17
Haziran
2025
Salı
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (122)

ARAPLARIN KÖTÜ ÇOCUĞU ÜRDÜN KRALI HÜSEYİN’İN FİLİSTİN GERİLLALARI İLE MÜCADELESİ:

 

 Ürdün Kralı Hüseyin

I.Cihan Savaşı sonunda Osmanlıdan ayrılan Arap toprakları, İngilizlerin iradesi ile, yapay biçimde, kendi çıkarları doğrultusunda işlevselliği olan ayrı devletlere bölünmüştü. (Haşimî soyundan geldikleri söylenmekle birlikte bu husus tartışmalı kalan) İngiliz dostu Şerif Emîr Hüseyin Hicaz, onun oğullarından Faysal Irak, Abdullah ise Mavera-i Ürdün Emîrliğine getirilmişlerdi. Emîr Hüseyin Weismann ile anlaşıp Filisitin’in ilk kez Yahudilere peşkeş çekilmesine rıza gösteren Arap lideri idi. Frederick Gerard Paeke adında bir İngiliz generali, “Paeke Paşa” ünvanı verilerek, Ürdün ordusunun örgütlenmesi için görevlendirilmişti. Daha çok, 1939 yılındaki emekliliği üzerine yerine gelen (gene İngiliz) Glubb Paşanın adı ile birlikde anılan ve asıl işlevi “Kerkük-Hayfa” petrol hattının korunması olan “Arap Lejyonu”nun kurucusu bu zad’dır. Bu amacı gerçekleştirmek üzere 100 askere Kudüs ile Ürdün’ün başkenti Amman arasındaki yolda devriye görevi verilmiştir. Arap ülkeleri içinde Ürdün’ün geleneksel Batıya bağlılığı daha işin başında bu biçimde kotarılmıştı. 1946 yılında, Birleşik Krallık ve Ürdün arasında bir antlaşma ile üzerinden manda yönetimi kaldırılan Ürdün Krallık olmuştur. Kral Abdullah kan kardeşi Araplara güvenemediğinden sarayında Çerkez muhafızlar kullanmıştır. Abdullah’ın 1951’deki vefatından sonra yerine gelen Tâllâl’ın ruh sağlığı sorunu çıkınca onun Batı standartlarına uygun eğitimli ve gerçekten yetenekli oğlu Hüseyin 1952’de Kral olmuştu. 1958 yılında çıkan kanlı askerî darbede vahşi şekilde katledilen genç Irak Kralı II. Faysal’ın tersine kişilikli karakterdeki Hüseyin verdiği demokratik, insanî ve sivil haklara saygılı bir yönetim göstereceği garantisine bağlı kalan, evrensel diplomaside dengeleri gözeten politikası ile Orta Doğuda örnek bir minyatür devlet kurmuştu. 1967 yılı savaşı sonunda, İsraelli komutanlar, karşılarında en kahramanca çarpışarak kendileri zora sokan Arap güçlerinin Ürdün’e ait birlikler olduğunu iddiası ile Kralın gönlünü kazanmanın kapısını yapmışlardı.

Ülkedeki İslamî hareketler de, Batılıların kurduğu bu düzen içinde şekillenmiştir. Hırçın “Cihatçı” İslâm burada at oynatma alanı bulamamıştır. Fakat, Nasır ve Baas ulusalcılığının egemen olduğu Mısır, Suriye, Irak gibi İslamî örgütlenmelerin yasaklandığı ülkelerden 1950’lerde kaçan “İhvan” ve Kudüs’te 1953’de kurulmuş, Pan-İslamizm’i hedefleyen Hilafetçi fakat taktik olarak uzlaşmayı seçen “Hizb-üt Tahrir” gibi görece ılımlı örgütler siyasal yaşamda denge ögesi olmuşlardır. Özellikle, çıkarları bu ülkeye de uzanan ARAMCO (Arap-Amerikan Petrol Kumpanyası) için komünistlere ve milliyetçi cereyanlara düşman İslamcı akımların destek bile gerekiyordu. Fakat Selefîlik dallarını oluşturan aşırı radikal dinci anlayış Ürdün’de hiçbir zaman yer bulamamıştır. Bazen Cihatçı esintiye kapılan İhvan, özellikle, Suriye’deki 1979-81 yıllarındaki acımasız tenkil hareketi ve 30.000’e yakın kayıptan sonra uslanacak; sığındığı ülkelerde hiç sorun çıkarmaz olacak; Ürdün’de, üstelik, kendi meşrebindeki bağımsız İslamcılarla Parlamento’ya girerek “İslamî Parlamento Cephesi” oluşturacaktı.

