18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Yeni cami yapıları

Bu yazı, bir mimarlık yazısından çok, cami yaptıracak kişi ve derneklere yönelik bir sohbet yazısıdır.

Geçtiğimiz günlerde Türker Alkan,Radikal Gazetesi’ndeki bir köşe yazısında:’…Cami yaptırma faaliyeti büyük bir hızla sürüyor.70 milyon nüfusa,75 binden fazla cami var.Cami başına 1000 kişi bile düşmüyor.Nüfusun yarısı olan kadınları ve diğer yarısı olan çocukları,daha sonra yaşlıları,hastaları,dînî inancı pek sağlam olmayanları da çıkartırsanız, ortalama cami cemaati 20-30 kişiye kadar düşer.Hesap ortada.Ama Sayın Başbakanımız geçenlerde açıklama yaptı.Camiler yetmiyor,daha fazlasını yapmalıyız…’ diyor.

Normal günlerde camilerin dolmadığı, hatta bir çok caminin boş kaldığı bir gerçek.Ancak Cuma namazlarında belli başlı camilerin dolduğu,hatta zaman zaman cemaatin sokaklara taştığı da bir gerçek.Bazı semtlerde ve çoğunlukla çarşı semtlerinde esnafın yollara seccadelerini sererek , hatta serdikleri kâğıtlar üzerinde namaz kılarak trafiği aksattıklarına ve ibadetin ciddiyeti ile bağdaşmayan görüntüler sergilediklerine tanık oluyoruz.Demek ki cami kapasite ve dağılımı homojen değil.Bunun için de yapılan ortalama hesapları tutmuyor.

Cami sayısı az mı,çok mu,camiler sık mı seyrek mi sorularına yanıt verecek durumda değilim. Bu hesaplamaların yanıtları,Diyanet İşleri Başkanlığının yaptıracağı anketler ve istatistiksel çalışmalar sonucunda ulaşılabilecek şeyler.Ama gördüğüm kadarı ile böyle bir çalışmaları yok. Bir çok kişi ve kuruluş,gözünün kestiği yere camiyi konduruyor. Bu kişi ve kuruluşlar içinden mimari değerlere saygısı olanlar ise çok çok az.

Hocam Sabahattin Eyüboğlu’nun İ.T.Ü. deki sanat tarihi derslerinde anlattığı,cami olgusunun başlangıcı (orjini) ve gelişmesi konuları hâlâ kulaklarımdadır.

Arapça ‘cem’ toplama,’cami’ toplanılan mahal oluyor.Peygamberimizin zamanında,normal zeminden daha alt kotta,hurma yaprakları ile örtülü revaklar altında toplanılır,burada ibadet yanında sosyal konular konuşulur,hatta gazve kararları alınırdı.Müminler çoğaldıkça revaklar ,modüler sistemde enine ve boyuna büyüyerek yatık dikdörtgen formlu,geniş hacimler oluştu. Namazın saf halinde kılınması,imama olabildiğince yakın olunması için dikdörtgenin uzun kenarı karşıda,yani mihrap yönünde olurdu.Zaman içinde,ahşap direkli ve hurma örtülü mahaller,yerini kâgir ve kalıcı eserlere bıraktı.Modüler sistemde sıralanmış sık kolonlu (ki kolonlar tavanı taşıyabilecek açıklıktadır),üzeri düz dam,eğimli çatı,tonoz veya kubbe ile örtülü,dik dörtgen planlı bu gibi camilere ‘ulucami tipi’ diyoruz.Ezanın daha geniş topluluklara ulaşabilmesi için de minareler ve müezzinin ezanı okuyabileceği şerefeler yapıldı.

