 30 yıl boyunca.

Taksim, Atatürk Kültür Merkezi, dış perspektiv

Ne var ki iktidar, 2004 yılından beri ‘’Bu çirkin binayı yıkalım’’ kampanyası yürütüyordu. ‘’Bu binadan rahatsız oluyoruz; burada kubbeli bir Osmanlı binası yapılsın’’ diyen milletvekilleri bile vardı. Esas amaçları, bu değerli araziden rant sağlamaktı. Arazi, arsa karşılığı bir yandaş müteahhide verilecek, mevcut otoparkın bulunduğu yere yüksek bir otel kitlesi oturtulacak, müteahhit bu otelin hatırına bonus olarak, kubbeli opera-tiyatro salonunu Hazine adına yapıverecekti.

Bu arada Anıtlar Kurullarındaki bâzı uzman ve profesörler, kâh müspet, kâh menfi tutum sergiliyor, aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık durumlarında mütereddit, çelişkili ve ipe sapa gelmez kararlar alıyorlardı. 2007 yılında bu kararlara dayanarak TBMM’den yıkım kararı çıktı; bereket versin ki kanunlaşamadı. Bir kısım basın ve aydın çevreler karara karşı çıkıyorlardı. Bu curcuna içinde akl-ı selim sahibi Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, iki arada bir derede de kalsa, 2008 yılında binanın taşıyıcı sistemi güçlendirme, teknolojisini yenileme amacıyla büyük onarım yapmak üzere binayı kapattı. Vefat etmiş bulunan mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu bir rönevasyon projesi hazırladı. İş ihaleye çıktı. Proje, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul etkinliklerine yetişecekti. Projede kafe, restoran gibi halkı, özellikle gençleri binaya çekebilecek, binayı halkın malı yapma amaçlı yan tesislerin ilâve edilmiş olmasına ‘’Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası’’ karşı çıktı ve İstanbul 9. İdare Mahkemesine dava açtı. 1. Sınıf tescilli yapının bozulduğu gerekçesiyle evvelâ ‘’Yürütmeyi durdurma’, sonra ‘’İptal’’ kararları çıkartarak işi çıkmaza soktular. Çünkü adamlar hâlâ geçen yüzyılda yaşıyor, binayı ‘’halkın malı’’ değil, ‘’belli bir zümrenin mabedi’’ olarak algılıyorlardı. Her halde iktidarın ekmeğine tereyağı sürdüklerinin farkında değillerdi. Yıl 2012. Dedikleri gibi tekraren kuru bir proje yapıldı. Sabancı Holding sponsorluğunda, belkide onların manevî baskısı ile iş ihaleye çıktı veya çıkıyor.

Taksim, Atatürk Kültür Merkezi, giriş holü ve fuaye (Arkitera Mimarlık Merkezi'nden)
 

Ben hâlâ sonuçtan umutlu değilim. Bekleyelim ve görelim. Aslında Cumhuriyet’in mimarî mirası olan bu binanın yeniden topluma kazandırılması yeterli değildir. Bu bina büyük tiyatro işlevinde çalışmalı, sağında kalan garaj ve otopark olarak kullanılan araziye, Mete Caddesindeki sıra apartmanlar da kamulaştırılarak katılmalı ve uluslararası mimari proje yarışması açılarak elde edilecek projeye göre opera ve konser salonları inşa edilmelidir.

yerguvenc@gmail.com
 

Yayın Tarihi : 10 Temmuz 2012 Salı 16:07:01
Güncelleme :10 Temmuz 2012 Salı 16:20:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?