6
Mayıs
2024
Pazertesi
İSTANBUL

Gör, Duy, Sus. Sana Yakışan Bu...

Yazık ! Gencecik, hayatının başlangıcında bir yavrumuzu daha teröre kurban verdik.
Terörün her türlüsü aşağılık. Aşağılık olduğuna insanlıktan az çok nasiplenmiş hiç kimse itiraz edemez.
Bu terörün en adi, en utanmaz, en ahlâksızı da spor yarışmalarında uygulananı.
Kişi ya da takım, fark etmez. Yarış izlemeye gidiyorsunuz, birileri çıkıp yolunuzu mezarlıkla kesiştiriyor. Olacak iş mi bu ?
Hani barıştı ?
Hani kardeşlikti ?
Hani spor yarıştı ?
 
Şimdi olayı nefsi müdafaaya dökecekler. Az cezayla kurtulmanın bir yolu da bu. O, ona şunu yaptı diyecekler. Vurdu, kırdı, itti diyecekler. Olay; sokak kavgasıyla aynı hizaya getirilip, mümkün olduğunca gerçeklerden uzaklaştırılacak. Sanki sokak kavgası olunca öldürmek normalmiş gibi...
 
Anlayamadığım şu; her yarışta bir birinci, bir ikinci, aralarda dereceler ve bir sonuncu olur. Herkesi birinci yapmanın yolunu bugüne kadar bulan olmadı, olmayacak da. O halde sporda fanatizmin sebebi ne?
 
Nedenlerine inmeden bu işi bitiremez, kökten yok edemezsiniz. Polisiye tedbirler ancak bastırmaya yarar. Ondan öteye gitmez. Bastırılan şey üstünü örter, gizlenir. Uygun ortam oluşur oluşmaz hemen ortaya çıkar.
 
İş, sorunları saptadık demekle de hallolmaz. Doğru saptamadıktan, tedbir almadıktan, alınan tedbirleri uygulamadıktan sonra gerisi anlamsız. Savaşı kaybederken hâlâ fikir jimnastiği yapan generallerin yaptığı gibi abesle iştigalden öte gitmez bu. Sorunları gidermenin yolu eylemdir. Eylem başlayınca sonuca ulaşmak için katedilmesi gereken yol kısalır hemen.
 
O zaman dönelim sorunlarımızın saptanmasına…
Tüm dünyadaki sorunların baş nedeni olan ekonomi, bu konuda da en önemli, belki de tek sorundur. Bir çok kanaldan devreye girer.
Spor yarışmaları dünyadaki en büyük sanayi olayıdır. Ondan daha büyüğü olmadı.
Olmasını ummak da mucize beklemek gibi bir şey.
Spordan yararlanan o kadar çok kurum var ki ! Kurumlarda insan olmadan kurum olmayacağına göre iş hemen insana iniyor. Tüm teşkilât, yazar ve okuyucusuyla basın, kulüpler ve izleyicisiyle organizasyonlar, patronlar, spor malzemesi üreticileri, kolluk kuvvetleri, özel güvenlik güçleri, yeme-içme sektörleri, çalışan çalışan ve çalışanlar…
Ne nefes yeter saymaya, ne de sayfalar. Herkes pay alma peşinde. Yarışmaların yayın hakkını alabilmek için yüzlerce trilyonluk rakamlar dillendi televizyonlarda. İnsanları fanatikleştirmek için olmadık cazibe üsleri üretildi. “ Fanatik “ adında, gazeteler kuruldu. Bu gazetenin televizyon reklâmlarını hatırlamayan yoktur mutlaka…
 
Takım yazarlığı diye bir ucube icad edildi. “ Ya Öl Ya Kazan ! “ gazetelere manşet, “ Seni sevmeyen ölsün “ çirkinlikleri şarkılara konu oldu. Sonunda biri çıktı. Hep birlikte oturan izleyicileri ikiye böldü. Bu tribün senin, bu tribün benim diye. Bir başkası da egemen izleyici, azınlık izleyici kavramını oluşturdu.
 
Sonunda insanlar taş, sopa, demir, pompalı tüfek, tabanca, sustalı çakı, komando bıçağı, kama, beysbol sopasıyla silahlandı. Döner bıçaklarını kuşanan  taraftar “ Ölmeye, ölmeye geldik “ dedi ve öldürdü.
 
Bir çok kulüp yöneticisi; şan, şöhret kazanıp bunu iş hayatında paraya çevirmek için olmadık işler yaptı. Bedava bilet, bedava seyahat, bedava yolluk, bedava kumanya peşindeki insanlar; vur deyince vurdu, kır deyince kırdı.
Ekonomik zorluk içindeki kitlelerin çocukları bir şeylere ölümüne bağlanıp, onun için her şeyi göze alabilmekte. Çünkü aileden, yakın çevreden gördükleri bu. " Ölümüne sev, ölümüne bağlan. Hakkını vermezlerse al. Bunun için her yol mubah. Eline geçirdiğini sakın kaptırma. Güçlü ol, ez, yok et; ama hak ettiğini düşündüğün gibi yaşa. " 
 
Geçim sıkıntısı içindeki bir çok insan bu işi meslek edinip yeni bir tür “ İşgören “ sınıfı oluşturdu. İş maaş almaya kadar gelmişti çünkü.
 
Sonunda gulyabani zincirlerini kırdı. Rakip takımların izleyici, yönetici ve sporcularını yaralamaya başladı. Yetmedi kendi kulübünü bastı, kendi sporcularını dövdü. Spor yarışmalarına en arsız küfürleri soktu, kendi başkanını devirdi.
 
Ölene yazık dedik. İçimiz kan ağladı. Öldürene de yazık değil mi ?
Hayatının en değerli yılları korkularla geçecek. Bir süre sonra rüyalarından başlayıp benliğini saran vicdan azabıyla kavrulacak, yanacak. Ölen de öldüren de aynı öğretmenlerin, aynı toplumun eseri. Hiç kimse kendi başına yetişmedi ki !
 
Bu yanlışı önlemesi gereken herkes, ya kafasını kuma gömdü ya da bu işten ne kazanırım hesabıyla üç maymunu oynadı.
İşte gelinen sonuç.
 
Bu, kolektif suçluların ne ilk ne de son olayı.
Yapacaklarına hiçbir zaman inanmadım, inanmıyorum da.
Yine de birilerinin ayağa kalkıp suçunu itiraf etmesi gerekiyor.
Önce itiraf ve hemen sonra şartları düzeltmek.
Haksız mıyım ?    
 
Yayın Tarihi : 23 Kasım 2004 Salı 01:40:02
Güncelleme :20 Nisan 2005 Çarşamba 17:18:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?