15
Haziran
2025
Pazar
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (124)

İSLÂM’IN YÜKSELİŞİNİN HIZLANMAYA BAŞLAMASI:

Sedat Kudüsü ziyaretinde Begin bir arada

1968’den itibaren Filistin direnişinin tek lideri kalmış olan ve Kudüs’ün üç Semavî Din mensuplarının eşit haklarla bir arada yaşadıkları demokratik, laik bir Filistin Devleti kurulması fikrinin şampiyonu Yaser Arafat’ın Yom Kippur Savaşından sonra, İsrael’in çekilmesinin beklendiği Gazze ve Batı Şeria’da bir Filistin kurulmasına olanak tanıyacak makûl bir barış antlaşması ile İsrael’in tanınması iması üzerine ateşli Marksist Corc Habbaşla birlikte başka Filistin liderleri de Direniş Birliğinden ayrıldılar. İsraelle olan sorunların diplomatik yollardan çözümlenmesine karşı dört direniş örgütünün oluşturduğu bir Red Cephesi kurdular. FKÖ lideri Arafat’ın Ürdün Kralı Hüseyin’le de anlaşma eğilimlerini “teslimiyetçilik” olarak nitelendiriyorlardı. Diplomatik alanda itibar kazanarak, bu cephe dışındaki Araplar arasında suları kısmen durduran Sedat’ın 19.Kasım,1977 tarihindeki işgâl altındaki Kudüs’e giderek İsrael Cumhurbaşkanı Efraim Katzir ve yeni seçilmiş Başbakan Menahem Begin’i ziyaret etmesi ve ertesin gün barış önerilerini Knesset’e (İsrael Parlamentosu) sunması Arapların çoğunluğunu ve Sovyetleri şiddetle öfkelendirdi. Suriye ve Libya gibi devletleri de Red Cephesi”ne çekti. Yaser Arafat’ın bile yalnız bırakılmaktan keyfi kaçmıştı. Şimdi “Cihad” meydanı, nizamî savaştan umudu kesen koyu İslamî fanatiklerin terör eylemlerine kalacaktı. Suriye ve Libya da Batı tarafından “terörist devletler” olarak ilân edileceklerdi.

Delâl El Mağribî

Mısır İsrael kucaklaşmasına ilk eylemsel tepki, Fetih Hareketinin iki numaralı ismi Ebu Cihad’dan ve onun emrindeki Delâl El Mağribî adında bir kadın mücahitten geldi. Ebu Cihad, Telaviv’e yapılacak bir çıkartma ile, bu kucaklaşmayı sonlandırmasa bile gevşetecek, bu vesile ile İsrael elindeki birkaç esir Filistinliyi kurtaracak bir harekat planlamaya başladı. Bu operasyonun ekip komutanlığını yapan Delâl 1958’de, İsrael işgâli altındaki Filistin doğmuştu. Delâl İbranî dilini de ana dili gibi konuşuyordu. 11.Mart.1978’de küçük bir yük gemisinden sulara bırakılan iki botta, İsrael askerî üniformaları taşıyan 13 fedai “Deyr Yasin Timi” adını almıştı. Deyr Yasin, İsrael Başbakanı Menahem Begin’in 30 yıl önceki teröristliği zamanında komutasındaki Siyonistlerle basıp kadın, çocuk demeden yüzlerce insanı öldürdüğü köy olduğu için anlamlı bir isimdi. Şarklıların mutad beceriksizliği, botlardan birinin alabora olması ile iki fedainin canını yitirmesine yol açtı. Karaya çıkan onbir fedai Telaviv’e giden otoyolda iki otobüs’ün yolcularını, İsraellilerle pazarlık etmek üzere rehine aldılar. Ancak, Menahem Begin’in ve Moşe Dayan’ın bu gibi durumlarda ödün vermemeleri geleneğini Filistinli fedîlerin karşısına çıkan (1999 yılında Başbakan olacak) Yüzbaşı Ehud Barak da sürdürdü. Rehinelerin canlarını gözetmeden fedaîlere karşı açtırdığı yaylım ateşi Delâl el-Mağribî şehit olması ile birlikte 40’a yakın ölü, 90 kadar yaralıya mâl oldu.

Fidel Castro can dostu SSCB Başbakanı Khrutçevle kucaklaşıyor

Konumuz dışında olmakla beraber, o dönemde Dünyadaki ekonomik yaşam felsefeleri ile ilgili polarizasyonun, yani kapitalist ve sosyalist üretim ve tüketim anlayışı zıddıyetine dayanan ideolojik kavganın ve nükleer dehşet ile sağlanan süper güçler dengesinin ve bu nedenle çıkabilecek bir üçüncü Dünya Savaşı kaygısının evrensel gündemde ilk planı işgâl ettiğine burada işaret etmeliyiz. Bu iki Dünya görüşünde din’in yeri, önceleri kesin çizgilerle farklı idi. Totaliter komünizm din’i, kapitalist ve emperyalist sistemin bir istismar aracı gördüğü için yadsıyordu. Kapitalist Dünyanın, özellikle ABD’nin yöneticileri ise, muhafazakâr duyguların, değer verir göründükleri, bireysel hak ve özgürlüklerin bir parçası olmasından yararlanarak, angaje oldukları üretim ideolojisi kavgasında destek aracı olarak için el üstünde tutuyorlardı. İnanan kitleleri, Sovyetlerin din karşıtlığı ile kışkırtıyor; Sovyetler ise, halkları karanlıkta kalmış az gelişmiş ülkelerdeki eğitimli kanaat önderlerinin milliyetçi-devrimci tavırlarını okşayarak müttefik bulmaya çalışıyordu.

