26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (118)

İSLAM DÜNYASINDA YENİ SÖMÜRGECİLİĞE KARŞI DOĞRUDAN TEPKİLERİN ÖZET TARİHÇESİ:

Filipinlerdeki Müslüman Morolar

Böyle bir tepki içinde olmuş İslam ülkeleri büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğundan koparılmıştır. Bölge bölge sınıflandırmak gerekirse, XIX. asrın ilk çeyreğinden itibaren Avrupalı ülkelerce işgal ya da etki altına alınmaya başlamış “El Mağrib El Arabî-Batı Arap Ülkeleri“ grubunda toplanan Cezayir, Fas, Tunus, Libya, (Osmanlı dışındaki)Moritanya; başlı başına bir bölge oluşturan Mısır; Afrika Boynuzundaki; Sudan, Somali, Eritre; Arabistan Yarımadasındaki: Suudi Arabistan, Yemen, Kuveyt, Bahreyn; Emevî Hilafeti merkezi olan Şam diyarındaki Suriye, Filistin, Ürdün; farklı değerlendirmelere tâbi tutulacağı için Şia İslâmi diyeceğimiz gruptaki Lübnan, İran (Osmanlı dışında), Irak; ve Asya’daki Türkiye, Afganistan, Orta Asya’nın uzun süre Rus hegemonyasında kalmış Türkî toplulukları, Pakistan adı ile devlet kuracak Hint Müslümanları, Asya’nın Rusya, Malezya, Endonezya, Filipinler gibi ülkelerindeki Müslüman toplulukları ve tüm Dünyadaki, küçük de olsa Müslüman kolonilerinden söz edebiliriz. Bu bakımdan, İnanç reformunu yapamayıp gelişmesi kısır kalan, ayrıca doğal kaynakları nedeni ile sömürülme iştahı uyandıran Müslüman topluluklar farklı ve sofistike temasları ile çok çeşitli sorunlarla karşılaşmakta ve sorunlar yaratmakta; sömürgeciliğe karşı tavırları yer yer değişmektedir. Ayrıca, Müslüman ağırlıklı ülkelerde de (Malezya, Endonezya gibi) ciddî gayrimüslim unsurların barındığı, hattâ Lübnan gibi çeşitli dinsel grupların eşit dengede sayılabileceği; % 5-10 arası azınlık olmalarına karşın terör sorunları çıkaran (Filipinlerdeki Morolar gibi) örnekler gösterilebilir. Tek Tanrılı üç din’in geçiş yolu olup, Sünnî, Şiî, Dürzî gibi çeşitli Müslüman, Marunîler, Şihabîler gibi Hrıstiyan ve de Yahudilerin oluşturduğu gettolaşmış cemaatlerin, kantonlaşmış beyliklerin yaşadığı Lübnan’da, Şiî “El Hareket’ül Mahrumîn-Yoksunlar hareketinin 1974’de kurulması üzerine 1975’de başlayan karma karışık din ve mezhep çatışmaları içinde, öteden beri Fransızların desteklediği Faşist Hrıstiyan Marunî milislerince Şiîlere 40 bine yakın kayıp verdirilmiş; ülke korkunç bir iç savaşa sürüklenmiştir. Şiî cemaati buna karşı dayanışmayı ısrarla sürdürüp, Efvac-ül Mukavemet-ül Lübnaniye- Lübnan Direniş Kıtaları” (kısaltılmışı “EMEL-Umut”) adında politik ve askerî bir yapı ortaya çıkardı. Bu yapı, Şeyh Fadlallah’ın “İslâm ve Gücün Mantığı” eseri ile temeli atılan daha da bağnaz ve terörist yöntemleri uygulayan bir kuruluşa dönüştü.

