İSLÂMÎ TERÖR’ÜN SES GETİRMEYE BAŞLAMASI:
![]() |
Muhammed El Seyyid Habib |
İsrael ile barışı kotaran Enver Sedat, bu durumdan hoşnut kalmayan sosyalist akımları ve radikal İslâmcıları denetim altına alma çabalarını yoğunlaştırdı. Gelenekçi İslam’ın iç yüzünü iyice keşfedebilmek için yandaşı İhvan’ı kullanıyordu. Ihvan lideri Omar El Tılmisani (Tlemsenî-Tlemsenli) çok usta bir taktisyendi; İçişleri Bakanı El Nebevî İsmail, El Tılmiisanî aracılığı ile büyük kitleleri İslamî jargon kullanarak yoğun bir biçimde dine saygılı olduğunu iddia ettiği Hükümete ısındırma kampanyasına girişmişti. Ancak, İsraelle barış, Mısırda Nasır’ın ölümünden sonra ortaya çıktığına değindiğimiz 70’den fazla İslamî örgüt’ün yetkin bir İslamî zafer ülküsü bayrağını açmış radikal kesimi tarafından “teslimiyet” kabûl ediliyor ve ülkenin esenliğini tehdit eden eylemler eksilmiyordu. Arap âleminin büyük kesimindeki tatminsizlik nedeniyle Mısır soyutlanmaya mahkûm edilmişti. Ihvan’ın saygın simalarından Muhammed El Seyyid Habib, İhvan Cemaatinin 4 liderini toplayıp, ülkeyi krize sokan radikal İslam hareketleri kınamaya çağırmıştı. Bir gençlik hareketi olarak hızla yayıldığına daha önce değindiğimiz El Tekfir hareketinin 1977’den beri davasını gören askerî mahkeme bu defa lider Şükrü Mustafa’yı hapsetmekle kalmayacak, 13 yoldaşı ile birlikte idam cezasına çarptıracaktır.
Faik Bulut’un “İslamcı Örgütler” adındaki kitabında verilen bilgilere göre: sürekli takipler karşısında dağılıp “Dinî Komite” adı altındaki birleşme müzakereleri ile evrimleşen radikal hareketlerin son tablosu, 1970’lar ortalarında oluşan “El Cemaat El İslamîye-İslamî Cemaat” ve bunun, (özellikle İhvan’a karşı) fiilî güç kullanımı için) askerî kanadı olarak kurulmuş “El Cihad” örgütü gibi oldukça toparlanmış bir merkezî güç görüntüsü oldu. El Cihad, Asyut ve El Said kentlerindeki İslamî Cemaat’e bağlı öğrenci liderlerinden Kereme Zuhdî, Naceh İbrahim, Issam Dırbale, Asım Abdülmecid ve Ali Şerif’in diğer Cihadçı örgütlenmelerin elbirliği ile teşkil edilmişti ve ordu içinde de gizli militanları vardı ve hattâ askerî istihbarat hizmetindeki bir Albay olan Abud El Zumar’ın örgütün stratejisti, büyük olasılıkla fiilen şefi olduğu söyleniyordu. Fakat Hükümet teyakkuzda idi. 1981 Şubatında Abud El Zumar’ın tertipleyeceği bir darbe planı duyumu alındı. El Cihad’ın coşkulu üyelerinden biri de, aslında aşırı dinci olmayan, aydın bir aileden gelen, fakat, Müslümanları hakîr gördüklerine inandığı Hrıstiyan Batı Dünyasına ve Yahudilere tutkulu bir biçimde düşmanlık besleyen Eyman El Zevahirî adında çok yetenekli bir yüksek lisans Tıp öğrencisi idi. Darbe hazırlık halinde iken önlendi. Zevahirî’nin, diğer 1500 kadar tutuklu ile birlikte işkence gördü.
Darbe önlenmiş; fakat ülkede huzur iyice bozulmuştu. Haziran 1981’de, Kahire’nin “el Zaviye el Hamra” gecekondu bölgesinde, Müslümanlarla Koptik Hrıstiyanlar arasında çıkan ve aylarca süren korkunç boğazlaşma ile anarşi ve terör uç noktaya vardı. Sedat, iki tarafı da son derece gaddar polis önlemleriyle yola getirmek zorunluluğunu hissediyordu. Mahalleye verilen sular sık sık kesiliyor; kitleler halinde tutuklamalar yapılıyordu. Anarşi 3 Eylülde bastırıldı. Güçlü İslamcı talebe liderleri tutuklanıp işkenceden geçirildiler. Koptik Kilisenin Papa’sı Şenuda bir Manastır’a sürüldü.
