19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (115)

NAZİLERİN YARATTIĞI KÜRESEL TRAJEDİNİN GENEL DEĞERLENDİRMESİ:

Tıbbî testler için kobaylık yapma sırası bekleyen esirler

Nazilerin yarattığı küresel dehşetten şimdiye kadar okurlarımıza sunabildiğimiz örnekler tüm trajedinin panoramasını vermekten uzaktır. Daha önce belirttiğimiz gibi çeşitli büyüklükteki 15.000 kadar kamp içinde cereyan eden acı olaylar, yazarlara ve film yapımcılarına sonsuza kadar ilham vereceğe benzer.

Savaş ertesinde, Nazi savaş suçlularının yargılandığı sıralar Nazi egemenliğindeki topraklar içinde yaşamakta olan sadece 10 milyon kadar Yahudi’den 6 milyonunun bu yönetim sırasında canını yitirdiği (hatta, yargılanması esnasında bizzat Adolf Eichman’ın tanıklığı ile de teyid edilmiş olarak) iddia edilmiş ise de daha ileriki yıllarda yapılan ince hesaplamalarla gerçek rakamın 4.200.000-4.600.000 arasında olduğu kabûl edilmektedir. Bu ölümlerin yaklaşık üçte biri açlık ve hastalıktan; geri kalanı fizik infazdan kaynaklanmıştır. Bu ölüm endüstrisi cahil ve ilkel barbarlar değil her sektörden yüksek dereceli görevliler, uzmanlar, bilim adamları tarafından örgütlenmiştir. Almanya’nın imarını bir sihirbaz ustalığı ile gerçekleştiren Mimar Albert Speer “Silah ve Mühimmat Bakanlığı yaparken ölümlerine götürülecek Yahudilerin tahammül dışı emekleri ile bu ölüm araçlarının üretimini gerçekleştirmiştir. Tıp biliminde yeni buluşlar arayışında olan Josef Mengele, bu uğurda 4 yaşlarında ikiz kardeş Çingene çocuğunu sırtlarından birbirine emplante ederek diken, yüreği yanan analarını morfin bulup, yaraları mikrop kapmış yavruları öldürerek kurtarmaya sevk eden bir canavardır. Soğuk etkisi ile ölmenin süresini hesap testi yapan doktorlar kobay yerine koydukları kamp sâkini esirleri, donma derecesine gelmiş havuza ya da zemherî soğuğunda açık alana, çırıl çıplak bırakıyorlardı. 1941 Aralığında tifüs salgını çıktığında binlerce engelli esir, gaz yağı dökülmüş odalara kapatılarak diri diri yakıldı.

Çukurlar başında infazlar yapan Einsatzgruppen şefleri doktora yapmış hukukçular, iktisatçılar, mimarlardır. 1942 Ağustosunda, Minsk’de, çukur kenarında 100 Yahudi’nin infazını bizzat gözlemleyen Himmler bile, yüzüne beyin parçaları sıçrayınca kusup fenalık geçirmiştir.

Papa (ortada)1933’deRomada Almanya ile din ilişkisi konusunda anlaşma töreninde . En solda Alman din temsilcisi (Ludwig Kaas), en sağda Almanya Dışişleri Bakanı Franz von Papen

