“Herkes bu kadar yalnızken ,niye herkes bu kadar yalnız.”diyordu sevgili İclal Aydın yazılarından birinde.Bu cümleyi okuduğumda şöyle bir düşündüm de;sahi hepimiz samimiyetsizlikten,sevgisizlikten , yalnız kalmaktan şikayet edip yakınırken ve hatta korkarken nasıl başarabiliyoruz onca kalabalığın içinde yalnız kalmayı ?
Kadın-erkek cinsiyet torpili yapmadan yayılan, çağın psikolojik vebası bana göre yalnızlık.
Ama kadının yalnızlığı ,kendi beklentileri, toplumun kadını algılamasındaki farklılıklar ve zor değişen yargılar nedeniyle erkeklere oranla daha bir ağır geçiyor sanki.
Kentleşme ve sosyal kimlik değişimiyle o çok istediğimiz kadın-erkek eşitliğini yakalarken diğer yandan hızla tek başına kalır olduk. Zamanla “çalışan kadın” imajı ilk duyumsamada pozitif değerler taşısa da birçoğunun bilinçaltına “zor kadın” imajını da beraberinde sürükledi .
Ayaklarımızın üzerinde durabildikçe güçlendiğimizi fark ettik ve güçlendikçe de beklentilerimizin ışık hızıyla değiştiğini tabii . Toplumumuzdaki kimlik yerleşimlerinde kadın temalı görevlerin sıralamasının ve öneminin de beklentilerimize paralel değişim süreci göstermesiyle ,kadın-erkek ilişkisindeki rollerimiz yine yeni yeniden şekillenmeye başladı .
Erkekler kadının yeni imajını, saçıyla birlikte uzayan dilinin etkisinin ve tepkisinin artışını kaygıyla izleseler bile,içten içe kabullenemedikleri bu durumu bir güzel kendi leyhlerine çevirmeyi becerdiler.
Ne yapıp ettiler ,geleneksel saltanatlarından ödün vermeden, ev ve evlilik sorumluluklarının kendilerine ait olan kısmını saman altından kadının omuzlarına yıkmayı başardılar. Bunun sonucunda da günümüz kadınlarının “heeyyyttt bizde varız “ nidaları ile üstlendikleri kişisel yük,evde,sokakta,iş ve sosyal hayatta kat be kat fazlalaştı. ( Bir nevi aldık boyumuzun ölçüsünü.Allahtan ki her birimiz dikişten az çok anlıyoruz da ölçüleri bedene uydurabiliyoruz..Ne diyim ,biz muhteşem bir tayfayız aslında ammavelakin dilimizden anlayan yok :)
Hiç de adil olmayan bu görev dağılımına ve ekstra sorumluluklara tepki verdikçe ilişkilerde sorun yaşanması da kaçınılmaz oldu. Kadın güçlendiği orana eşit paralellikte bir o kadar da zorlaştı erkek için. Ortalamaya tekabül eden bir erkeğe denk geldiğinde “fazla iyi” kaldıkça da haliyle yalnızlaştı .
Bu yalnızlık duygusu, kah kendini anlatamamak,kah anlaşılmamak,kah kalabalıklar içinde yalnızlaşmak şeklinde göstermeye başladı kendini.
Çözümü konusunda henüz denenmiş ve sonuç alınmış net doneler olmasa bile,bazı kadınlar yalnızlığa ve “zor kadın” yaftasına rağmen yola devam ederken,bazıları da kendilerince geçerli olan bahane yada rahatlıkları heba etmemek uğruna kaderine razı olup mağlubiyeti göze alıp sürüden ayrıldı.
İşte o "zor olan kadınlar" ve bu yola herşeye rağmen devam kararı alanların dilinde şu aralar;
"Sağ eller havaya ,pırlantalar buraya,
Tek taşımı kendim aldım, tek başıma kendim taktım,
Girmesinler havaya..." nakaratı dönüp dolaşırken...
İkinci gruptaki cici ve durumuna "razı kadınlar" da Teoman Alpay'ın o eski şarkısını mırıldanıp:
"Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım,
Bir haykırsam belki duyulur sesim ,
Ben yalnızım, ben yalnızım... " diyerek,
kahpe kaderlerine içli içli dem vurmaktalar.
Kendinize bir sorsanıza ; acaba sizin dilinizde bu iki şarkıdan hangisi var?:)
Vallahi benim sağ el havada şu an:)
Yayın Tarihi :
23 Ağustos 2006 Çarşamba 03:40:47
Güncelleme :23 Ağustos 2006 Çarşamba 17:12:11
Yorumlarınız
erdal geyikçi-köçek IP: 85.98.235.xxx Tarih : 28.08.2006 19:17:22
Bu yazınız gerçekten örnek alınacak bir yazı olmuş. Bay bayan herkesin okumasını isterim. Çünkü her iki eş olan erkekler ve kadınlar için yazılmış örnek bir anlatım olmuş. (yıldızlar, yalnız yaşar, ışık saçar. Yiğitler yalnız gezer. Kadınlar evini ve erini bekler) Yuvayı dişi kuş yapar. Benim annem de bir kadın. Beş çocuk büyütmüş. Eski toprak misali nesilleri tükenmek üzere Osmanlı kadınlarının. 35 yaşına geldim, "Evlen oğlum" bile diyemiyor bana. O da yeni nesilleri görüyor. Tabi annemin zamanında böyle değildi. Okumayı bile 40 yaşında öğrenmiş, diplomasını bile almıştı. Yokluktan olsa gerek, ben de ilkokulu 8 yılda bitirmişim. Belki de doğru bitirmişim. İlköğretim 8 yıla çıktı bilseydim. 11 yıl okurdum. Bu gidişle ilköğretim 11 yıla çıkacak galiba. Annemin bana küçükken hep söylediği bir söz vardı: "Seni kalem odasına koyacam" diyordu. Şimdi anlıyorum ne demek istediğini anamın. Kalem olmasa da tuşlara basıyorum. Size yazabilmek için Nilgün hanım. Güzel yazınız için teşekkürler. Saygılarımla. Erdal Geyikçi-köçek..!