![]() |
Bu olaylar sırasında verdiği zalim adam izlenimi 6.Ekim.1981 tarihinde Nobel Barış Ödülü sahibi Enver Sedat’ın sonunu getirdi. Kahire’de, Mısır Ordusunun Yom Kippur Savaşını başlattığı Süveyş Kanalı geçişinin yıldönümünün kutlandığı törenlerde, Miraj askerî jetlerinin gürültü ile geçtikleri sırada, şeref tribünü önündeki askerî birlikler arasından Halid İslambulî adında bir teğmen sıyrılarak Başkan ve maiyetindeki, sonradan BM Genel Sekreteri olacak Koptik Hrıstiyan Dışileri Bakan yardımcısı Butros Gali ile Sedat’a halef olacak Başkan Yardımcısı Hüsnü Mübarek’in de aralarında bulunduğu gruba üç el bombası fırlattı. Bunlardan sadece biri patladı; fakat ardından bir kamyondan tüfek ateşi açıldı. İki dakika süren saldırı sonucu Sedat vurulup birkaç saat içinde yaşamını kaybedecektir. Etrafındakilerden onbir kişi ölmüş, İrlanda Savunma Bakanı James Tully’nin dahil olduğu 28 kişi yaralanmıştı. Hüsnü Mübarek sadece elinden yaralanmıştı.
Aynı gün, Yukarı Mısırın Asyut kentinde çıkan ve rastlantı olduğu pek belli olmayan ve birkaç gün boyunca fanatik öğrencilerin kenti denetime aldıkları bir ayaklanmada 68 polis ve asker öldürülmüştü.
İlk yapılan soruşturmada yakalanan katillerin Mısır İslamî Cihad örgütüne bağları saptandı. Daha binlerce şüpheli terörist, hukukî prosedür gözetilmeden toplandı; göz altına alındı işkenceden geçirildi. Birçok İhvan mensubu bile bu tutuklanma furyasından yakasını kurtaramamış; bunlar arasında ünlü bir isim Şeyh Kemal El Senanirî işkenceden ölmüştü. Mısır’ın laisizme gitmesinin en şiddetli muhalifi olup suikast’ın fetvasını verdiği iddia olunan İslamî Cemaat lideri görme engelli Şeyh Ömer Abdürrahman’ın bu suikast ile bağlantısı işkencelere rağmen saptanamadı, Mısır’dan sürüldü; 1980’lerin ortasında çok kanlı Afgan-Sovyet Savaşının yapıldığı Afganistan’da, ülke dışından savaşa katılacak İslam mücahitler’e parasal destek için 1984’de Abdullah Azam ve 1988’de kurulacak “El Kaide” örgütünün mâruf lideri Osama bin Ladin tarafından kurulmuş “Mekteb el Hidamat”’(MAK) fonunda gönüllü hizmet için bu ülkeye gitti. İlerde El Kaide’ye katılacak; Temmuz.1990’da New York’a giderek MAK’ın ABD’deki yapılanması ile ilgili faaliyet gösterecek; 11.Eylül.2001’de uçaklarla yapılan saldırılarda yerle bir olacak Dünya Ticaret Merkezinin daha önce 1993 yılında maruz kaldığı bombalanması eylemi ve 1997 Luxor katliamındaki rôlü ile yeniden anılacaktır.
![]() |
Sedat’ın yaşamına mâl olan komplo ile ilgili olarak Eyman El Zevahirî de sorgulandı. O sıralarda “El Cihad”ın kilit isimlerinden olan “Maadi” hücresi şefi Essam El Kemarî’nin saklandığı yeri söyleyerek, onun idamı pahasına kendini üç yıllık hapisle kurtaran El Zevahirî 1985’de Hac farizasını ifa ve tababet icrası için bir yıllığına Suudî Arabistan’a, Cidde’ye gidecek; sonra Afgan Savaşından kaçan yaralı sığınmacıları tedavî etmek üzere, Pakistan’ın Peşaver kentindeki Kızıl Haç Hastanesinde görev alacak; gittiği her yerde “Mısır İslamî Cihad” ülkülerini yayacak; sonunda “El Kaide” denilen en etkili terör örgütüne katılarak Osama bin Ladin’in sağ kolu sıfatı ile 2001’deki “Dünya Ticaret Örgütü” suikastının mimarı olacaktır.
Sedat’a ilk bombayı savuran Halid İslambulî, 4 arkadaşı ile beraber, 16.Nisan.1982’de idam edildi.
Hüsnü Mübarek Sedat’ın yerine Başkanlık koltuğuna geçmişti. Sedat’ın cenaze töreni Dünyadaki Orta Doğu politikası kompozisyonu simgeleyen örnek bir görünüm verdi. Tören’e, ABD’nin sabık üç Cumhur Başkanı (Gerald Ford, Richard Nixon, Jimmy Carter) dahil rekor sayıda Dünya büyükleri gelmişti. Ancak, kendini, 24 ülkelik Arap Dünyasında laiklere de, İslamcılara da sevdirememiş Sedat’ı törende anan Sudan Cumhurbaşkanı Numeyri ile Somali ve Umman temsilcilerinden başka yabancı Arap yoktu.