Bu havsala almayan kitlesel kıyımın ve 52 milyona dolayındaki toplam savaş kurbanlarının ana faili Nazi Partisi ve onun infaz aracı SS’lerdir. Fakat bu iğrenç suça Wehrmacht’ın da (Alman Silahlı Kuvvetleri) inkâr edilemez bir katkısı olmuştur. Özellikle, cephedeki subaylar tasfiye harekâtına iştirâk ettiler. Fakat pek çok general ve subay, özellikle Sovyetlerdeki çukurlar kenarındaki infazlara, savaş suçu olduğunu ifade ederek şiddetle tepki göstermişlerdir. Alman humanist aydınlarının, Yahudi komşuları ile çok iyi geçinen sayısız Alman ailesinin de bu vahşete içleri yandı. Hesaba vurulursa bu tür Almanların Nazi vahşetini destekleyenlere karşı büyük sayısal üstünlüğü vardı. Polonyalı ve Ukraynalı (daha çok Katolik) halklar Yahudilere karşı çok daha acımasız idiler. Vatikan, Yahudi tehcirlerini ayıplar gibi görünse de Papalık makamı bir kınama bildirisi çıkarmaya hiç yanaşmadı. O zamanın Papa’sının, geçtiğimiz hafta (20.Aralık.2009) şimdiki Papa (Alman asıllı) XVI. Benedict tarafından “kahramanca erdemlerinden dolayı AZİZ’lik mertebesi” tescil edilen iki sabık papadan 260.Papa XII. Pius (Eugenio Maria Giuseppe Giovanni Pacelli) olduğunu hatırlatalım. İşte Azizlik mertebesi bu derece ucuz… Naziler Polonya’da 2.500’ün üstünde papaz ve rahip öldürmüşlerdi. Nazilerin bu ülkeyi işgâlinin Papa tarafından açıkça kınanmaması ve Mayıs 1942’de Hilarius Breitinger’in Wartheland’a tayin edilmesi birçok Polonyalı din adamı tarafından din’e ihanet kabûl edilmiştir. Dachau Toplama Kampı listesinde 2.600 Katolik rahip yer alıyordu.

1942’de Californiadaki evlerini tahliyeye zorlanan Japon asıllı bir Amerikan ailesi (Dorothea Lange’ın çektiği fotograf)

Müttefik güçler de Yahudilerin çilesine bigâne kaldılar. Britanya Filistin’e Yahudi sığınmacıları getiren gemileri burun kıvırarak geriye çevirdi. Şimdiki Yahudi dostu Amerikan Dışişleri Britanya’nın bu tavrını hiç ama hiç ayıplayıp protesto etmeye yanaşmadı. Sadece, soyut etnik düşmanlıkla ABD yurttaşı Almanlar ve Japonlar, güvensizlik gerekçesi ile kamplara tıkılıp acı çektirildiler.

Ancak Mihver devlerine (Almanya, Japonya, İtalya) karşı kesin galibiyet alındıktan sonra Yahudilere şefkat aniden coşkunluk kazanmış; bahsimizin dışında tuttuğumuz Filistin’de bir İsrael Devletinin kurulması, 29.Kasım1947’de, Birleşmiş Milletler Örgütünün kararına bağlanmıştır.

Tek Tanrılı dini ilk kez tanıtmış olan Museviliğin, dizimizin başlangıcından beri izlediğimiz 2 binyıllık ağır çilelerle dolu kölelik tarihi sonunda ulaştığı bu mutlu son çok düşündürücü ve ibret vericidir. Çok sert bir din hukukunun düzenlediği Yahudi toplum hayatı, çoğu defa Peygamber adını alan Krallar tarafından dahî ihlâl edilmiş; bazı toplumsal zaaflar Ortodoks Yahudiler tarafından bu ihlâllerle açıklanmıştır. Yani çok eskiden beri, güç kaybının şeriatı ihlâlden mi yoksa aksine aşırı yasaklamaların toplumsal tıkanıklık yaratmasından mı kaynaklandığı tartışması mevcuttur.

Şabbat’ta bir otoparkın açılmasına tepki gösteren Ortodoks Yahudilerin taşkınlıkları

Çeşitli dış saldırılarla dağılan Yahudi kavmine, Musevî dini ve etnik İbranî kültürü bir arada soluk vererek, anayurdundan uzak kalsa da hayatta tutunmasına olanak tanımıştır. İbranî dili, ibadet dışında kullanılmadığı zamanlar, sığınılan ülke toplumlarına asimilasyon söz konusu olduğundan unutulmaya yüz tutmuşsa da tümüyle ortadan yok olmamıştır. Yahudilik bir din olduğu kadar bir etnisite ifade etmektedir. Bu iki yönlü kimlik motivasyonu, Romalı Konsül Flavius Silva’ya karşı 72 Sonbaharında “Masada”da; Nazi General Jürgen Stroop’a karşı “Varşova Gettosu”nda, Yahudiler için, tüm savaşçılarının telef olmasına rağmen “kimlik onuru” zaferi kazandırdı. Ne var ki, Diaspora öncesinden beri süregelen obskürantizm, bağnazlık, tarikatlara parçalanma Yahudi’yi 2 binyıl süren yurtsuzluk ve köleliğe mahkûm etmiştir. İslamî Aydınlanmanın Endülüs’teki kolunun bazı Yahudi okumuşlarına sirayeti, daha sonra Batı Avrupa Yahudilerinin Batı Aydınlanmasına nüfuz etmeye başlamaları aydın Musevî kesime Laisizm’in tadını da tattıracaktır. Bugün, Şabbat (Cumartesi) günleri etkin hâlde gördükleri insan ve gruplara soytarıca saldırılar düzenleyen Ortodoks Yahudi kesiminin İsrael Devletinin kuruluşuna hiçbir ciddî katkısı olmamıştır. Siyonizmin kurucusu Theodore Herzl Yahudiler için Musevîlik değil, ulusal bir Devlet ideali peşinde Yahudilere yurt edinme politikası gütmüştür. Aynen, laik ruhlu Müslüman Atatürk’ün, Hintli Gandhi’nin yeni birer Devlet kurabilmeleri gibi…

