“Tiyatro,en büyük sanat olan yaşama sanatına hizmet etmelidir”demiş Brecht. Çünkü aslolan hayattır,hayat da bir tiyatrodur aslında.
Şimdi durduk yerde neden böylesi giriş yaptım inanın bende bilemiyorum:)Bir süredir hayatın içinde hepimizin aktif olarak üstlendiği oyunculuk rolünü, sahneye taşıyabilme şansını yakalayan insanlardan biri olarak uzun zamandır son oynadığım tiyatro oyunundan esinlenerek,”tiyatro ve hayat” arasındaki o incecik bağlaç hakkında, şöyle yazarken de , okurken de, önce kendimin keyif alacağı bir yazı yazmayı planlayıp duruyordum. Ancak şu sıralar işimin yanı sıra, yaşamımda ışık hızıyla değişen pek çok şeyle ilgilenmek durumunda olduğum için bir türlü fırsat bulamamıştım hayatın bu farklı boyutundan gördüklerimle ilgili gözlemlerimi yazmaya.
Biliyor musunuz son günlerde bütün bir hayatı, öğrencilik anılarımı,amatör tiyatro yaptığım yılları, kendimi, ilişkilerimi, hatta tiyatronun geldiği noktayı, ülkenin durumunu, kızımı, dalış sevdasına kapıldığım günden beri hayatımın en önemli öğelerinden birini temsil eden mavinin tüm tonlarını,olmazsa olmazlarımı Nilüfer’in söylediği gibi “yine yeni yeniden” olmasa da tekrar tekrar düşünüyorum.
Yani anlayacağınız her şeyi bir bir elekten geçiriyor,yaşanmışlıklara ve tecrübelere inat bir çok öğeyi sil baştan sorguluyorum kendimce ve de halimce …
Belki de bir çoğunuz gibi kırılma noktası yaşıyorum şimdilerde kimbilir.:)
Bir ademoğlu demiş ki; “Hayat kırkına kadar prova yapmaktır…Perde kırkından sonra açılır ve başlarsın oynamaya…”
Bir başkası ( o da muhtemelen bir Havva kızı:); “Hayat silgi kullanmadan resim yapma sanatıdır… ” diyerek karşıt bir fikir atmış ortaya.
Biri diğerini köstekleyen iki söz de olsa, her ikisinin de ortak düşüncesi hayatın kendi sahnesinde, bizatihi kendisinin oynadığı ve kimselere kaptırmadığı daimi başrol aslında.
Bu kadar hay-huyun, yenmenin, yenişmenin, didişmenin, kavganın, kıskançlık, kompleks, zaaf ve yalanların içinde, kimi zaman tiyatro sahnesinin üzerinden seyircilere misyonum gereği yaşama dair ahkam kessem de , bazen o güzelim “hayatı” teğet mi geçiyorum acaba diye de düşünmüyor değilim hani!...
Her sabah kendi yaşam oyunumun, bana özel tekslerine yazılmış olanı oynarken,yirmi dört saat kesintisiz süren bir oyunun başrol oyuncusu olmaktan ya da çemberin sürekli içinde kalmaktan asıl olanı kaçırıyor, oyunculuğun keyfini yaşam sahnesinde değil de,tiyatro sahnesinde daha bir yoğun yaşıyor gibi hissediyorum.
İç dünyamda bu med- cezirleri yaşarken, diğer yandan iki hafta sonu boyunca ,İstanbul’da; Çocuk Esirgeme Kurumu yararına oynadığımız” OYUN KARIŞTI” adlı tiyatro oyunumuzun gelirinin tamamının, ”kimsesizlerin kimsesi olmaya” yetmese bile, en azından hayırlı bir işe yarayacağı duygusu daha da bir mutlu ediyor beni ve tüm ekibimizi.
Anlayacağınız sevgili dostlar ; oyun içinde oyun oynamanın,oyun içinde oyun oynayarak bir işe daha yaramanın olağanüstü keyfini , bir alt paragrafta yazmaya başlayacağım şiirin dizelerini mırıldanarak sürüyorum bu aralar…
“Işıklar kararır, perde açılır...
Yavaş yavaş sahne aydınlanır...
