3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (129)

İRAN ŞİÎ İSLAM DEVRİMİ VE IRAKLA SAVAŞ (!):

Rıza Şah Pehlevi

125. Bölümde özetle değindiğimiz 1979’dan itibaren başlayan İran olaylarının biraz da arka planına bakalım.

İranlı Pehlevî Hanedanın Batılılaşma çabalarına, ülkede ısrarla yabancı kalmış büyük kitleler nezdinde Şiî Ulemanın çok saygın yeri vardır. Bu kitle, İranda xvııı. Yüzyıl ortalarından beri hüküm süren Türk Oğuz boylarından Kaçar Hanedanına, Nasreddin Şah’ın 1891’de bir İngiliz şirketine Tütün Tekeli bağışlamasından beri kuvvetli bir muhalif tavır almış ve yönetime güvenini kaybetmişti. 1925’de Şah Ahmed Kaçarı devirerek Pehlevî Hanedanını kuran Rıza Pehlevînin geleneksel İslamî kurallar yerine Batılı yasaları ikame edip, kadınlara özgürce yaşama hakları tanıması da mutaassıp kitleyi çok tedirgin etmiştir. 1935’de çarşaflı kadınların kamusal alanlara çıkmasını engellemeye kalkan polise karşı Şiî dinci ayaklanması Şahın emri ile şiddetle bastırılmış, onlarca kişi öldürülmüş ve yaralanmıştı. İran üzerinde 1850’lerdeki Kırım Savaşından beri süregelen İngiliz-Rus nüfuz mücadelesi İngiltere lehine gelişmişken I!.Dünya Savaşında İngilterenin İran etkisi ortadan kalkmış; bu kez baskıyı ele alan Sovyetlerin zorlaması ile istifa eden Şahın yerini 1941’de oğlu Muhammed Rıza Pehlevî almıştı. Savaş sonunda, Yeni Şah yapılan gizli nüfuz bölgeleri anlaşması ile İran petrollarında gözü olan ABD ve Britanya’ya kankalanacaktır.

Şah Muhammed Rıza Pehlevî

Görüldüğü gibi İranda bir kısım kentsoylularının laik ruh kazanması biraz eskidir ama Muhammed Rıza Şahın Batılılarla dostluğu, müstebit bir yöntemle çağdaşlaşma ve Batılılaşmada ısrarı, Ağustos 1953’de Irandan kaçmasına yol açan bir ayaklanmaya neden olmuştu. Demokratik seçimlerle gelen solcu ve Sovyetler sempatizanı Başbakan Muhammed Musaddık Amerikan ve Britanya Gizli İsihbarat servislerinin (CIA ve M16) entrikaları ile yapılan bir karşı darbe ile devrilmiş; Şaha ülkesine dönüş olanağı doğmuşdu. Şah bu sarsıntıdan kendine göre bir ders almış; 1956 ‘da CIA’nın desteği ile gizli polis “SAVAK” örgütünü kurmuştu.

Fakat ülkedeki İslamcı, solcu, ulusalcı muhalefet rahat durmuyor; gizli polis SAVAK’ın baskısı da onlara göz açtırmıyordu. Şah ise çağdaşlık iddasına ve demokratik bir Anayasanın varlığına karşın, suistimâl ve rüşvetin alıp yürüdüğü, Ordunun yozlaştığı İranda istibdadını sürdürüyordu. 1960’lerde Şiîlikde çok itibarlı bir dinî hocalık unvanı büyük Ayetullah sıfatını alan (sonradan kutsal kent kabûl edilecek) Kum Şehri doğumlu Humeynî en gözü kara muhalifeti yapmaya başlayıp, Şahın toprak reformu bahanesi ile dinî vakıflara el koymasını, kadınlara yeni haklar vermesini eleştirip; halkı ayaklanmaya tahrik edince tutuklandı; 1964 Kasımında sürgüne gönderildi. Önce kısa bir süre Türkiyede (Bursada), sonra Irak’da kaldı. Gene çağdaşlaşma peşindeki Saddam tarafından Irak’dan Ekim.1978’de kovulunca Avrupa ve Orta Doğuda ABD egemenliğini hoş karşılamayan Fransa ona kucağını açtı.