Bu rekabet, Katolik Latin Amerika ile Müslüman Orta Doğu’nun az gelişmiş ülkelerin de iç kaynaşmaları alabildiğine körüklüyor; iki süper güç umutsuz kitlelerin kanları üzerinde pis bir oyun oynuyordu. Ayrıca, esas olarak Yahudi-Arap karşıtlığına dayanan Filistin davasında Araplar içinde Hrıstiyan olup Yahudilere karşı ulusalcı ve ant-Siyonist oldukları kadar anti-emperyalist eğilimli Marksist eylemcilerin de bulunması mücadeleyi iyice curcuna haline getiriyor; korkunç iç karışıklıklar yaratıyordu. Doğallıkla bu farklı taktikler düz bir çizgide gitmiyor; konjonktüre göre, rakip güçler birbirlerinden rôl çalmaya çalışıyorlardı. İki süper gücün Müslüman Dünyaya birlikte kur yapmaya başlamaları İslâm’ın yükselişine ivme kazandıracaktır. Ancak, bir yandan Dünyadaki ulusları emperyalist güçlerle mücadeleye çağıran diğer yandan kendisi sadece Rusya sultası altında özgürlüğü hiç kalmamış bir uluslar topluluğu olan ve ayrıca aslında ona uydu konumundaki komunist rejimdeki küçük müttefiklerini ezen, bu bakımdan Dünyadaki en büyük emperyalist siyasal birim olan Sovyetlerin halklarının gönencini arttırmadaki zaafları, ekonomik olanaklarının tümünü tahsis ettikleri silahlanma alanında da rakiplerine yetişecek donanım düzeyine erişememeleri, din konusunda daha hoşgörülü davranmaya başlamalarına rağmen, müttefiklerini yavaş yavaş kaybetmeleri sonucunu verecekti.

Kaddafî, 1975’de Yugoslavyada Tito ile

Nitekim, Libya’nın El Kaid’i (önder, başbuğ) Kaddafî’nin, Sovyetlerin Amerika kıtasındaki üssü Kuba’nın Fidel Castrosu ile romantik dostluğu sürerken Mısır’ın Sedat’ının gözleri, Batının manevraları ile açılmıştı. Buna mukabil, Sovyetler öteden beri, ülkelerinin geri kalmışlığına çareyi komunist tipi bir rejimde bulan Afgan entelektüellerini desteklemeye çalışmış; bir iki girişimden sonra Afganistanda, devrimci Babrak karmal ve arkadaşlarına Nisan.1978’de komünist yönetim kurdurmayı başarmış; bu ülkeye danışmanlarını doldurmuştu. Bu danışmanların tahrikâtı ile, ülkede bir çok rejim karşıtları öldürüldü ve A BD. Büyükelçisi Adolph Dubs Şubat 1979’da rehin alındı, daha sonra katledildi. Bu hareketin karşılığını ABD Afganistan’daki liberalleri, ulusalcıları ve özellikle çok fanatik dinci olan muhafazakâr zümreyi tahrik edip, meseleyi bir iman kavgası haline getiren “mücahidîn-din savaşçıları” denilen fanatiklerin ülkeyi alt üst ettiği büyük bir kargaşanın içine itmekle verecektir.

           Babrak Karmal

ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Orta Doğu Barışı için 1976 yılı boyunca yaptığı çalışmalar, ABD’nin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in mekik diplomasisi Sedat’ın Kasım.1977’da İsrael’i ilk ziyaret eden Arap lideri olması ile meyvesini vermiş; Carter’in yaptığı davet üzerine ABD’ye gelen Sedat ve Menahem Begin, Carterle birlikte Maryland’daki “Camp David” adı verilen Bahriye dağ kampındaki 12 günlük gizli müzakerelerden sonra 17.Eylûl.1978’de üçlü barış mutabakatı yapılmış; bu mutabakat 26.Mart.1979’da Washington, “Beyaz Saray”da imzalanacak, Mısıre 1967 öncesi toprakları İade eden “Mısır-İsrael Barış Antlaşması”na esas olmuştur.

Büyük bir anlayışla varılan bu uzlaşma, kariyerlerine terörizm ve darbe ile başlayan iki düşman lidere 1978 Nobel Barış ödülünü ortaklaşa kazandıracaktır.

Carter, Sedat ve Begin Camp David anlaşmasını kutluyorlar

Ne yazık ki, o arada ABD.nin sevincini kursağında bırakacak bir gelişme olmuş; petrol zengini Şiî İran’da bir zamanlar elinde oynattığı ve 1953 Ağustosunda Başbakan Musaddık’ın Darbesine karşı ihanet edip buna karşı bir halk hareketi tahrik ederek ülkesine döndürdüğü Şah Muhammed Rıza Pehlevî bu kez muhafazakârların başını çektiği bir çeşitli eğilimler koalisyonu tarafından devrilerek yurt dışı edilmiş; 1.Şubat.1979’da Ayeullah Ruhullah ünvanı verilen “Humeynî” adındaki din adamı, Paris’teki sürgünden dönmüş; kısa zamanda omuzdaşları olan sosyalistleri tasfiye ederek “İran İslam Cumhuriyeti”ni kurmuştur. İslam Dünyasını Batılılaştırma ve İslamî Modernizm hayâlleri söner gibi olmuştu. Şok yaratan bu gelişme, Graham Fuller adındaki zatın, ABD Dışişlerinde ve CIA’daki görevleri sırasında aldığı deneyimleri ile, ilerde kaleme alacağı “Medeniyetler Çatışması” adındaki değişik dünyalar arasında uzlaşmada umutsuzluk kuramına esas çıkış noktası olacaktır.
 

Yayın Tarihi : 20 Şubat 2010 Cumartesi 00:11:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?