22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Yeni Hükümetten İmar Konusundaki Beklentilerimiz (II)


Ana kentlerimizdeki önemli imar problemlerini yaratan etmenlerin başında, köylerden kentlere olan göçler ve kentlerin gecekondulaşması gelmektedir. Bu gecekondulaşma deyimi ile kentlerdeki maddî ve manevî bozulmaları kast ediyorum. Diğer önemli problem, kaçak inşaatlarla oluşan çarpık kentleşmedir. Vatandaşın Hazine arazileri üzerine, zorunlu olarak yapıp başını soktuğu gecekondu oluşumu ile bazı uyanık geçinen kişilerin imarsız hisseli tapulu arsalar üzerine yaptıkları katlı binaları birbirinden ayırmak lazımdır. Bu gibi yapılar, imara aykırılıkları yanında, genellikle kontrolsüz ve eksik malzeme ile inşa edilen, çürük ve sağlıksız binalardır. Bir de imarlı arsalar üzerine inşa edilen ruhsatlı, ancak yetersiz teknik kontrol ve hatalı malzeme ile yapılan, ancak resmiyette legal görünen çürük binalar vardır. Tek katlı, ağaçlı, bahçesinde domates, biber yetiştirilen, köy görünümlü gecekondular, bu gibi çirkin beton yığınlarına nazaran çok daha güzel yerleşimlerdir.

Köylerden kentlere olan göçleri önlemenin yolu, ilgililerin zaman zaman dile getirdikleri gibi kente girenden ‘baç’ almak değildir. Köylüyü kentlere çeken koşulları doğru saptamak gerekir. Gelmiş geçmiş hükümetler, göçün ana nedenlerine inmeyip, üstelik kamu arazilerinin işgaline göz yummuşlar, hatta bu gibi arazileri oy uğruna peşkeş çekmişlerdir.

Kentlere göç edenlerin amacı, kentlerin yaşam şartlarındaki çekicilik değil, köylerindeki geçim olanaklarının tükenmesi ile ilgilidir. Tarım araçlarının gelişimi ile rençper istihdamının azalması ve de kentlerdeki sanayileşme ile işçi talebinin artması sürdükçe bu göçler de devam edecektir. Göçlerin diğer bir nedeni, kentlerde hizmet sektörüne olan talebin, ulusal gelirin artışına paralel olarak artış göstermesidir. Son istatistiklere göre, kırsal kesimdeki nüfus oranı % 33, tarımsal istihdam oranı % 25’lerdedir. Bu oran, gelişmiş ülkelerde nüfusta % 5, istihdamda % 2.5, ABD’de nüfusta % 3, istihdamda % 1.5 oranlarındadır. Bizde 1990 yılındaki kırsal kesim nüfus oranı % 50’lerde idi. (Bu oran, İngiltere’nin 1800 yılındaki oranına eşittir.) Demek ki ekonomimiz geliştikçe göçler devam edecek, kent nüfusları da hızla artacak, İstanbul, Ankara, İzmir gibi ana kentlere yığılmalar sürecektir. Hükümetler bu konuda hiçbir planlama yapmayıp, vurdumduymazlığa devam ettiği ve de kamu hizmetleri götürerek kaçağı teşvik ettiği sürece ‘’İstanbul’un taşı toprağı altın’’ deyimi, İstanbul’un taşı toprağı ölüm deyimine kadar geçerliliğini koruyacaktır.

Göç olgusunu durduramayacağımıza göre, ana kentlere göçü önlemenin yolları, daha doğrusu bu göçleri yurt yüzeyinde homojen olarak yaymanın yolları, yurt ve bölgeler düzeyinde yapılacak bilinçli sanayileşme ve de iskân planlamasından geçmektedir. Çin, yaptığı hesaplamalar sonucu, kente göç edecek 300 milyon insanı yaşatacak 40 yeni kent kurmayı planlıyor. DPT’yi komünist kurumu gibi görüp ‘’Plan istemem, pilav isterim’’ diyenlerin, İmar ve İskân Bakanlığı’nı lağvedenlerin kulakları çınlasın.

Son yıllarda, yanlış planlamalarla kent sınırlarını alabildiğine genişletme yarışına girmiş gibiyiz. Örneğin İstanbul’da Paşaeli yarımadasında Kilyos, Terkos, Çatalca yönüne, Kocaeli yarımadasında Şile, Ömerli, Gebze yönüne doğru lüks konut ve rezidanslar, keza TOKİ’nin sosyal konutları kent sınırlarını çok daha ilerilere götürüyor. Halbuki rekreasyon alanlarını, özellikle de orman arazilerini titizlikle korumak gerekir. Geçmiş hükümetler döneminde, orman arazisinin ortasında bir Sultanbeyli doğmuş, ilgililer ormanın işgaline ve de çarpık kentleşmeye seyirci kalıp, kamu hizmetleri götürerek kaçağı teşvik etmişler, sonuçta 500 bin nüfusa ulaşan beldeye bir de kaymakam atamak durumunda kalmışlardır. Artık, bundan sonra gelecek hükümetlerin bu gibi oldubittilere göz yummamasını diliyoruz.

Keza, yasanın 2 B maddesi ile anılan özel orman arazilerinin imara açılmak istenmesi, oluşacak yeni rezaletlere neden olacaktır. Çünkü bizde hiçbir vatandaş, verilen kısıtlı imar durumu içinde kalmaz, ne yapıp yapar, bir yolunu bulur, inşaatlarını büyütür, ormanın canına okur. Aslında tasarıyı savunanların amacı, orman içinde oluşmuş kaçak yapıları legal duruma getirmektir. Yani her zaman olduğu gibi yasa dışı işler, yapanın yanına kâr kalacak, yeni rant alanları yaratılacaktır.