Çeşitli ülkelerdeki Şiî gruplara örnek olan Hizbullah Örgütü İranda, gene Şah’a karş bir muhalefet hareketi olarak, 1973’de Kum kentinde kurulmuş; kurucusu Muhammed Gaffarî tutuklanmış Cezaevinde öldürülmüştü. Oğlu Hadî Gaffarî örgüt’e sahip çıkacak; çok katı şeriatçı tavrı ile İran İslam Devriminden sonra Humeynînin en sağlam destekçisi olacaktır. İran tarihinden esinlenerek “Halkın Mücahitleri” adını alan bir savaşçı örgüt de 1970’li yıllarda Şah’a karşı mücadele içindeydi.

Ayetullah Humeyni

Humeynînin yerleştiği Paris’in bir banliyösü Neauphle-le-Chateau’dan Şah aleyhine yaptığı yoğun propoganda çerçevesinde hazırladığı teyp kasetleri İranda alabildiğine yayılınca önüne geçilemez ve ülkeyi felce uğratan protesto gösterileri, grev, boykot furyası, Amerikanın da artık himaye etmeye gönlünün elvermediği Şahın İran’daki iktidarının sonunu getirdi. Şah Ocak.1979’da İranı terk etti. İki hafta sonra Tahran’a dönen Ayetullah Humeyni milyonlarca İranlı tarafından büyük bir coşku ile karşılandı. Şah’a sadık silahlı kuvvetlerin müdahalesi ise gerillalalar ve isyan etmiş birliklerin baskın çıkması karşısında hiç yeterli olmamıştı. 1.Nisan’da gerçekleştirilen ulusal referandumda halk İslamî Cumhuriyet rejimini ve yapılacak Teokratik Anayasayı kabûl etti. “Ayetullah” sözcüğü anlaşılacağı gibi “Allah‘ın ayeti” demektir. Yani, Allah’ın kelamını, iradesini yansıtan anlamı ile Yüce Yaradan’a şirk koşmayı, Onun gücüne ortak olmayı ifade etmekle mantıken haddini bilmezliktir ama, laf ebesi insanlara hayranlık duyan ilkel kitlelere bunu anlatamazsınız. Tanrı ile şirk koşan başka laf ebelerine inandırılmış başka kitlelerle duyulan mantıksız kin ve düşmanlıklar sonucu, bu diziden izlediğiniz gibi Dünya kan deryasına döner. Humeynî bu yeni Anayasaya dayanarak 1979 Aralığında, iradesine, tüm insanlar ve Cumhur Başkanı, Hükûmet, Ulusal meclis dahil tüm kurumlar tarafından mutlak itaat edilecek “Yüksek Ruhanî Lider” oldu.

Bir zamanlar zenginlik sayesinde siyasal gücü elinde tutan kentsoylular ve yabancı yatırımcılar ülke dışına kaçmışlardı. Ekonomi “Çarşı” (Bazarî) denilen küçük işletmeler grubuna kaldı. Bankalar tümüyle devletleştirildi. Ülkede Tanrının temsilcisi tek güç kabul edilen Ayetullah, ABD’ye karşı, Avrupaya yakın görünüyorsa da niyetleri farklı idi. Batı düşmanı aşırı fanatik ve Devletler Hukukuna kayıtsız gruplar, İstirmarcı emellerini bahane ederek ABD’nin Tahrandaki Büyük Elçiliğini basıp görevlileri rehin aldılar. ABD buna karşı İrana komşu ülkelere ona karşı tavır almaları telkini ve baskıları yapmaya başladı.

Ayetullah Kazım Şeriatmedari

İran Devriminin tüm İslam ülkelerine model olmada belli bir taktik izlemesi gerekiyordu. Şah zamanında etnik haklar bakımından çok baskı altında tutulan İran Azerbaycanındaki (Güney Azerbaycan) Türkler görece olarak rahatladılar. Ancak, etnik haklar Anayasaya yansıtılmamıştı. Takdir yetkisini elinde tutan Humeynî bazı Türk asıllılara önemli mevkiler verdi. Örneğin, devrimde önemli rôl oynayanlardan Azerî Ayetullah Şeriatmedarî İran Azerbaycanlılarının kurduğu “Müslüman Halk Partisi”nin (MHP) başkanlığını almıştı.

1953’de Musaddık tarafından İngilizlerden alınıp devletleştirilen “Ulusal İran Petrol Şirketinin” Genel Yönetimine getirimiş Mehdî Bezirgân da Türkdü ve bu defa Başbakanlığa atanıyordu. Fakat, bu mütedeyyin olmasına karşın liberal demokrat görüşü ile tanınmış, deneyimli ve saygın siyasetçinin mollalarla anlaşması mümkün değildi. Onların saptadığı yöntemde İslamî idarenin toplum huzuruna büyük bir tehdit oluşturacağını açıkca söylemeye başlamıştı. Din adamlarının Hükûmette yer almasını istemesi bunların sorumlu mevkilerde yıpranıp ruhban sınıfından olmanın ayrıcalığına gölge düşeceğini hesap eden Humeynî tarafından reddedilmişti.

