25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (134)

AFGANİSTANDA TALİBAN TERÖRÜNE YOL AÇAN OLAYLAR DİZİSİ (4):

Mücahitlerin müttefiki Usame bin Ladin

Afgan mücahitlerine destek için ayağa kalkan diğer ülkeler fanatik İslamcıları da Pakistan’ı karargâh ittihaz etmişlerdi. Örneğin, sonradan en tanınmış İslam terörist şefi Usame bin Ladin’in, Suudi Arabistan’da, Kral Abdülaziz Üniversitesindeki ekonomi öğrenimini 22 yaşında bitirir bitirmez, Peşaver’e gelip kendisinden daha önce Mısırdan gelen Filistin asıllı Abdullah Azzam grubuna katıldığına ve 1988’de “El Kaide” terör örgütünü kurduğuna değinmiştik. Bu bakımdan, sürmekte olan Sovyetlerin sefil Afgan Mücahidleri ie Savaşı, hem Süper güçler dengesi tarihinin belirleyici bir dönemeç noktası olması hem de Afganistan’ı Dünyaya İslamî meydan okuma merkezi olarak meydana çıkarması bakımından üzerinde önemle durmaya değer.

Karachi’de göreve başladığım 1985 yılı başında bu büyük liman kentinde komünist yönetime geçmiş Afganistan, her ikisi de genç ve yakışıklı, Mercedes marka arabaları ve çağdaş kıyafetleri ile gösterişli bir biçimde Başkonsolos ve yardımcısı tarafından konsüler düzeyde temsil ediliyordu. Bir ara davetlerde yardımcı görünmez oldu. Onun izne gittiğini bildiren Başkonsolosun da günün birinde, kimseye veda etmeden aniden kaybolduğu bildirildi. Bu olay yabancı misyon çevresinde merak ve heyecan uyandırdı. Aynı yıl çeşitli değişik dernek ve partileri temsil eden Afgan mücahitleri şefleri, ABD koordinatörlüğünde gizli taktiklerle yürütüldüğünü söylediğimiz Sovyetlerle savaşın gizli Pakistan karargâhına gelip, Sovyet saldırısına karşı resmen ittifak akdetmişlerdi. Afgan Başkonsolosluk erkânının buharlaşması, Savaş taraflarının açıkca belirlendiğini gösterir bir hesap kesmeye dayanan bir enterne edilme ya da deportasyon olayı mı idi; Mücahidin’in talebi ile CIA’nın icra ettiği bir bertaraf keyfiyeti mi idi? Ya da Karachi’de bol sayıda bulunan ve soydaşları Patanlara karışıp onlarla birlikte maişet peşin düşmüş sefil Afgan sığınmacılar ya da başka İslam ülkelerinden gelme destek örgütler mi adamcağızları dağa mı kaldırmışlardı? Bu konu bir sır olarak kaldı.

Afganistan'ın 4.Cumhur Başkanı Necibullah

Afganistan’da saplandıkları batak Sovyet liderlerinin fizik olarak sağlıklarını etkiliyor; ömürleri kısalıyordu. Brejnev Kasım.1982’de, Yuri Andropov Şubat. 1984’de, (Karachi Sovyet Başkonsolosluğunda açılmış olan anı defterine, kariyer bir diplomat olmadığım için kayıtsızca nazik bir mesaj bırakmakta kendimce bir sakınca görmediğim) Konstantin Çernenko Mart.1985’de vefat ettiler. Bütün bu liderlerin,(Rusça “Glasnost-Saydamlık”, Fransızca “Détente-Yumuşama” politikaları söylemlerine ve yeni iktidara gelen Mihail Gorbaçov’un nükleer füze stokunu % 50 indirmeye hazır olduğunu ve Afganistan’dan çekilmek niyetini ifade etmesine ve çekilme stratejisi hazırlıkları yapmaya başlamasına karşın, ABD’nin şahin Başkanı Reagan, Şeytan İmparatorluğu olarak nitelendirdiği Sovyetlere karşı, hayal’indeki “Yıldız Savaşları” projesi çerçevesinde savunma araçlarının iyice arttırılması için Savunma Bakanı Caspar Weinberger’e emir vermişti. Bir yandan da, BM’in 1982 yılından beri ele aldığı öncelikli madde teşkil eden Afganistan sorunundan silahların azaltılmasına kadar bir dizi barışçıl çarelerin aranacağı Cenevre Zirve Toplantısı hazırlığı yapılırken, 1986’da ABD, Sovyet helikopterlerini imha etmeleri için mücahitlere Stinger füzeleri tedarikine başlıyordu. Karagâh olarak kullanılan Pakistan’ın yöneticilerini, büyük kentlerini dolduran sefil sığınmacıların zaten var olan etnik çatışmaları bir afet haline getirmeleri uğruna, örneğin Başbakan Muhammed Junejo’ya Çinle yakın ilişkiler kurulmasında arabuluculuk etme görevi verme gibi onurlandırmalarla motive ederek kullanıyordu.