Rüşvetçilikten polis tahkikatlarına maruz kaldığı söylenen Avigdor Lieberman, destekçisi Bush dönemi ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’la…

Gündemdeki en büyük din ihtilafı sorunu Kutsal Kudüs’te her dinden cemaatlerin dirsek dirseğe yerleşik olmasından kaynaklanmakta; Filistin-İsrael anlaşmazlığı çözümlenememektedir. Her iki tarafın güvercin tabir edilen ılımlı politikacılarının umut verici barış çabaları şahin tabir edilen hırçın ulusalcıları tarafından sabote edilmiştir. “Filistin Kurtuluş Örgütü” ile İsrael’de, şu anda Cumhur Başkanı olan Nobel Barış Ödüllü saygın devlet adamı Şimon Peres’in ılımlı Kadima Partisi şahinleri; Filistinin, Hamas kısa adı ile tanınan “İslamî Direniş Hareketi” adındaki fanatik paramiliter örgütü ve İsrael’in şu andaki koalisyon hükûmetinin başı sağcı Likud Partisi lideri Binyamin Netenyahu ve İsrael nezdindeki Büyükelçimize tezgâhlanan kaba oyun ve diplomatik skandalın imzacılarından koalisyon ortaklarından ve “Yisrael Beiteinu-Evimiz İsrael” Partisi lideri Avigdor Lieberman şahinleri temsil etmektedir. Rusya’dan göçen Yahudi ailesinden gelme, yabancılara marazî bir öfke duyan Lieberman’ın, İsrael yasalarının Knesset İsrael Parlamentosu) üyelerine getirdiği yasaklara karşın bazı yerel ve yabancı iş adamlarından para kabûl ettiği, 1999-2006 yılları arasında, para aklama işlerine girdiği için Interpol tarafından aranan Mikhail Chernoy adında Özbekistan doğumlu bir İsraelli sanayicinin “Path to East-Doğuya Yol” adındaki şirkete ödediği çok büyük tutarlardaki paranın ona aktarıldığı, keza, Martin Schlaff adında bir Avusturyalı Yahudiden rüşvet aldığı, 2009 seçimlerine hile karıştırdığı iddialarından, ayrıca tehdit ve darptan hakkında polis tahkikatı bulunduğu bildirilmektedir.

Filistin sorununun çözümü her iki toplumun da uzlaşmacı iyi insan grubunun hırçın kötülere baskın çıkmasında; daha realist bir söylemle Dünya Orkestrasının yönetmeni ABD’nin maestroluğunda yatmaktadır.

Mısır Hıdivi İsmail Paşanın oğlu Mısır Kralı 1.Ahmed Fuad

Osmanlı mülküne bağlı Mısır’ın başına buyruk ve yabancı himayeye kendisi kucak açmış olan Arnavut asıllı Kavalalı hanedanı, Mehdî isyanının sorunlu günlerinde, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisinin Mısır raporu üzerine, Britanya Hükümetinin, özellikle 1889’dan itibaren güç kazanan askerî işgâl desteğindeki “Örtülü Protektora” yönetimini içine sindirmek durumunda kalmıştı. !.dünya Savaşı sonunda, İngilizlerin himayeyi sürdürme isteklerine karşı liberal burjuva “Vafd” partisinin direnmesi karşısında sorunlu bir şekilde Mısırın bağımsızlığı tanınmış, Kavalalı soyundan Ahmed Fuat kral olmuştur. Müslüman halkın büyük ağırlıkla Sünnî olduğu Mısırda mezhep kavgaları görülmez. Ancak, ülkenin otokton (ilk yerleşik) Hrıstiyan halkı Kıptîler (Koptikler) ile Müslümanlar arasında çatışmalar dinmez. Liberal yönetimlere karşın Müslüman halkın çoğunluğu bağnazdır; kısaca “İhvan” olarak anılan “El İhvan El Muslimun-Müslüman Kardeşler”in o kadar güçlü tabanı vardır ki; Krallığı deviren zarplı diktatör Nasır’ın ve onun takipçilerinin çırpınmalarına karşın dize gelmeyen “İhvan ile Vafd” Partisi” ve Batı yanlısı Aristokratlar bile koalisyon kurma zorunda kalmışlardır.