Beziegân ABD Büyükelçiliğinin basılıp, görevlilerin özgürlüklerine tecavüz edilmesinin de kabûl edilebilir bir şey olmadığını da beyan ederek 4.Kasım.1981’de istifa etti. Ulusal Meclisde Millet Vekili olarak kaldı.

Mehdî Bezirgân

Mollalar acımasız şiddette uygulamalarını, onun dirayetli telkinleri yüzünden perdelemek zorunda kılyorlar; ılımlı mesajlar vermeye özen gösteriyorlardı. Bir zamanlar İranlı olduğu halde kendisini Afganlı olarak tanıtan Cemaleddin örneği yönünde tüm İslam Alemini kucaklayan lider kadro ev lokomotif güç olmaya heves ediliyordu. “Nazariye-i Ateşfeşan-Volkan Kuramı”na uyularak sürekli İslâm Devrim ihracı için gerçekden büyük bir çaba ve mücadele vermekden; maddî özverilerden kaçınılmadı. Büyük Ayetullah, kendisini izledikleri için güvendiği İlmiye sınıfı ve medrese öğrencilerinden oluşan mollaları toplumun seçkin üst tabakası olarak belirleyip egemenliğini onlara verdiği (görünüşde demokratik bir şema ile kurulmuş Devlet ve Hükûmet kadrosuna karşı layüsel-sorumsuz) ezici güce dayadı ve onlarla, nominal Devlet örgütünden bağımsız bir teşkilâtlanmaya gitti. Sadık dostu Gaffarînin “Hizbullah” ideolojisi çerçevesinde, evvelâ ülkedeki iç düşmanların denetim altina alınması ve tasfiyesi hedefi ile “Devrim muhafızlari” (Pasdaran) denilen milisleri örgütledi. Bu korkunç tasfiye gücünü yönlendiren ve destekleyen birimler “İslâm Devrim Komiteleri”, “İslâm Devrimi Muhafızlar Kolu”, “Destek Komiteleri“, “Cihad-ı Sazendâgî-Düzenleyici Savaş (kurmay) sınıfı”, “Seferberlik Örgütü” ile Mustazaf (yoksullar) ve Şehadet (şehitler) Fonları kuruldu. Ardından ulvî söylemlerle tüm Dünyadaki İslamî kuruluşlara din uğruna güç birliği çağrısı yapma, bir yandan da din düşmanı bilinen tüm odaklara karşı evrensel bir gizli imha ve sabotaj faliyetlerine geçildi. Daha önce işaret ettiğimiz gibi bu İslam Devrimi kampanyası Şiîlerin can düşmanı Radikal Sünnî çevreleri de imrendirdi; uygulanacak ideal bir örnek olarak görüldü.

İslamî birlik ve Gayımüslim egemenlikden kurtuluş yolunda ilk resmî çağrı’ya uyularak yapılan evrensel toplantı Şubat 1982’de Tahran’da gerçekleştirilmiştir. Bu konferansa tüm İslam ülkelerinden Şiî gruplar gibi Mısır, Sudan ve diğer Kuzey Afrika İslam ülkelerinden, Tayland’ın “Fettanî” örgütüne ve Filipinli Morolar’a kadar tüm radikal gruplar katılmışlardır. Şah zamanında birçok rejim karşıtı İranlı, Filistin El Fetih Örgütü tarafından eğitilmişti. Bu bakımdan Yaser Arafat da, büyük bir itibarla, Ayetullahlar soyundan Ahmet Muntazarî ve Celâl el Farisî eskortunda Tahran’a getirtilmişti. Fakat, kendilerini üstün tuttuğu belli olan Şiîlerin, Kerbala kentinin kutsallığı inancı ve Ayetullahların “Velayet-i Fakih” (Hukuk ihdasında Ermişlik) gibi Tanrı ile şirk koşmayı çağrıştıran bir sıfatı almaları, özellikle, Mısırdan gelen İhvan temsilcisi Ömer el-Tılmısanî tarafından soğuk karşılanmıştır.