ABD’nin bu egemen tutumu görev yaptığım Karachi’ye de yansıyordu. Ülkenin kuzey ucundaki elçiliklerin toplandığı başkent İslamabad’daki diplomatların ilişkilerini bilmiyorum ama ABD’nin, kendi rezidansındaki davetler dışında hiç rastlamadığım, Karachi Başkonsolosunun, tam bir Sömürge Valisi havası sergilediği açıkça gözleniyordu. Örneğin Başkonsolosluğumuz aracı ile bana da intikal eden talimatlara göre, Sovyetler Başkonsolosluğunca tüm yabancı misyon şeflerine davetiyeleri gönderilen Sovyetlerin II.Dünya Savaşı Zaferinin kutlanması vesilesi ile düzenlenen kokteyl parti çağırısına icabet edilmeyecekti. Sovyet Başkonsolosluğu mensuplarına adeta nefes aldırılmıyordu. Ticaret Ataşeliğini yöneten Başkonsolos yardımcısı, bir söyleşide, Karachi merkezinden 50 km. çaptaki bir çevre dışına çıkamayacağı hakkında, Pakistan Dışişleri Bakanlığının Karachi’deki “Camp Office”inden (İrtibat Bürosu) uyarı aldığını açıkça söylemişti.

Cumhuriyet Bayramımızın kutlandığı Karachi Başkonsolosluğumuzu ziyaret eden Pakistan Başbakanı M.Junejo

Karachi’deki atmosfer’in bana yansıttığı üzere genel olarak Sovyetlerin iyice süngü düşmüş; sempatik görünmeye çalışıyorlardı. Katı yapıdaki Babrak Karmal, Sovyetlerin baskısı ile 4.Mayıs.1986’da tek parti ADHP Genel Sekreterliğinden istifa etti; pasif olan Cumhur Başkanlığı ile yetindi. Yeni Parti Genel Sekreteri Muhammed Necibullah ve çok partili siyasal sistemin, ifade özgürlüğünün ve bağımsız bir yargının denetiminde İslam Hukukunun öngörüldüğü yeni bir anayasa hazırlattı. Kasım. 1986’da düzenlenen seçimlerde Cumhur Başkanlığını da kazanarak bu anayasayı kabûl ettirdi. Gerçekten, “sınıf farkı kabûl edilmediği için her bireyin eşit düzeyde yer alacağı bir tek “toplum partisi “nden başka siyasal parti olamayacağı konsepti ile yola çıkmış ateist Sovyetlerin Afganistan Hükûmetine böyle bir Anayasa önerisinde bulunmaları havsala alır şey değildi.

Sovyetlerin İslamla uzlaşmalarının simgesi Buhara'daki Mir-i Arap Medrese. 1946’dan beri ülkedeki tek din okulu idi.
 

Bu durum, çok yakında kendileri için de bir metamorfoz habercisi idi. Nitekim 1989’da gürültü ile kabuk değiştireceklerdi. Bir yandan İslamcılarla çarpışırken, öte yandan dinî duyguları okşama çabasına girmişlerdi. Örneğin, Pakistan’da çıkan bir ekonomi gazetesinde periodik olarak çeşitli ulusları temsil eden misyonların ekleri çıkardı. Bunlardan Sovyetlere ait bir ekde, Devletin dinî yaşam özgürlüğüne çok saygı gösterdiği; özellikle tarihî değeri olan ibadet yerlerini restore etmede büyük çalışmalar yapması dışında (Soyetlerde hemen hemen tamamı Türkî olan) Müslüman cemaatlerin mutad dinî faaliyetlerinin ve onlara verilen din ve Arapça-Farsça derslerlnin Devlet bütçesinden subvanse edildiği iletiliyor; Özbekistan’ın Buhara kentindeki 1530’da inşa edilmiş, gerçekden görkemli bir tarihî yapıt olup 1946’da ilk kez 150 öğrencinin ders almasına izin verilen “Mir-i Arap Medrese-Arapların Prensi” medresesinin nasıl bir özenle restore edildiği ballandıra ballandıra anlatılıyordu.

Velhasıl, iki süper gücün, rekabetleri uğruna, Fundamentalizm’in (kökdendinciliğin) yükselişine nasıl birlikte omuz verdikleri görülüyor. Böyle bir hareketlenmenin Avrupa’ya bile yansıyan acı sonuçlarından biri, çeşitli din ve mezheplere bölünmüş aynı ırktan insanların yaşadığı, Yugoslavya’nın on yıla kalmadan, trajik çöküşü olmuştur.