Birleşmiş Milletler Örgütünün babası Cordell Hull

II. Dünya Savaşı evrensel trajedisi, insanlara dünya yüzünde ortaklaşa bir çaba ile barış ve güvenliği koruma gerektiğini yeniden öğretti. Savaşın ortalarında 1.Ocak.1942 tarihine, sonradan 1945 Nobel Barış Ödülü alacak olan ABD Dışişleri Bakanı Cordell Hull’in girişimi ile, Washington D.C.’de, Mihver devletlerine (Almanya, Japonya, İtalya) karşı savaşta olan 26 Devlet temsilcileri tarafından yeni bir evrensel örgütün, Birleşmiş Milletlerin kurulması kararı alındı. Spesifik kimliklerin insan olmanın vazgeçilmez bir parçası olduğu için saygı gösterilmesi gerektiği anlayışına ve eşitliğe dayalı insan hakları idealinin, çeşitli veçheleri ile gerçekleşmesini hedefleyen ve uygulamayı bağlı organları ve yan kuruluşları ile güçlendirilecek bu örgüt, ayrıca benzer hedefi taşıyan bölgesel ya da bireysel amaçlı bağımsız örgütlere de esin kaynağı oldu. Daha önce “Savaş Hukuku”nu düzenleyen Cenevre Sözleşmelerinin tam mazbut olmayan, palyatif uygulamalarının doğurduğu meşruiyet tartışmaları ve tereddütlerini gidermek amacı ile Temmuz 2002’de Hollanda’nın La Haye kentinde kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) 11.Mart.2003’d faaliyete geçmiş bulunmaktadır.

II.Dünya Savaşı suçluları Müttefik devletlerin, Savaş sırasında kendi aralarındaki (Moskova ve Potsdam bildirgeleri gibi) antlaşmalara bağlı olarak, özel statüde kurulan mahkemelerde yargılanmışlardır. Bu antlaşmalar doğrultusunda, mağlup olan 24 Nazi liderinin yargılanması 18.Ekim.1945’de Berlin’de başlamış, 1 Ekim.1946’de Nürnberg’de sonuçlandırılmış; 12’si idam olmak üzere çeşitli cezalar belirlenmiştir. Japon askerî suçluların yargılanmaları Tokyo’da Uzakdoğu Uluslararası Askerî Mahkemesinde gerçekleştirildi. 25 sanıktan 7’sine idam, 16’sına ömür boyu hapis cezası verildi. Uzakdoğu’da “Malezya Kaplanı” nâm’ı ile maruf Japon generali Yamaşita, mezalimi ile altını üstüne getirdiği ülkelerden Filipinlerin başkenti Manila’da yargılanıp idamla cezalandırıldı.

Ama insanlık ıslah olmadı. İsrael Devletinin, Filistinlilerin itilip kakılarak kurulması ve “Judeo-Chrétien “Yahudi-Hıristiyan” dayanışmasının doğumu şimdiye kadar sömürge olarak kullanılmış İslâm âleminin eziklik duygularını kaşıdı ve nefretini kışkırttı. Ortaya İslamiyet adına icra edilen bir terör rüzgârı çıktı.
 

Yayın Tarihi : 31 Aralık 2009 Perşembe 11:56:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?