I.Cihan Savaşında, XVIII. asırda (eski otoritelere uyma anlamında “Selefîlik” denen Vehabiliğin başlattığını söylediğimiz baş kaldırma akımının, Osmanlının İtilaf Devletleri ile çatışmaya girmesinden istifade eden Suudî şeyhlerince yeniden canlandırılması ve Şiî nüfus ağırlıklı Irak dahil tüm Arabistan Yarımadasına yayılması Savaş sonunda Arapları tümüyle Osmanlıdan koparacak, bu ülkelerde bulunan büyük petrol rezervlerinin yarattığı iştiha Batılı Devletleri bu Arap ülkelerine bağımsızlık tanımak yerine “manda-vekalet” adı altında boyunduruk geçirmeye sevk edecektir. Suudî yöneticilerinin radikal Selefî olmaları, ülke petrolünü (1933’de Kral Abdülaziz El-Suud ve ABD Başkanı F. D. Roosvelt tarafından ortaklaşa kurulan köktendincilerce kâfir kabûl edilen ARAMCO’ya (Arabian American Oil Company) peşkeş çekmelerini önlememiştir. Fakat, Ülkenin köktendinci odakları İslam adına gerçekleştirilen Dünya terörizmini organize ve finans etmektedirler.

Güney Yemen’e ise 1939’dan beri İngilizlerce el konmuştu. Çeşitli bağımsızlık örgütlerinin ittifakı ile 1967’de bağımsızlık kazanıldı. Halkın %60’ının Şafiî Sünnî, %40’a yakın Zeydî Şiî, küçük bir bölümünün de İsmail’i ve Yahudi olan ülkenin Kuzey ve Güney bölgeleri arasında çok uzun süren anlaşmazlık ve savaş sonunda 1990’da şeklen birleşme anlaşması yapılmıştır ama kabile ve mezhep çatışmalarından baş alınamamaktadır.

Korsanlık gelirleri azalan Cezayir Dayısı vergileri arttırınca halkın hoşnutsuzluğu yeni-sömürgeciliğe sıvanmış olan Fransa’nın Cezayir’i 1830’de işgali çok kolaylaşmış; Cezayir’in kaybı ile Osmanlı ilk kez yeni-sömürgecilik kurbanı olmuştu. Fakat 1832 yılından itibaren, soyu Hazret-i Ali’ye dayandığı söylenen Şeriflerden Abdülkâdir-i Cezayirî ile başlayan bağımsızlık hareketi, İngilizler gibi ihtiyatlı ve sabırlı olmayan Fransa’nın başına, “El Murabitûn” gibi kır kökenli tarikat işbirlikçilerine rağmen sonuna kadar gaileler çıkaracaktır. Cezayir’in komşusu Fas, 1844’de kendisine sığınan Abdülkadir’e kucak açmasının bedelini ağır ödeyecek, onu Fransızlara iade ettiği gibi, Fransızlarla işbirliği yapmak zorunda kalacaktır. Fas devamlı olarak Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya arasında nüfuz rekabetlerinin alanı olmuş; bağımsızlığını Cezayir gibi XX. yüzyılın ikinci yarısı başlarında kazanmıştır. Cezayir gibi, berberî korsanların kazançları ile geçinmekte olan Tunus’un da bu eylemlerine Fransa 1819’da son verdi. Bir kargaşa döneminden sonra 1835’de (bugün Libya denilen) Trablusgarp’ta Osmanlının yeniden yönetimi pekiştirmesi Tunusun da doğrudan Avrupalıların eline geçmesi önlemiş; ancak, bu ülke çekişme odağı haline gelmişti. 1937’den itibaren başa geçen Ahmed Bey batılı danışmanların desteğinde ordu, donanma ve diğer kurumlarını çağdaşlaştırmaya çalıştı. Hattâ, 1859-1882 arası geçerli olan “Düstur” ismi verilen bir Anayasa ile yönetildi. Türk-Rus Savaşı üzerine yapılan Berlin Antlaşması ile Fransızlara Tunus üzerinde denetim hakkı tanındı. Daha sonra Fransa asker gönderip bu ülkeyi de işgâl etti. İtalya’nın da üzerinde hak iddia ettiği ve sonuçta ve 1954 yılında Fransız protektora yönetiminden kurtulan Tunus’un (laik görüşlü lideri Habib Burgiba’nın da çabaları ile pekişen) Batılı görünümü Avrupalılarla eski yapıcı ilişkilerine dayanır.