Dinimizde Allah’la kul arasında üçüncü bir aracı zümre,yani ruhban sınıfının olmaması,sadece ibadette tek bir imamın birliği sağlayıcı ve yol gösterici olarak bulunması dolayısıyla,mihrap abartısız ve küçüktür.Halbuki kiliselerde mihrap,ruhban sınıfının yönettiği ayin gereği,adeta bir tiyatro sahnesi gibidir.Arap aleminde ve diğer Doğu ülkelerinde oturma eylemi,yere diz çökmek veya bağdaş kurmak şeklindedir.Yemek te yer sofrasında yenir.Onun içindir ki bu töre ve alışkanlıklar uyarınca,ibadet te zemin üzerinde yapılagelmektedir.Kiliselerde ise insanlar dini vecibelerini mihraba,yani büyük ve müzeyyen sahneye karşı dizilmiş sıra veya sandalyelerde oturarak yerine getirirler.Çünkü sıra ve sandalye,eskiden yani hristiyanlıktan önce de kullanılıyordu.Antik Yunan ve Roma anfiteatrlarında mermer koltuk ve sıraları görüyoruz.Leonardo da Vinci’nin İsa’nın son yemeği tablosunda da ,İsa ve havarilerin sandalyede oturup,masada yemek yedikleri canlandırılmaktadır.Yine Efes ören yerinde,bu günkü alafranga klozetlere benzeyen helâ taşlarını görebilirsiniz.

Cami iç hacimlerinin sadeliğine karşın,kiliselerde,Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlüsünü ve İncil’de bahsi geçen olayları halkın kolayca özümsemesi için resim,heykel ve bir takım objelerle alegorik canlandırmalar yapılır.Bu öğreti tarzı da Antik Yunan ve Roma pagan mabetlerinin bir nevi devamıdır.

Kanımca cami ile kilise arasındaki en önemli fark,caminin günlük yaşam kültürünün önemli bir öğesi,kilisenin ise ruhban sınıfı otoritesi altında,doğum-evlenme-ölüm törenlerinin ve dini vecibelerin yerine getirildiği bir mabet olmasıdır.

Arap aleminde caminin,günlük yaşam alanı olarak kullanıldığına tanık oluyoruz.Bizim huşû ve saygı ile girdiğimiz Kudüs’teki Kubbe-tüs Sahra içinde,namaz kılan ve dua edenlerin yanında bağdaş kurmuş muhabbet eden,hatta uyuyan insanları,top oynayan çocukları görünce çok yadırgamıştım.Ama sonra düşündüm ki Araplarda cami kavramı güncel yaşamın devam ettiği bir toplantı yeridir.Cami dış revakları altında piknik yapan,piknik tüplerinde şalgam kızartan kadınlar da sizi şaşırtmasın.Keza,Kahire’de Cami-ül Ezher’de,Kur’an-ı Kerim’i yan gelip yattığı yerden okuyan öğrenciler gördüm.Bizim dinsel terbiyemizde böyle saygısızlıklara yer yoktur.

Selçuk ve Osmanlı’nın ilk dönemlerinde yapılan,yukarda özelliklerini andığımız ‘ulucami’ tipi camilerden sonra Osmanlı cami mimarisi önemli değişimler ve gelişimler gösterdi.Zamanla, kare planlı,merkezi plan sistemine geçildi.Merkezi plan üzerinde ana kubbe ve onu destekleyici yarım kubbeler ve diğer küçük kubbeler yer aldı.Bu gelişmede fetihlerden sonra camiye çevrilen Bizans kiliselerinin ve de özellikle Aya Sofya’nın etkisi inkar edilemez.Osmanlı’nın Anadolu ve Rumeli’deki hristiyan toplumların örf,adet ve mimarileri ile tanışmasının kanımca en önemli etkisi ,Arap camilerindeki gibi,caminin günlük yaşam biçimi içindeki bir eleman gibi görülmeyip,sadece dinsel yaptırımların yerine getirildiği,içinde Allah’a yaklaşılan kutsal bir mekan olarak algılanması olmuştur.