Yurtlarından atılan Filistinlilerin en büyük bölümü, 1948’den beri işte bu koşullardaki komşu Ürdün’e sığınıyorlardı. BM‘nin “Sığınmacıları Kurtarma ve İş Ajansı-UNRWA” ilk kez Filistinli mülteciler için burada büyük kamplar inşa etti. Zerka Kampı bunlardan en eskisidir. Fakat mülteciler bu küçük ülkede büyük bir rahatsızlık yaratıyorlardı. Rahatsızlık odağı daha çok, İslamî örgütleri yasaklayan Nasır ve Baas yönetimlerinin egemenliğindeki Mısır, Suriye ve Irak liderlerinden gaz alan Corc Habbaş’ın, kuşandıkları silahlarla korku yaratarak yerli halktan Filistin davası için bağış toplayan Marksist gerillaları idi. Ayrıca, Hükümetten izinsiz olarak buradaki kamplardan İsrael egemenliği altındaki topraklara yapılan terör sortilerine, Ürdünlülerin hatırını güdeceği sanılan İsrael tarafından yapılan mukabele Ürdün’ün huzurunu alt üst ediyordu. Şubat.1968’de Ürdün Irmağı boyunca uçaklarla atılan ve 56 kişinin yanarak ölmesine neden olan napalm bombaları; Haziran.1968’de 30 kişinin canına mâl olan İrbid kentinin bombalanması İsraelin kimsenin gözünün yaşına bakmak niyetinde olmadığını gösteriyordu. Naçar kalan Kral 7.Haziran.1970’de bu tür disiplinsiz Filistin sığınmacı kamplarını top ateşine tuttu. Araya giren Yaser Arafat’la Kral Hüseyin’in yaptıkları, tüm esirlerin serbest bırakılıp kamplarına dönmelerini öngören anlaşma projesini kabûl etmeyen, ayrıca gerillalarına Amman’daki turistik otelleri bastırarak yabancı Turistleri rehin aldırtan ve ABD Büyük elçiliğinin bazı mensuplarını kaçırtan Habbaş’ı Hükûmet güçleri yeniden dize getirdiler. Bedevî milisler ve Yaser Arafat’ın El Fetih gerillaları ile desteklenen Ordu baskın çıkması idi zaten yapay olan bu ülkede, eski Filistin’den umudu kesen sosyalist Arap yönetimlerinin arzuları yönünde, Filistinliler otomatik olarak yeni bir yurt sahibi olacaklardı.

Kara Eylûl öncesi Naif Havatme, Yaser Arafat ve Kemal Nasır bir basın toplatısında

Yine Arafat’ın meyancılığı ile; 16.Haziranda, Ürdün’de tüm Filistin örgütleri toplanıp (Arafat, Habbaş ve “Filistin’in Kurtuluşu için Demokratik Cephe-FKDC” kurucusu Ürdün doğumlu Naif Havatme ile daha küçük örgütlerden Dr. Issam Sartavi, Dafi Cemani, Kemal Nasır temsilcilikleri ile) ortak bir yönetim komitesi kurularak bir araya gelmişler; 10.Temmuz’da Hükümete, Devletin güvenlik ve disiplinine saygı gösterme kaydı ile ülkede hareket serbestîsini kabûl ettirecekleri bir uzlaşma metni hazırlamışlardı. Ne var ki ağabey Arap yönetimleri tahriklerini kesmiyorlardı. 1 Eylül de Kral Hüseyin’e yapılan (üçüncü) suikast girişiminden sonra Ordu gerillalara yönelik çok sert bir saldırıya geçti. Aynı sertlikle ve tank, top gibi ağır silâhlarla karşılık veren gerillalara, 300’e yakın tankı ile Suriye de katılınca Kral Hüseyin’in talebi üzerine, ABD Doğu Akdeniz’e gönderdiği uçak ve helikopter gemileri filosu ile müdahaleye girişmiş; İsrael de Ürdün yanında kara harekâtına geçmişti. Suriye birlikleri dağılıp geriye çekildiler. Filistin gerillaları ise, Hüseyin’e bağlı Bedevî milislerin tarafından katliamdan geçirilerek artık kımıldayamaz hale geldiler; onbinlerce militan kaybettiler. Rahatlayan Hüseyin, 21 Eylül de ilân ettiği ateş kes’i 27.Eylül de Arafat ile yaptığı anlaşma ile resmîleştirecek, Filistinliler için “Kara Eylül” denilen bu mücadele süreci ile Krallığını kurtaracak; fakat onu bir kıyımcı gibi gösteren Arap hasımlarının lânetlerini kazanacaktır.

Ürdün ateşkesinin ertesi günü Mısır Devlet Başkanı Nasır kâlp krizinden vefat etti. Belki, sürekli kışkırttığı Filistin gerillalarının Ürdün’de bellerinin kırılması artık tahammül edemeyeceği son darbe olmuştu. 1967 yenilgisinden beri İsraelliler fütursuzca Mısır sınırlarında stratejik gördüğü noktalara saldırıyordu. Son olarak 1970’in Şubatında Abu Zabel’deki bir fabrikanın havadan bombardımanı 70 işçinin; Nisan’da Kahire’nin 80 km. yakınındaki Şaa eyaletinde bir okulun bombalanması ise 46 çocuğun canına mâl olmuştu. Bunlara karşılık vermenin hicap ve acısına bir de Ürdün’deki Filistinli katliamı eklenmesi Nâsır’ın sonunu getirdi. Yerine 5.Kasım.1970’de Başkanlık koltuğuna oturan Enver Sedat’a, Mısırın yakasını Arap Âlemi liderliği ve Filistin davasının sorumluluğu yükünden sıyırarak, 1967 Savaşında Mısırın yitirdiği toprakların geri alınması misyonu düşüyordu. Bu misyonu Mısırın kırılan onurunu tehlikeye düşürüp daha fazla zedelemeden gerçekleştirmenin yolu, ancak, Dünyanın neo-emperyalist egemenleri ile birlikte oluşturulacak bir formülden geçiyordu.
 

Yayın Tarihi : 9 Şubat 2010 Salı 13:02:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?