Libya Bağımsızlık Kahramanı Ömer Muhtar’ın İtalyan İşgâlcilerce Tutuklanması

Libya’yı, bilindiği üzere, Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal’in de içlerinde bulunduğu küçük bir grup Osmanlı subayının katıldığı sert berberî direnmesine karşın 1911’de saldıran İtalya, çok modern donanımlı kalabalık ordusu ile Osmanlının elinden Ouchy Barış Antlaşması ile 1912’de kapmıştır. Fakat, Şeyh Sunusîye desteğindeki direnmeyi hiç bırakmayan, bu arada Ömer Muhtar gibi bir bilge kahramanı İtalyanların dar ağacında şehit veren Libyalılar 1951’de Sunusî hanedanından 1. İdris’in Kral ilânı ile bağımsızlıklarına kavuştular. 1959’da ülkede zengin petrol yataklarının keşfedilmesi üzerine Libya yeniden ilgi odağı oldu.

Afrika Boynuzu ülkelerinden, “Mehdî Hareketi” münasebeti ile tarihçesine değindiğimiz Sudan, şu anda terör olaylarından başını alamamaktadır. Ancak bu terör cehennemi, din kaynaklı olmayıp, 1989’dan beri ülkeye kan kusturtan ve son olarak Uluslar arası Ceza Mahkemesince aranan diktatör Ömer El Beşir’in “Janjavid” denen paramiliter gruplar aracılığı ile Batı Eyaleti Darfur’da ayrılıkçı hareketler üzerindeki terördür. Somali’de 1981’den beri “El İttihad El İslamî El Somal”i Batı karşıtı etkinliklerini sürdürüyor. Tarih boyunca çeşitli yabancı egemenlikler altında kalan Eritre, en son, Etiopyanın elinden 1991’de bağımsızlığına kavuşmuştur. Animist ve Hrıstiyan kesimlere karşı “Eritre İslamî Cihad Hareketi” ve “Rabıta” cemaati ile İslamî Şeriat hâkimiyeti kurulmaya çalışılmaktadır.

Asya kıtasında kuramsal temelde en kayda değer İslamî reaksiyoner hareket, İranlı Şiî olmasına karşın, Şiîliğini gözden kaçırıp İslam’ın gelişmesine bir bütün olarak hizmet edebilmek amacı ile kendini “Celaleddin Afganî (Afganlı)” namı ile tanıtan ajitatör bir gazeteci ve siyaset adamından gelmiştir. İslam birliğinin kolaylaşmasını reformizmde gördüğü için İslam Calvinist’i denen Celaleddin Afganî 1860’lardan itibaren Afganistan, Hindistan, Mısır, Avrupa, Osmanlı ellerinde boy boy dolaşıp İslamî birlik (“Panislamizm” ya da “İslamcılık” olarak anılır) idealini aşılamaya uğraşmış; 1897’de vefat ettiği İstanbul’da da bazı yazarlarımız üzerinde etkili olmuştur.