Konut sorununa çözüm olarak, kente komşu kırsal bölgelerde yeni arsa üretiminin gerekli olduğuna dair makaleler okuyorum. Yazarlar, her bir yeni yerleşimin büyük alt yapı maliyeti ve trafik sorunları getirdiğini, kamu ve belediye hizmetleri için yeni yatırımlar gerektirdiğini hiç düşünmüyorlar. Hâlbuki İstanbul’da, Suriçi ve Galata – Beyoğlu bölgeleri hariç, Gültepe, Kuştepe, Sanayi, Otosanayi, Zeytinburnu, Kazlıçeşme, Güngören, Esenler, Bağcılar, Avcılar gibi değerli bölgeler, gecekondu ve kaçak yapıların işgali altındadır. Politik mülâhazalarla zaman zaman çıkan imar afları ve tapu dağıtımları ile yerleşik nizama geçmiş bu ve bu gibi bölgelerde kümelenmiş çirkin, sağlıksız ve çürük yapılar, İstanbul’da beklenen ve büyük tahribat yapacak depremde ilk çökecek yapılar arasında olup, yüz binlerce vatandaşımızın ölümüne neden olacaktır. Bu ve bu gibi yerleşimlerde yapılacak yüzeysel kentsel dönüşüm projeleri, bölgeleri kurtaramayacaktır. Mevcut yerleşimleri yok farz ederek, tamamen yıkıp yeni imar planlarına göre modern yerleşimler yapmaya en kısa zamanda başlamak mecburiyetindeyiz. Bu gibi bölgelerde yapılacak planlama, mevcut yoğunluğu % 100’e kadar arttırarak bol yeşil alan içinde yükselecek gökdelenler şeklinde olmalıdır. İstanbul, bu planlama ve uygulama ile deprem felâketini çok hafif atlatabilecek, ayrıca İstanbul’u daha fazla genişletmeden iskân problemine de çare olacaktır. Bu işler için gerekli yasalar çıkarılır, iyi bir organizasyon kurulabilirse, oluşacak değer artışlarından mevcut mülk sahipleri de nemalanabileceklerdir. Kanımca İstanbul’un ve diğer ana kentlerin kurtuluşu, ancak alınacak bu gibi cesur kararlarla sağlanabilecektir. Ancak bunun başarıya ulaşabilmesi, belediye gücünü aşar; hükümetlerin belediyelere büyük destek vermesi ile gerçekleşebilir. Destek deyince mâlî destek anlaşılmasın. Bu işleri belediye ve devlet bütçesi ile yapmak olanak dışıdır. Önümüzde bir misal var: Brezilya Cumhurbaşkanı Kubiçek, sıfırdan Brasilia adı ile yeni bir başkent yaratmak hevesi içine girdi. Sonuçta başkent yaratıldı, ama Brezilya’nın ekonomik dengeleri alt üst oldu. Başkan istifa etmek zorunda kaldı. Yapılacak şey, bu işi özel sektöre yaptırmaktır. Şu anda bir çok müteahhit firma, tilkinin bakır pislediği yerlerde konut ve rezidans yapmakla meşgul. Önlerine böyle bir imkân çıkarsa koşa koşa talip olurlar. Keza TOKİ de daha mütevazi arsalarda konut üretimine devam edebilir.

Bu arada, yeni gecekondu oluşumlarını nizama, intizama sokabilecek tedbirleri almak da mümkün. Önümüzde Meksika ve bazı Güney Amerika ülkelerinde yapılan uygulama örnekleri var. Hükümet evvel emirde zorunlu göçlere cevap verecek Hazine arazilerini tespit edecek. Burada basit çözümlerle ızgara sisteminde düzenlenmiş adalarda, küçük parsellerin yer aldığı imar planını ve alt yapıyı tamamlayacak. Okul, çarşı, cami, sağlık ocağı, çocuk parkı ve kreş yerlerini belirleyecek. Yollara ağaçları dikecek. Parselleri göçmen vatandaşlara ucuz fiyat ve uzun vadeli ödemelerle satacak. Hatta çalıştığı işyerini gösterene bedava bile verecek; ama bu suiistimale açık bir çözüm. Yine en iyisi çok küçük taksitlerle satmak. Devlet vatandaşın eline basit bir plan vererek bu planın uygulanmasını şart koşacak. Plan, zaman içinde eklemeler yapılabilecek, hatta bir kat daha çıkılabilecek bir plan olacak. Adam, evvela bir oda, mutfakçık ve banyo-tuvalet yapacak. Çocuğu oldukça bir oda ekleyecek; oğlunu everince bir kat çıkacak. Böylece uygarca bir yaşama kavuşabilecek.

Dileğimiz odur ki, hükümet vatandaşına sahip çıksın, insan gibi, uygarca yaşayabilmesini sağlasın, sağlık ve eğitime önem versin, işsizliği önlesin, geleceğini garanti altına alsın. Bu hepimizin bildiği şeyleri niye tekrar ediyorum ki? Zaten devlet ve hükümetin var oluş nedeni bunlar değil mi?
Yayın Tarihi : 16 Temmuz 2007 Pazartesi 11:26:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Aylin Dinçer IP: 88.240.23.xxx Tarih : 12.12.2007 15:09:23

Eski binalara bir kat fazla hak verilmeden özellikle İstanbul'da felaket önlenemez.