Replikler uçuşur sessiz salonda,
Kostümler, şapkalar rengarenktir.
Bedenlerini, seslerini kullanan insanları izlersiniz pür dikkat...
Ruhunuz sessizce yerinden kalkar; sahnenin ortasına dalıverir.
Onlardan birisinizdir artık...
Ve hayatı oynarsınız....
Tiyatro yaşamın ta kendisidir aslında;
Her ikisinde de kimi zaman kahkahalarla güler, kimi zaman da hüngür hüngür ağlarsınız.
Umarsız aşklar yaşarsınız; "Romeo ve Jülyet”te olduğu gibi...
Reşat Nuri; "Yaprak dökümü”nde sizin aile dramınızı anlatmıştır sanki....
"Don Kişot”; haksızlıklara karşı başkaldıran protest maceracı yanınızdır belki...
Nazım'ın "Kuvayi Milliye” destanındaki sarışın kurda benzeyen çakmak çakmak mavi gözlü adam; mücadeledir, inançtır...
Tiyatro birleştiricidir, hem de mucizevi şekilde birleştirici...
Hayat da tiyatro gibidir; dalga geçer; kara mizah yapar, sarsar, sizi kendinize getirir.
Tiyatro özgürlüktür; Düşünceleriniz, söyleyemedikleriniz sahnede dile gelir...
Sözcüklere dökülür...
Sonra sahne kararır, perde iner.
Oyuncular ve seyirciler kendi dünyalarına döner.
Alkışlar duvarlara asılı kalmıştır.
Replikler sahnede uçuşur...
Ve salon boşalır...
Kimse farkına varmasa bile, aslında dışarısı da tiyatrodur.
En geniş sahnesiyle yaşam kendimize özel bir tiyatro oyundur.”
Bu haftalık da benden bu kadar……
Herkese …
Hepinize;“Hayatta Başarılar Dilerim!”
“Hayatta(nın) altını çizerek ve yazı kareketerini daha kalınından seçerek tabi… :)
YAZININ GİDİŞATI GEREĞİ EN DİBE OTURMUŞ, ZİRVE NOT:):Eğer önce insan, sonra miktarı henüz ölçülmese de bir miktar sahne tozu yutmuş tiyatro oyuncusu olarak hayatı Nazım’ın deyişiyle;”Yetmişinde bile zeytin dikecek kadar yaşanası olan bu hayatı” kaçırıyorsanız ya da teğet geçiyorsanız eğer.
Ya da bir başka deyişle günlük yaşantınızın sıkıntıları ve çıkmazları içinde sıkışıp kalmışsanız, üstelik bu cenderenin farkında dahi değilseniz, işte o zaman klinik bir mutsuzluk sendromunun eşiğindesiniz demektir.Kimbilir böylesi bir durumda belki bir an durup, biraz tefekkürle, hayatın üzerindeki asıl gerçeğin örtüsünü kaldırıp altına bakmak gerekir ; “ Ben kimim?, ne yapıyorum?, niye yapıyorum?, nasıl yapıyorum?” diye.
Belki sahne dışındaki”gerçek yaşam tregadyasıyla” uğraşan insanlar olarak pek çoğumuz bu kırılma noktalarını yaşıyoruz…
Belki pek çoğumuzun ruhu yıprandı, örselendi…
Belki bunalıyoruz çoğu zaman…
Belki öfkelerimizin,sorunlarımızın,zaaflarımızın,kırılıp dökülmelerimizin,güvensizliklerimizin bir nedeni de: “Hayatla Sanat arasındaki Bağın Kopuşudur”.
İşte bu yüzden yukarıda yazdığım şiirin sonunda hepinize ; “Hayatta Başarılar Dilerim!...” dedim.
Tiyatro ile hayat arasındaki bağ koptuğunda ne tiyatroyu, ne de hayatı hakkıyla yaşayamayız, rövanşlarımızı alamayız diye düşünüyorum.Hal böyle olunca da “mış gibi”, “miş gibi”, kimi zamanda “gibi gibi” yaşayıp gidiyor, hayat denen bu hızlı treni kaçırıyoruz belki de. Ne dersiniz olamaz mı?:)