Osmanlı,ibadet yeri ile sosyal ve günlük yaşam yerlerini ayrı bina kitlelerine koyarak yaptığı kompozisyonla,yani ‘külliye’ kavramı ile konuyu çözmüş ve uygar bir düzeye getirmiştir.Başat (dominant) bir eleman olan cami-son cemaat yeri-şadırvan avlusu çevresinde imaret,hamam, tabhane ve ahırları,kütüphane,darüşşifa,sıbyan mektebi,açık alanlar,ve daha büyük selatin camilerinde çeşitli mertebelerde medreseler yer alır.Bu üniteleri,yaşamın sonu olan türbeler ve mezarlar izler.

Şimdi cami yaptırarak hayır sahibi olmak isteyen vatandaşlara sesleniyorum.

Lütfen cemaati bulunmayan yerlere cami yaptırmayın.Karadeniz bölgesinde,Uzungöl’ün fotoğraflarını,belki de kendisini görmüşsünüzdür.Sakin bir göl ve yemyeşil bir peyzaj.Ama ıssız gölün tam kenarına, kubbesi ve yüksek minareleri olan büyük bir cami oturtulmuş.Cami,son yıllarda yapılagelen ve mimari karakter olarak Osmanlı’nın acemice taklit edildiği,yoz yapılardan biri.Koca camiyi kimin dolduracağı da meçhul.Burada bir cami gerekli ise mütevazi bir mescit daha güzel olmaz mı idi?Ama artık Osmanlı’nın kiremit çatılı ve kısa-tıknaz minareli sempatik mescitleri yapılmıyor.Her şeyin büyüğünü ve üstününü isteyen hırsımız,her yerde kendini gösteriyor.Yaptıran,her halde Mercedes araba sahibi olmuş gibi öğünüyordur.

Osmanlı camilerinde, minare ve kubbe arasında göze hoş görünen bir uyum vardır.Genellikle şerefe ile kubbenin tepe noktası aynı hizadadır.Son zamanlarda yapılan camilerin yanına dikilen çok yüksek minareler bu uyumu bozdu.Kanımca minareler günümüz şartlarına uyduruldu.Çünkü artık müezzin minareye çıkmıyor.Okunan ezan,çevreye oparlörlerle yayılıyor.İnsan sesinin çok üzerinde yüksek volümle yayılan ezan,yüksek minareden daha geniş bir alana seslenebiliyor.Estetik mi?Onu da mimarlar düşünsün.Yalnız burada bir noktaya parmak basmadan geçemiyeceğim.Ezan,hakkını vererek okunursa,hele bir de davudî ve güzel bir ses okursa insanı etkileyen ve içine huzur veren bir çağrıdır.Ama birbirine yakın cami oparlörlerinden canhıraş sesler yükselip,bu sesler de yarımşar birer dakika ara ile başlarsa bir karmaşa oluşuyor.Güzelim ezan bir kakafoniye dönüyor.Halbuki ezanı güzel tilavet eden sesler kayda alınıp,çevredeki bütün camilerden aynı anda yayınlansa olmaz mı?Bunu camilere iletecek elektronik sistemler,bu günün teknolojisi için çocuk oyuncağıdır.Bu sistem,rahatlıkla müftülüklerden yönetilebilir.

Yeri gelmişken bir anımı anlatacağım.Ben ezansızlığın acısını Yunanistan’ın Kos (İstanköy) Adasında çektim.Namaz vakti ezan minareden okunmadı.Ben caminin içinde idim.Sesin dışarıdan duyulmaması için, yaz sıcağında son cemaat yerinin camekânları sıkı sıkı kapatıldı.Müezzin,ezanı içeriden ve pes perdeden okudu.Zaten dışarıdaki şadırvandan da su akmıyordu ve orada abdest almak yasaktı.Abdest,cami içindeki musluklarda alınıyordu. Ben buna isyan ettim v e imam efendiye:’Hocam,İstanbul’da kiliseler çanlarını şangır şungur çalarlarken siz burada minareye çıkıp ezan bile okuyamıyorsunuz.Bu AB ülkesinde sizin dişli temsilcileriniz,avukatlarınız yok mu?’ diye bağırmış,Hoca mütevekkil,ne diyeceğini şaşırmıştı.

Biz yine konumuza dönelim.

