5
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Oryantalizm ve Oksidentalizm 5

Oryantalist Sanat

Oryantalist Sanatı Görsel Sanatlar ile Edebiyat ve Müzik olarak, gene tarihsel gelişmeyi sunarak iki bölümde ve teknolojinin hızlandığı XIX. Yüzyıl öncesi ve sonrası olarak iki evrede sunacağız.

XIX. Yüzyıl Öncesi

Peter Paul Rubens’in İsa’nın Doğuşu Tablosu

İlk Batı ve Doğu farklı bakışına putperest Roma İmparatorluğu ve onun egemen olmaya çalıştığı Orta Doğu, özellikle Musevî Dünyayı ele alabiliriz. Roma, efsaneye göre Truva Prensi Aeneas’ın torunları Romulus ve Romus ikiz kardeşler tarafından MÖ. 753 yılında bir kent devleti krallık olarak kurulmuş. Ancak arkeolojik bulgulara göre bu kuruluş MÖ. 10. Yüzyıla kadar geriye götürülebiliyor. “hakimiyet bölgesi-Imperium"unu genişleterek 5.900.000 km. kareye yayılınca Avrupa tarihinin “klasik antikite” dönemindeki en geniş imparatorluk oldu.

Eski Hollanda resminde Romalılar yanında ikinci planda Yakın ve Orta Doğu insanı İncil’de tanımlanan egzotik kıyafeti ile tasvir edilirdi.

Bizans’ın MS. 395’de bölünen Roma İmparatorluğunun Doğu parçası olduğuna ve Hristiyanlaştığına değinmiştik. VI. Yüzyıldan itibaren resmî dil olarak Latince yerine Yunancayı almıştır. Din bir devlet sistemi olmuştur.

Bizans sanatı genellikle Mecusileri Pers giysisi ve Frigya şapkaları ile betimler. MS.565’de yapılmış, 18. Asırda restore edilmiş bu mozayik halen İtalyada Ravenna Sant’Apollinaire Nuovo Bazilikasındadır.

Bizans’ın MS. 395’de bölünen Roma İmparatorluğunun Doğu parçası olduğuna ve Hristiyanlaştığına değinmiştik. Temeli Roma’ya dayansa da Balkanlar, Trakya ve Anadolu’dan sonra kısa süre de olsa Bizans Mısır ve Suriye üzerinde egemenlik kurarak bu coğrafyanın kültürlerini de tanıyıp onlarla kaynaşmıştır. Bizim topraklarımızda yaşamış ve gelişmiş kültür olduğundan sanatı da Roma’dan temelini alsa ve ayrıca ağırlıkla Hristiyanlık motiflerini taşısa da bizim için önem arzeder. Her döneminde mimarî eserleri, anıtları, su kemerleri, açık, kapalı sarnıçları, savunma sutları, ikonaları gibi işlevsel sanat eserleri göz kamaştıran eserlerin sahibi olan Bizans’ın da farklı Doğu kültürüne Oryantalist bakışı vardır. V. Yüzyıldan 726 yılına kadar “Erken Bizans Dönemi” hâlâ Hellenistik ve Roma sanatı ögelerinin egemenliğini sürdürdüğü evredir. Bir Bizans mozayiğinde İsa’nın doğumunda hazır bulunan üç Mecusi (keramet sahibi) kralın giysileri Orta Doğu insanını betimliyordu.

Başkentte Sarayın arzuladığı görkemli, göz alıcı özellikler; eyaletlerde şekli önemsemeyen din güdülü uslûp hakim oldu. Tasvir yasağının geldiği “Ikonoklazm-Ikon kırıcılık Dönemi” denilen 726-842 yılları arasındaki evrede Hristiyanlık fanatizmi iyice artmıştır. Orta Bizans Sanatı” İslam Uygarlığının izlerine de rastlanan 842-1204 evresidir. Latin istilası yıkımına uğradığı bu dönemden Osmanlı fethine kadar son eserlerinde artık yılgınlık hissedilmektedir.

Arabistandaki Sarasenler

Orta Çağ sonlarında 12. Asırdan başlayarak Avrupalılar ve Bizanslılar Haçlı Seferleri zamanında Müslümanların Suriye ve Arabistan’da yaşayan ve çarpıştıkları kesimine; keza İberik Yarımadasında “reconquista” sırasında Afrika’ya sürdüklerine “Sarasen” adı verdiler. Ancak, esmer derili Arapların Saraken olarak adlandırılması daha çok eskilere dayanır. Miladî II. asrın İskenderiyeli Yunan coğrafyacısı Klaudyos Ptolemaios (ya da Batlamyus), ticarî münasebetler için gelen İskenderiyeye ilk kez gelen Araplara nereden geldiklerini işaretle sorduğunda Sinai Yarımadasının kuzeyini işaret eden Araplardan: “Şark, mineşşark-Doğu, Doğudan ” yanıtı alınca “ş” sesini algılamayıp “Coğrafya” adlı eserinde onlara: “Sarakenoi-Sarakenler” demiş ve Suriye Bölgesine “Sarakene” adını vermişti. Ardından Romalı teolog Hippolytus ve daha sonra MS.III. asırda (hayatı Bizanslı tarihçi Zosimos tarafından anlatılan) Suriye’yi işgâl eden mütegallibe Uranius, İslam öncesi karşılaştığı barbar Arapları, mahâl ve konuştukları lehçelere göre “Sarasen”, “Taeni”, “Arap” diye isimlendirdi. Doğu’nun Augustus’u diye nitelendirilen İmparator Diocletianus’un IV. asır başında Suriye seferinde Fenike’den Tamud’a kadar karşılaştığı Sarasenler ağır zırhlı süveriler olarak anlatılır. İslam’ın zuhurundan sonra da Sarasen “kâfir, dinsiz” kavramlarının adeta eşanlamlısı olur.