Mollalar Yönetimi dış ülkelerde ilkeleri ile ilgili gizli örgütler kuruyordu. Diplomatlarını da görevlendirerek dış ülkelerde sabotajlar, suikastlar düzenlemesi, İranlı muhalif gruplarla silahlı açık çatışmalara girmesi, radikal İslamcı örgütlere lojistik destek ve parasal yardımda bulunmaları tepki çekiyordu. İran’ın komşusu Pakşstandaki ikametimiz sırasında İranlı grupların, mahalle aralarındaki çatışmalarında harabe haline gelmiş evlere rastlıyorduk. Rejimi ilk tanıyan Fransa, Mısır, Cezayir Tunus gibi ülkeler dahi İranlı diplomatları “persona non grata-istenmeyen kişi” ilân eder olmuşlardı. Tesbitlere göre Türkiyede merkezi İstanbulda “Urmiye-Anadolu Şubesi” diye adlandırılan birlmin sorumlusu (İranda Devrim Muhafızları Bakanı Muhsin Rızaînin yardımcılarından) Kemal Hidayetti. İranlı mollaların suikast tertiplerine 1990-93 yılları arasında, Çetin Emeç, Tarık Dursun, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy gibi çok değerli Türk aydınları da kurban gidecekti (olasılıkla daha sonraki Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu cinayetleri de aynı kaynaklıdır). 16.Ekim 1993’de İran yanlısı ”İslamî Hareket”in Türkiye Askerî Birim Genel Sorumlusu “Deniz” kod adlı Ekrem Baytap adında biri ve daha sonra birkaç kişi bu cinayetlerin sorumlusu olarak yakalandılar. Dinî baskı, devrim’in diğer ittifak unsurları ile uzlaşma içinde olma bir yana, onların sonunu da getirmişti. Solcular olsun, liberaller olsun yönetim ve toplumdan dışlandıkları gibi Şah’a karşı sert direnişler vermiş, Devrime katılıp özveri ile mücadele etmiş “Halkın Mücahitleri” örgütü de çileden çıkıp İslamî Devrimcilere düşman olmuştu.

Ebu-l Hassan Benisadr

Fransada, Sorbon Üniversitesinde Ekomoni öğrenimi yaptığı zamandan beri Şah alehtarı olan, iki kez tutuklanıp çatışmalarda yaralanan Abdulhassan Benisadr direniş koalisyonuna katılıp İrana dönünce, Devrim Hükûmetinde Dışişleri ve Maliye Bakanlıkları yaptıkdan sonra 25.Ocak.1980’de büyük bir çoğunlukla Cumhur Başkanlığına seçildi. Ancak, Humeynî, kendi elinde tuttuğu ”Başkomutanlık” titrini ona bırakmak istemiyordu. Benisadr buna muhalefetini 10.Haziran.1981’de açık bir şekilde ifade etti. Onun bulunmadığı 21.Haziran oturumunda Dinî grubun lideri olan Muhammed Beheştî’nin etkisindeki Meclis onu azletti. Mollalarla ters düşen “Halkın mücahitleri”, solcu “Fedaiyan-ı Halk-Halkın Fedaileri”, başlangıç olarak komünist olan “Tudeh” ve Paikar gibi partilerin hepsi yasa dışı ilân edildi. Benisadr, iki gün saklandıkdan sonra İranın Batısında, Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ)ve Kürt Demokratik Partisi korumasında kaldı. HMÖ. Üyelerinden Muhammed Rıza Saadetî’nin idamından sonra İranda tutunamıyacağını anlayarak 28.Temmuz.1981’de, HMÖ. nün önderi Mesud Racavi ile birlikde, Albay Behzad Moezzinin pilotluğundaki bir İran Savaş uçağı ile Türk hava sahasını izleyerek Fransaya kaçtı. Racavi’nin şiddet yöntemini de reddederek onunla ters düşen Benisadr, halen Paris’in Versaiilles banliyösünde Fransız polisi korumasında ömrünü sürmektedir.

Yayın Tarihi : 19 Mart 2010 Cuma 12:08:20
Güncelleme :19 Mart 2010 Cuma 13:37:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Hasan Ulusöver IP: 88.228.108.xxx Tarih : 24.03.2010 00:04:55

hayırlı günler  coğrafya itibariyle küzey yarım kürede kafkas himayesini altına alan impatorluğu gölgeleyen memleketimiz dünyanın karşısında eğemenliğini korur dış etkenlerin sözde demeyelim asıl gerçekle bizleri büyük türkiye için sevgiyle çoşturur