Panislamizm’in kökü aslında Hindistan’da 17. Yüzyılda “İmam-ı Rabbanî” namındaki Şeyh Ahmed Sirhindî’ye kadar dayanır. 18. Yüzyılda Hicazda eğitim gören Şah Veliyullah Dehlevî Selefîliği Hindistan’da tanıtmış; köktendinciliği bir tür (geriye dönük) “ıslahatçılık” hareketi kabûl etmiştir. Bu anlayıştan hareket eden Seyid Ahmed Barelvînin İngilizlere karşı 1870’lerde kışkırttığı bazı ayaklanmalar olmuştur. Fakat bunlar fazla ses getirmedi. Sömürgecilere çalışan, onlardan “Sir” unvanı ile nişanlar alan Seyyid Ahmed Han gibi akılcı-ıslahatçı din adamları da oldu. Özellikle, Aligarh Müslüman Üniversitesi kurumsal olarak, Hadislere karşı modernistlerin teorik kuşkuculuğunu benimsemişti. 1885’de, Kongre Partisi adı altında çoğunluğu Hindu olan bir grubun başlattığı ilk örgütlü bağımsızlık hareketi Müslümanlarca farklı ilgi uyandırdı. Hatta, İngilizler, bu hareketi zayıflatmak için nüfus çoğunluğu Müslüman olan Bengaldeş’e özerklik vermişlerdir. Fakat, Müslüman halkın direnişini somutlaştıran “All India Muslim League-Tüm Hindistan Müslüman Birliği” adındaki siyasal parti sonuçta Bengal’ de 1906’da kurulacaktır. Osmanlının, 1911’de Trablusgarb’ın kaybı ile başlayan Balkan ve 2.Dünya Savaşlarındaki ard arda yenilgileri, Britanya vesayetinde olan Hindistan’daki Müslümanları kaygıya düşürdü; Muhammed Ali ve Şevket Ali adında iki kardeş ile Ebu’l Kalam Azad tüm “Hilafet hareketi” kampanyası açarak Müslümanların Halife ardında daha sağlam bir güç oluşturup Batı kölesi statüsünden kurtulması kampanyasını açtılar.

Orta Asya Türkleri arasında da din’e yaklaşım bakımından “kadimci-eski’ye bağlı”, “ceditci-yenici” akımlarını rekabeti olmuş; farklı iklimdeki farklı formasyonları ile genellikle yeniliğe adapte olabilmişlerdir. Bolşevik yönetimi sırasında, “Milliyetler Konusu Müslüman Bölümü Başkanı yapılarak Rus Müslümanları lideri olması kabûl edilen Volga Tatarı Sultan Galiyevin, Müslüman komünist Partisinin özerkleştirilerek diğer İslam ülkeleri üzerinde de etkili olması fikri Stalin tarafından reddedildi.

Peştun, Hazara, Tacik, Özbek gruplarını barındıran Afganistan ulusçuluk açısından sorunlu bir ülkedir. Rus, Hindistan gibi “kâfir”, Şiî İran gibi “zındık” denilen komşularla çevrili olduğundan “Sünnî İslam” ortaklığı ile bir arada tutunabilmekte; daha doğrusu Afgan insanı ulus’a değil kabile yapısına dayanmaktadır. Sovyet egemenliğine Batı desteği ile direnen bağnaz dinci mücahitler şimdi tüm kâfirlere (!) karşı cihad açtılar. Günümüzün en aktüel terörizmine bu ülke üs teşkil ettiği için sorunlarına daha ayrıntılı olarak ilerde eğileceğiz.

Bir zamanlar Sünnî terörün üslerinden biri olduğu iddia edilen Suriye; Petrol rezervleri ile müstemlekecilerin iştahını çeken Irak ve aynı nedenle başı dertten derde giren, sonunda İslam Cumhuriyeti rejimini seçerek Dünyaya meydan okuyan Şiî İran’ın dinî yapılarının geçmişi de günümüz terör aktüalitesi ile birlikte bir bütün olarak verilecek.
 

Yayın Tarihi : 17 Ocak 2010 Pazar 00:32:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?