Kendi rızamızla olmadı belki…
Nereden bileceksiniz;belki zorla bıraktık ya da yaşam koşullarımız bunu getirdi.
Annemizden sonraki ilk kurban “ kadın kuşağı “ olarak,önce saptırılmış bir eşitlik sevdası adına ev içindeki rollerimiz değiştirildi, ardından pembe hüviyetlerimize yamanan görev tanımları bize bile çaktırılmadan erkeğe yakışan sorumluluklarla takas edildi.
Kah üstümüzden attığımızı düşünüp aslında yükümlülüklerimize ekstra ağırlık eklediğimiz yüklerimiz adına, kah çağdaşlaştığımız fikriyle ön saflarda yürüdüğümüz “modern kadın “imajı uğruna, anneden kıza geçen nice hoş alışkanlıklarımızdan, kadınsı duygularımızdan vazgeçtik biz çalışan kadınlar.
Farkındayım,ilk başta çoğu erkeğin işine geldi eşit olma sevdası adına verilen bu kayıplar.Ama çok geçmeden her şeye cırlayan “erkek gibi kadın” modeliyle karşılaşınca bazıları kazın ayağının kaç tane olduğunu erken erken anladılar.:)
İşkadınlığı “İN” , ev kadınlığı “OUT” olup, toplum “REYTING”i uğruna ruhlarımızı ”kendi ayaklarının üstünde tay tay duran kadın “ sevdasına kaptıralı beri, evdeki pirinçten olmasa da özümüzdeki o kadınlıktan olduk gibi geliyor bana.
Onca pratik beceri, donanım, yetenek ve güzellik, çalışma hayatının içine girince nasılda kolayca şutlanıverdi sol tarafımızdaki dört odacıklı malum organdan.
Erkeklerin bile boylarınca dizi dizi kazık yedikleri iş dünyasında, Zeyna misali boy gösterip savaşmaya çalışırken takatimiz kalmadığı için, eh! sanırım birazda evdeki kadına ait merhamet duyguları dışarıda elimize yüzümüze bulaşıp, ayaklarımıza dolaştığı için, annelerimizden kalan “kadın gibi kadın” kültürümüzü nerdeyse topluca kaybettik.
Artık kapımızı çalmaya hazırlanan soğuk kış günlerinde midemizle birlikte yüreğimizi ısıtacak tarhanalar kurutamıyor, domates ve biber salçaları yapamıyor, ne babaanneden kalma ıspanaklı Arnavut böreği, ne de annemizden kalma elde mantılar açamıyoruz..
Bırakın bayram günü için cevizli baklavalar yapmayı, sütlaç bile pişiremez hale geldik. Cinsel kimlik modeli olarak benimsediğimiz ve çoğu kez özendiğimiz annelerimizden bize geçen nice bilgi giderek yok olurken, biz “çağın kadınları” tüm suçu değişen zavallı zamana atıyoruz.
Birkaç kuşak öncesine kadar bazı kadınlar evde, tarlada kendi başlarına çocuklarını doğurup, aynı gün rutin ev işlerine devam edebiliyorlardı.(Bu satırları yazarken, babaannemin evde tek başına 3 çocuk doğurup,her birinin göbek kordonlarını jiletle kestikten sonra bir güzel banyo yaptırıp,akşam yemeği hazırlamaya giriştiğini söylediği , bana çok ütopik gelen anıları düştü aklıma.)
Tüm kadınların Lokman Hekim misali “şifalı otlar kullanım rehberi” beyin hücrelerine, "yaparak -yaşayarak" metoduyla şifrelenirmiş adeta. Düşünsenize , günlük hayatta yaşanan grip,ishal,kabız, hazımsızlık , baş ağrısı vs. rahatsızlıklar adına hiç doktora gidilmezmiş o dönemlerde.Oysa günümüz koşullarında,ilaç kullanmadan halledilebilecek bir çok şikayetin çözümüne dair bilgi birikimi neredeyse eksilerde geziyor.
Çiçek adlarını, komşuda pişip bize de düşen o ince “komşuluk adabını”, muhtelif otların tatlarını,kahve falının inceliklerini,kapı arası sohbetleri, sünnet yataklarına mendilden kurbağalar yapma tekniklerini ve daha birçok şeyi unuttuk.
Sırf eşitlik ve modern kadınlar olabilmek adına, elimizden kayıp gidiyor hemcinslerimize ait bazı güzellikler. Artık ellerimizi mis gibi beyaz sabun kokan leğenler yerine, sadece soğuk havalarda ceplerimize sokar olduk.
Hatırlarsınız, fokur fokur göbek atarak kaynayan reçel tenceresinin başında şekerin ve meyvenin kokusunu içine çeken, sebzelerle oynayıp, sofralara adeta renk cümbüşü tablolar yansıtan, çamaşıra, bulaşığa “direkt” dokunan, mis gibi sabun kokan kadınlar vardı bir zamanlar.
Geçenlerde yaşadığım bir olayla edindiğimiz yeni bilgilerin her zaman işe yaramadığını keşfettim. Biliyor musunuz bazen gerçekten de ellerimizle bir şeyler yapmamız gerekiyor. Tıpkı tarih gibi ,tecrübe de tekerrürden ibaret aslında. Yüzyıllar öncesinden, bir kuşak öncemize kadar yaşayan kadınlar kendilerini nasıl güçlendirdiyse,güzelleştirdiyse,iyileştirdiyse, o yöntemleri de öğrenmemiz, tekrar etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Her şeyin teknoloji nimeti olarak önümüze hazır sunulup, suya- sabuna, tencereye-kovaya dokunma hakkımızı, kendi ellerimizle elimizden aldığımızdan beri çok daha bir asabi, çok daha bir fevri,çok daha az sabır gösterir olduk farkında mısınız?
Hadi gelin bu bayram tatilinde hiç değilse bir gün şöyle sırtımızdan ter akana kadar hamur yoğurmanın, kurabiye ve kek yapmanın, çoluk çocuk una-yumurtaya bulanmanın tadını çıkaralım.
Yetmedi televizyonun karşısında , tek göz ekranda , tek göz bluzda saatlerce, belki delice ama bu kez;” çok şükür ki ütülenecek onca giysilerimiz ve giysilerini ütüleyeceklerimiz yanı başımızda” fikriyle; keyifle ütü yapalım.
Tamam, tamam abartmayacağım :)
Erişte yapalım..
Tepsi tepsi börekler açalım..(Açsak da hiç fena olmaz hani:)
Çiğ köfte yapıp tavana yapıştıralım..(yok! pardon.O, evde değil mecliste oluyordu dimi.:)
Tarhana serip kurutalım demiyorum ama şöyle kendi ellerimizle, sırf kendimiz için ( evdeki erkekler adına bir şey istiyorsam nağmerdim :), malzemelerine yüreğimizi ve sevgimizi de katacağımız hiç değilse bir kavanoz turşu kuralım,hatta yanına minik bir tencere mis gibi çam fıstıklı,bademli portakal reçeli yapalım. Ne dersiniz?
selinanil @yahoo.com