Sedat’ın ılımlı İslamla uzlaşma çabaları şiddette ısrar eden fanatikleri yola getirememişti. Çünkü, radikal İslam her yerde yükseliyor ve silahlanıyordu. Fanatik İslam’ı zabt altında tutmada en başarılı Türkiye’de bile kargaşa dönemlerinde tehlike yaşanıyordu. Soner Yalçın’ın “Siz Kimi Kandırıyorsunuz!” adlı eserinde nakledildiği üzere, tarikatçılığın başıboş bırakılması, dinci grupların, özellikle Nakşibendîlerin her kuruma sızıp kadrolaşma azmini kızıştıracak; zaman gelecek; ülkemizde de militan dinci gençlere silahlı eğitim yaptırılan kamplar kurulmasına varacaktı. Akıncılar Derneği gibi bazı İslamî örgütler kamplarında 15-18 yaşlarında gençlere silahlı eğitim yaptırmaya kalkmışlardı. Kayseri Yahyalı İlçesi, Aladağ, Aksuderesi bölgesindeki kamptaki Akıncılarla 12.Eylûl.1980 darbesinin hemen öncesinde (23.Ağustos’da) Kayseri Jandarma Alay komutanlığının erleri arasında çatışma çıkmış; yakalananlar tutuklanmış; kampta çeşitli silahlarla beraber “İslâm Devletinin kurulacağı, Şeriatın hâkim kılınacağı” iradesini ifade eden sloganlar yazılı pankartlar ele geçmişti.
![]() |
Saddam ile Başkan Reagan’ın Savunma Bakanı olan elçisi Donald Rumsfeld |
ABD. Afganistan ve Mısır cepheleri bakımından mutlu sayılırdı. Yalnız İran’daki, elçilik ve konsolosluklarının basılarak diplomatik temsilcilerinin enterne edilmesi ile Amerikan düşmanlığını gösteren Şiî İslâm Devrimi kendine sorun çıkarmıştı. Sünnî İslâm Dünyası Şiîlerden nefret etmesine karşın genel plânda başarılı bir İslâmî hareket radikal Sünnî İslamları da umutlandırmıştı. Halk çoğunluğu Şiî olan Irak’da 1979’da iktidara gelmiş laik eğilimli Baas Partisi temsilcisi (Sünnî aileden gelme) Saddam Hüseyin İran’a karşı koz olabilirdi. Saddam, Şiî devrim ihraç etme hevesindeki İran’ın Irak’daki Şiî çoğunluğu kışkırtmasından kaygı duymakta; ayrıca, petrol zenginliği ve güvendiği savaş donanımı sayesinde Arap âleminde bir güç gösterisi yapma tutkusunda idi. Fırat ve Dicle ırmaklarının Basra Körfezine döküldüğü havza olan “Şatt’ül Arap” 1937’de İran’ın elinden alınıp Irak’a bırakılmış; bu konu sürekli ihtilâf konusu olmuştu. 1971’de, Amerika’nın gözdesi olan Şah İran Körfezi’ndeki adaları zapt etti. 1975’de Körfezde sınır hattını belirten bir anlaşma yapıldı ise de İran Adaları iade etmedi. İşte Saddam bu adaların geriye alınması ile itibarını arttıracağını düşünüyordu. Bir zamanlar bu adaları İran’a bağışlamış Amerika’nın desteğinin bu defa kendi arkasında olduğunu bilerek, 16.Eylül.1980’de “Şatt’ül Arap Antlaşmasını feshettiğini açıkladı; 22.Eylül’de Irak ordusu İran sınırını geçti; adaları zapt etti. Saddam giriştiği harekâta, 663 yılında Saad bin Ebu Vakkas komutasındaki İslâm ordusunun İran’a karşı kazandığı “Kadisiye Savaşı” zaferine ithafen “Ma’rakat’ı Kadisiye” adını verdi. Henüz kargaşa içindeki İran’daki askerî başarılarını sürdürüyordu. ABD, yanına aldığı Sünnî Müslümanlar sayesinde rahat bir nefes almıştı.
Bir yandan da, ayrı din gruplarının bir arada yaşadığı ve XIX. yüzyılın ortalarından beri Avrupalı büyük Devletlerin menfaat ilişkilerinin nifak karıştırıp huzursuz bıraktığı Lübnan’a, 1970’lerin başında Filistinli sığınmacıların gelmesi, bunların yarattıkları sorunlara bir yandan İsrael, karşı yandan Suriye’nin sık sık müdahaleleri bu küçücük ülkede yaşamı altüst etmiş; kargaşa zaten birbirlerine tahammülü olmayan iç dinsel gruplara sirayet ederek, 1975’de Dünya kamuoyunun pek fazla yakından izlemediği beri korkunç bir iç savaş başlatmıştı. 1990’a kadar sürecek bu trajik savaş boyunca ABD ve Hrıstiyan Batı ile İsrael Lübnan’da zaten üstün konumda olan yerli Hrıstiyan güçlerin varlığı ile bir kontrol üssüne daha sahiptiler. Evrensel ilgi çeken terör olaylarından önce, bu minyatür ülkedeki örnek uygarlıklar savaşına özetle değinelim.