Çocuklarınızın eğitiminden kestiğiniz paralarla cami yaptırmaya özenmeyin.Çocuğu yetiştirmek te bir ibadettir.Eyüp’te bir ‘Sankiyedim Camisi’ vardır.Bunu yaptıran rahmetli,yememiş içmemiş ,ailesinin rızkından kestiği paralarla bu mesciti yaptırmış.Halk bunu hiç makbul tutmamış ve camiye Sankiyedim adını vermiştir.

Hayır yapacaksanız,evvela okul,hastane ,.. yapın.Sonra cami de yaparsınız.Çünkü,eğitim evde, yapılmaz,hasta evde ameliyat edilmez,ama namaz evde kılınabilir.

Şan olsun diye birbirine yakın cami yaptırmayın.Yine Eyüp’te Mimar Sinan’ın eseri ,Zal Mahmut Camisi vardır.Bu caminin büyüklüğüne karşın cemaati çok azdır.Derler ki,caminin banisi,adı üstünde zalim biri olduğundan cemaati de azdır.Tabii ki bu bir tevatür.İşin aslı, çok yakınında bulunan ve manevi değeri yüksek olan Eyüpsultan Camisi varken,halk niye ona gitsin ki.Elbette Eyüpsultan’ı yeğler.

Eğer ekonomik gücü olan bir kuruluşsanız,sizler de Osmanlı’nın külliyelerinden örnek alın, sadece bir cami yaptırmakla yetinmeyin.Cami ile beraber günümüz gereksinimleri olan kütüphane,kreş,sağlık ocağı,jimnastik salonu,kapalı yüzme havuzu gibi tesislerle kompozisyonu tamamlayın.

Şimdi geldik en önemli konuya.

Mimari projelerde, Osmanlı’nın kötü taklidi yoz projelere itibar etmeyin.Projeleri,bu işte uzmanlaşmış mimarlara yaptırın.Hatta sınırlı yarışmalar açarak,en uygun projeyi,Mimarlar Odası kanalı ile kurulacak jüriye seçtirin.

Çağdaş projeler isteyin.Cami projesi yaptırmadan evvel, mimar Behruz Çinici’nin eseri TBMM Camisini incelerseniz her halde ufkunuz genişliyecektir.Milletvekilleri için yapılmış camide dışarıya yapılacak yayına gerek olmadığından,minarenin bulunmaması sizi şaşırtmasın.İç mekânda Tanrı’yı bulacaksınız.Mescit konusunda da mimar Turhan Uyaroğlu’nun Kınalıada Camisi, iyi ve yerine uygun bir örnektir.Klâsik cami yaptıracaksanız,Osmanlı’yı en iyi yorumlayan mimar Hüsrev Tayla ve Fatin Uluengin’in eseri ,Ankara Kocatepe Camisi gibi olsun.Tabii onun kadar büyük olması şart değil.

Burada Kocatepe Camisinin ilk projelerini modern mimari ilkeleri içinde düzenleyen mimar Vedat Dalokay’ın projesinden niçin vaz geçildi de klasik Osmanlı camisine dönüldü tartışmasına girmek istemiyorum.Demek ki o dönemin yönetiminde ve kamu oyunda gelenekçiler söz sahibi olmuş.Mimarlık toplumun aynasıdır.Dalokay,daha sonra benzer projeyi Pakistan’da, İslâmabat’ta gerçekleştirdi.Ama,klasik Kocatepe’nin,günümüz teknolojisi ile gerçekleşen olgun çizgilerini de takdir etmek gerekir.

Sonuçta, Kocatepe Külliyesi,Osmanlı İmparatorluğu klasik kültürünün,Anıtkabir , imparatorluğun küllerinden doğan Cumhuriyet kültürünün başkentteki simgesi oldular.Bu iki simgeyi,Sayın Başbakanın televizyonda yaptığı konuşmaların arka fonunda da görüyoruz.
Yayın Tarihi : 2 Ağustos 2005 Salı 10:49:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?