Ioannes Sklitzes (soldaki) ve Madrid Skilitzes adlarındaki Bizanslı iki tarihçi ve sanatçının “Sarasenler” dedikleri Araplarla yapılan kara savaşı ve Yunan ateşinin kullanıldığı deniz savaşı ile ilgili tahminen XI. Ve XII. Asırlarda yapılmış tasvirleri:

   

Avrupa’da Orta Çağda, Rönesanasda ve Barok Çağda, karşıtı kültüre sahip olanları Güneyindeki Kuzey Afrika diyarında Fas, Cezayir, Tunus, Batı Sahra, Mauritanya, İberik Yarımadası, Nijer, Mali, Senegal, Sicilya ve Malta’daki Berberî Arapçasının Hassaniye dialektini konuşan Mağribîler (Arapların etkisi ile Müslüman olmuş Berberîler) ve Batı Asya’daki Türkler olarak tanıyordu. Mağribîler (ve Araplar) 711’de İberik Yarımadasını istila edip buraya “Endülüs” adını verdiler. Zamanla Cebel-i Tarık, İspanya, Portekiz ve Fransa’nın bir bölümüne yayıldılar. Güney İtalya ve Sicilya’ya da bir kısım Mağribî yerleşti. 810’da Karadağı, 827’de Sicilya’da Mazara’yı işgâl ettiler.

“Mağribî”den Orta Çağ Roman (Latin) dillerine Fransızca ‘muare’, İspanyolca ‘moro, morisco’, İtalyanca ‘moro, moresco’, Portekizce ‘mouro, mourisco’, Romence “maur” şekillerinde geçen bu sözcük daha sonra bu Müslüman halkların tenlerinin esmer olması yönünden İspanyollar ve Portekizlilerce kendi dillerindeki “esmer” anlamındaki gelen “moreno”dan geldiği iddiasına yol açmıştır. Köken olarak İspanyada konuşma dilinde “Moro” sözcüğü hâlâ aşağılayıcı anlamda kullanılır. Hâlen, eski İspanyol ve Portekiz dominyonları olan Filipinlerdeki (İsp.) (terörist kabûl edilen) ve Sri Lanka’daki ile Goa’daki (Por.) Müslümanlara “Morolar” denmektedir.

12. Yüzyılda Kastilyalı elçiler El Muvahhidin Hanedanı Emiri Ebu Hafs Omar el Murtada’yı ziyaret ederken Omar el Murtada ve onun Hrıstiyan müttefikleri Merakeş kentine sefere giderken. XIII. Asırdaki “Cantigas de Santa Maria-Aziz Meryem Şarkıları” adındaki kitabın süslemelerinden

Uzun asırlar Müslümanlara diş geçiremeyen Hristiyan Krallar, 1212 tarihinde Müslümanları Merkezî İberya’dan sürmek için Kastilya Kralı Alfonso VIII.in önderliğinde bir koalisyon yaptılar. Başta bir başarı kazanamadılar. Arap yerleşikleri sadece 1224’de Güney İtalya’da Lucera’dan kovuldular. Araplara karşı ilk yengiyi kazanan 1249’da “Algarve”yi (Arapça El Garb) zapteden Portekiz hükümdarı Alfonso III. oldu ve kendini “Portekiz ve Algarve Kralı” ilân etti. Fakat Müslüman Granada Emirliği üç asır daha devam etti. Çoğunlukla bilindiği üzere Kastilya Prensesi Isabella ile Aragon prensi Ferdianadı 1469’da evlenmeleri aracılığı ile sağlanan güç birliği 1492’de Granada’daki İslam iktidarının çökertilmesine varacaktır. Bu şekilde İslam sultasının sona erdirilmesine İspanyollar “Reconquista-Yeniden Fetih” derler. Aynı yıl Yahudileri de İberyadan ihraç eden Kastilya otoriteleri çok sert bir dinî kontrol uyguladılar. 1499’daki Müslüman isyanına karşı 1501’de Granada’daki Müslümanların Katolikliği kabûl etmedikleri takdirde İspanyadan atlacakları ültimatomu verildi. Hristiyan olmayan Mağribîlere kesin bir darbe vuruldu.

Meksika’da Morolar ve Hristiyanlar gösterisinden bir sahne

Öte yandan, Yeni Dünyada Meksika’yı fetheden Hristiyan İspanyollar da orada buldukları Aztekleri ve diğer yerlileri gene renklerinden dolayı “Moro” diye adlandırmışlar. Bunların Hristiyanlaştırılmasına ve bunu kutlayıcı festivaller ve çeşitli sanat eserleri üretilmesine rağmen beş asır boyunca ayrımcılık giderilememiştir. Ancak yerli unsurların eski folklorlarını muhafaza ettikleri festivaller onların utkusunun göstergesi oalarak kabûl edilmiştir. Gene yerli aborijinlerin aşağılandığı Avustralya’da doğmuş humanist bir şair, yazar, yorumcu, eleştirmen Max Harris, Meksikalıların bu açmazını “Aztecs, Moors, and Christians: Festivals of Reconquest in Mexico- Aztekler, Morolar ve Hrıstiyanlar: Meksikada Yeniden Fethin Festivali” isimli kitabında irdelemiş; Yale Üniversitesi Antropoloji Profesörü James Scott’un “kamuya açık ve gizlenmiş yazılar” simgesi ile başta mağlup olmuş Aztek halkının nihaî utkusunu selamlamaktadır.

Şimdi “Batının Türk’e Bakışı” (Turquerie) bahsine geçelim.

Sürecek
 

Yayın Tarihi : 10 Şubat 2014 Pazartesi 11:22:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?