Fakat savaş tüm hızı ile sürüyordu. Karachi’de, Sosyalist Blok ülkeleri temsilcilerinin bana gösterdikleri sıcak yakınlık ve benim uygarca davranma özenim onlarla samimî ilişkiler kurmama yol açmıştı. Yaptığım davetlere (tanışabildiğim birkaç ismi listeme almama karşın) Sovyet misyonunu, başda Başkonsolos, tüm kadro topluca ziyaretime gelirdi. ABD temsilcilerinin bulunmadığı ortamlarda: “öteden beri büyük destekler verdikleri Afganistan’ın, hükümeti tarafından istenilen yardım üzerine insanlarını aydınlatmak için geldikleri bu ülke için kıyametler koparan ABD’nin, o sıralarda Karayipler Denizinde, kendileri ve Kuba ile dost geçinen Adalar Devleti Grenada’yı haksızca işgâl ettiğini hatırlatıyorlardı. Bulgaristan lideri Todor Jivkov’un, Belene Kampını kurdurarak soydaşlarımıza karşı vahşî bir asimilasyon hareketine geçmesine karşın babacan Bulgar mevkidaşımla çok dost geçiniyorduk. Kuşkusuz, bu sıcak tavırlarda ard niyetlerin de payı vardı. Nitekim, sonradan bir Sovyet ticaret müşavirinin sıcak bir atmosferde araya sıkıştırdığı bir istihbarat talebini nazikçe savuşturacaktım.

ABD Başkonsolosluğunun diğer mensupları vaziyeti idare etmeye çalışıyorlar idi ise de Başkan Reagan’a ayak uyduran Baş Konsolos, müteveffa Kennedy zamanında dile getirilip düzeltilmeye çalışılan “Ugly American-Çirkin Amerikalı” imajını takınmıştı. Başkonsolosluğun (ne türde olduğunu hatırlamadığım) bir sergisine eşimle birlikde bir gün uğradım. İkimiz de diplomatik pasaport taşımamıza rağmen, resepsiyonda bekleyen, (Pakistan Dışişleri Bakanlığının Camp Office’si görevlisi olduğunu tahmin ettiğim) yerli iki kişiden genç kız olanı eşimin pasaportunu gördüğü hâlde çantasını kontrol etmek istedi. Eşim tereddüt gösterince elinden kaptı. Ben eşime aldırmamasını söyledim. Kız iyice muayenesini yaptıktan sonra geçmemize izin verdi. Ben de elinde tuttuğu pasaportu hışımla kapıp, eşime geri döneceğimizi söyledim. Sergiyi gezmeden terk ettik. Arkamızdan bakakaldılar. Anlaşılan bu durum Camp Office’e intikâl ettirildi ki, ilerde Pakistanlı görevliler beni bayağı rahatsız edeceklerdi.

Sovyetlerin Afganistandan çekilişi sırasında dönmekde olan bir T-62M tankı

Mücahitlere yağan yardımların nefes aldırmadığı Sovyet Ordusu, Gardez ve Host arasındaki yol üzerinde “Majistral Harekât” adlı bir operasyonla ilersi için fazla umut vermeyen bir mücahit temizliği yapmıştı. Sovyet Hükûmeti bu kadar başarıyı yeterli görerek, kendi kamuoyu için onurlu bir final iddiasına sığınıp, 14.Nisan.1988’de Cenevre’de, ABD, Afganistan ve Pakistan partnerleri ile kolaylıkla bir barış antlaşması yaptı ve 15.Mayıs-16.Ağustos.1988 arası güvenlikli bir biçimde Afganistan’daki asker varlığının yarısını çektiler. Yardımına geldikleri Afgan Demokratik Cumhuriyet Hükûmeti güçleri birçok önemli kenti boşaltmak zorunda kalmakla birlikte Celalabad’da 1899 ilkbaharında mücahitlere sert bir darbe vurdular. O yıl, Sovyet askerleri tümüyle çekildi. Meydan Necibullah’la onu devirmek isteyen mücahitlere kaldı. Süper güçlerin 1991’de hiç bir tarafa destek vermemeleri mutabakatı üzerine iç savaş, Kabil Hükümetinin besin ve yakıt kıtlığı ile karşılaştığı 1992’ye kadar bütün şiddetiyle devam etti. Necibullah 18.Martta, tarafsız bir geçici hükümetin yolunu açmak üzere istifa ettiğini duyurdu. 16.Nisan’da Cemaat-ı İslamî gerilla grubunun, Çarikâr kasabası yakınındaki stratejik bakımdan önemli Bagram hava üssünü fethetmesi sürmekte olan savaşı noktaladı. Bu kez Mücahitler içindeki fraksiyonlar iktidar mücadelesine giriştiler. 1993’de, BM’nin de olumlu karşıladığı Tacik asıllı Burhaneddin Rabbanînin bir hükûmet oluşturması ve Cumhur Başkanı olması hususunda anlaşmaya varıldı.

Ama, Afganistan karma karışıktı. Bir kaş şefin anlaşması ile iş bitmiyordu. Kronolojiyi kaybetmemek için İslâm Âleminin o dönemdeki diğer olaylarına göz atıp Afganistan’a döneceğiz.
 

Yayın Tarihi : 15 Nisan 2010 Perşembe 19:44:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?